Dün Harput, Van, Erzurum, Elaziz, Malatya, Bitlis, Sivas, Diyarbekir ve İstanbul.
Bugün Dağlık Karabağ: Hocalı, Hankendi, Ağdam...
Bir daha ihtirasın, cehaletin, kinin ve düşmanlığın aklıselime ve kadim dostluğa galip geldiği günlerden geçiyoruz...
Yine feryat, figan... Yine her taraf kan revan... Ve yine yurtlarından olan on binler...
Neden, neden ve neden?
Oysa gün artık bizim günümüz olmalı değil mi? Ve artık söz bizde olmalı değil mi?
Biz dediğimiz de işte bildiğiniz bizler.
Yani biz Ermeniler... Yani biz Kürtler... Yani biz Türkler...
Üçünü topladığımızda ancak bir oluruz, iri oluruz, diri oluruz ve ancak biz ederiz.
Evet, şimdi sıra da bizde, söz de bizde ve soruyoruz:
Seleflerimiz kendi içlerinde birlik olabilselerdi, bu felaketler gelir miydi başımıza?
Öyleyse ne yapmalıyız?
İhtiraslarına ve cehaletlerine yenik düşen kimi seleflerimiz gibi kutsallarımızın üstüne el basarak birbirinden intikam alma yeminleri mi yapmalıyız, yoksa insanca bir hayatı yaşamanın çabası içinde mi olmalıyız?
Biz Müslümanların da muhterisleri var, ama şükürler olsun ki, çoğunluğumuz düşmanlıklara karşı ve her daim barıştan yanadır. Müslüman olduğumuz ve Müslüman kaldığımız sürece de bu böyle olacaktır. Pratiğimiz de bu iddialarımızın ispatıdır.
Ancak Ermenilerin de aynı hassasiyette olduklarını söyleyemiyoruz.
Ne yazık ki, başkalarının aklıyla hareket ettikleri günden beridir ne kendileri rahat ediyorlar ve ne de rahat veriyorlar. Vatanlarından bile oldular, ama hala başlarına gelen felaketleri hakkıyla ve layıkıyla değerlendiremedikleri görülüyor.
Tarihin yeniden tekerrür etmesi ve bu bağlamda Dağlık Karabağ'da yaşananlar da tam bu.
Bundan sonra Ermenilerin ne yapacaklarını öğrenmek için, turnalarla selam ve güvercinlerle name göndermek istiyoruz, ama ne turna bıraktılar semamızda ne de güvercin...
Bunun içindir ki, biz de sesimizi bu şekilde duyuruyoruz ve buradan şöyle sesleniyoruz...
Evet, dinde kardeş değiliz, ama hilkatte kardeşiz... Bugün fiilen vatandaş olmasak ve aynı vatanı paylaşmıyor olsak da manen hala vatandaşız.
Büyük yaralar almış bu kadim kardeşliğin, bu kadim komşuluğun ve bu kadim yurttaşlığın samimiyeti ile Erivan'a, Ermenistan'a ve siz Ermenilere diyoruz ki:
Siz hiç içinde olmadığınız Batı'ya değil, kadim yurdunuzun olduğu Doğu'ya aitsiniz!
Dolayısıyla yaralı gönüllerinizin merhemi de Moskova, Viyana, Berlin, Londra, Roma ve Paris'te değil, Van, Erzurum, Elaziz, Malatya, Bitlis, Sivas, Diyarbekir, Ankara, Bakü ve Erivan'dır!
Hâlbuki o ülkeler değil miydi, 1878 Berlin Antlaşması'ndaki yeminlerine ihanet edenler?
O ülkeler değil miydi, Osmanlının yapacağı reformların başarı ile sonuçlanması için üstlendikleri gözlemcilik görevinin gereklerini yapmak yerine bizzat siz Ermenileri bir soruna dönüştürenler?
Kıble diye yöneldiğiniz ve kurtarıcı diye sığındığınız ülkeler değil mi, başınıza ve başımıza bütün bu felaketleri getirenler?
Ve soruyoruz: Daha ne zamana kadar Batılı dindaşlarınızın kirli emellerinin kurbanları olmaya rıza göstereceksiniz?
Hülasa diyoruz ki, olan ve ölen için acı çekmekten ve dua ya da beddua etmekten öte bir şey geçmez elimize. Ama bugünümüz ve geleceğimiz için iyi şeyler yapabiliriz.
Yapacağımız ilk iyilik de bir daha tekrarlamayacak kadar ders almak...
Ders aldığımız günden itibaren göreceğiz ki, kalplerimize sürur, dağlarımıza bahar ve evimize bereket geldi. Böylece yeniden ezan ve çan sesleri semamızı kaplayacak, turnalar yâre selam götürecek, dillerimiz sarmaş dolaş olacak ve bu rahmet, içimizdeki ve hayatımızdaki gazabı söküp atacaktır.
Hayır, hayır! Hayal görmüyoruz, biz iyiye doğru değiştikçe oluşacak tabloyu önceden tarif ediyoruz.
Aslında bizim bu isteğimiz de bir bakıma tarihin bir tekrarı... Çünkü bizim seleflerimiz, bu hayal ettiklerimizi bizzat yaşadılar, hem de yüzlerce yıl boyunca... İrili ufaklı eksikleri de elbette vardı, ama hayatı daha bir güzel ve yaşanır kılan da bu değil mi?
Biz Erivan'a ve dünyanın dört bir yerindeki Ermenilere selam ile diyoruz ki, bu dediklerimizi birlikte gerçekleştirebiliriz. Yeter ki, ihtirası, kini ve düşmanlığı bırakıp hakta ve adalette karar kılalım. Kötülüğün bir daha kötülüğüyle tekrarlanmaması için de çözüm bu...
Elbette ki, başarabiliriz. Çünkü hala aynı türküleri söylüyoruz. Çünkü ister, "Sareri hovin mernem" diyelim, ister, "Turnam gidersen Mardin'e" diyelim, hala aynı duyguları yaşıyoruz.
Onun için başarabiliriz, yeter ki, Batı'ya bir daha aldanmadan kendimizde kalalım ve yeter ki, aklıselimi esas alalım.