Âlimler, aydınlar, yöneticiler ve sorumluluk makamında olanlar!
Evet, ilk sözümüz ve ilk çağrımız sizleredir…
Yalanı bırakınız!
İkiyüzlülüğü bırakınız…
Dilsiz şeytanlar sürüsü olmayı bırakınız ve gerçeği söyleyiniz!
Müslümansanız, milliyetçiliği İslami açıdan ve değilseniz, inandığınız din –ideoloji açısından değerlendirin ve milliyetçilikte adalet olup olmadığının cevabını veriniz…
Cevabını vermekle kalmayınız, gereğini de yapınız!
Çünkü milliyetçilik konusunda yalan söylediğiniz ve milliyetçilik üzerinden yapılan haksızlıklar karşısında dilsiz şeytanlar olmayı yeğlediğiniz içindir ki, Cumhuriyetin ilk yüz yılını başta inkâr politikaları olmak üzere envaiçeşit zulümler içinde geçirdik!
Ve düşmanlarımız istiyorlar ki, Cumhuriyetin ikinci yüzyılını da yalanlarla, ikiyüzlülükle, içi boş kardeşlik söylemleriyle, hak ve adaletten yoksun uygulamalarla ve yekdiğerimizin hakkına tecavüz ederek geçirelim…
Bunun içindir ki, Gazze’de işgalci İsrail aylardır soykırım yapıyorken, o mazlumlara karşı insani- dini görevimizi yerine getirmeyişimizin zilletini yaşamamız yetmezmiş gibi, ülkemizde de insanlıktan nasibini almayanlar, İsrail ile yarışırcasına mültecilere saldırıyorlar… Irzlarına geçiyorlar… Dövüyorlar… Ve öldürüyorlar…
Ve bütün bu vahşetleri de Türklük, Türkçülük, Milliyetçilik, Atatürk Milliyetçiliği, Vatanseverlik vs. adına yapıyorlar.
Şimdiye kadarki gayri adil ve dahi milliyetçi uygulamalarıyla örselemiş olsalar da, bizim inancımız gereği muhafazaya çalıştığımız birliğimize, dirliğimize ve bütünlüğümüze saldırı üstüne saldırı düzenliyorlar.
Bunlara hangi milliyetten ve hangi dinden olduklarını sorduğunuzda ise, hepsinin cevabı aynıdır: “Türk’üz ve Müslümanız!”
Oysa milliyetçilik ne Türk’ün tarihinde vardır ve ne de İslam’da…
Dolayısıyla burada bir yanlış var! Burada bir kasıt var! Ve burada bir ihanet var!
Çünkü milliyetçilik ne Türk’ün tarihinde vardır ve ne de son bin yıldır inandığı İslam’da.
Sonuçlarından da gördüğümüz gibi, milliyetçilik, Türk’ü evvela İslam inancından edip devletinin sahibi olmaktan uzaklaştırmanın ve akabinde ise, kendisine dayatılan rejimin tetikçisi yapmanın adıdır!
Ki Cumhuriyetin kuruluşundan beridir Türklerin yaşadıkları, daha doğrusu Türklere yaşatılanlar tetikçilikten öte bir şey değildir!
Doğrusu, Türkler de oyunun içinde oyun olduğunu görüp direndiler, ama bu son darbe içeriden ve hem de en içeriden olduğu için başaramadılar.
Hani Afrikalılar derler ya, “Avrupalılar geldiklerinde, bizim elimizde toprağımız, onların da ellerinde İncil’leri vardı. Bir süre sonra gözlerimizi açtığımızda, elimizde onların İncil’i ve ellerinde bizim toprağımızı gördük.”
Türk’e milliyetçiliği aşılayanlar da, diyebiliriz ki, bir taşla iki kuşu vurdular. Zerk ettikleri milliyetçilikle hem Türk’ü devletin sahibi olmaktan uzaklaştırıp kendisine dayatılan rejimin tetikçisi yapmayı ve hem de karşılaşıp tanıştıkları günden beri kendisiyle kader birliği yapan ve aynı zamanda dindaşı olan Kürt’e düşman yapmayı başardılar…
Dolayısıyla şunda şüphe yok ki, o gün bugündür devletin sahibi Müslüman olan Türkler değil, Türk olmayanlar ve bir de devşirdikleri Türklerdir. Nitekim Müslümanlıkları nedeniyle Türklerden kimilerinin mürteci diye darağaçlarına asılmalarının ve diğerlerinin de sürekli takip edilmelerinin nedeni budur. Hatta Türklerin camilerinde bile özgürce dua etme hakları yoktur!
Ve görünen o ki, Türkiye artık bir yol ayrımındadır.
Artık milliyetçilik denen zihniyetin, birilerinin iddia ettiği gibi, “kendi milletini her alanda daha iyiye doğru götürmek yönünde mücadele etmek” olmadığı, aksine, yüz yıldır yaşadığımız gibi, başka bir milletin hakkına tecavüzün diğer adı olduğu gerçeğini görelim.
Görmekle kalmayalım, gereğini de yapalım…
Onurumuzla birlikte birliğimizi, dirliğimizi ve bütünlüğümüzü de korumak ve kurtarmak istiyorsak, milliyetçiliği ait olduğu yere gömeceğiz!
Peki, bunu başarmamız zor mu? Hayır! Dilsiz şeytanlardan olmayı bırakıp doğruyu söylememiz yeterlidir!