Dr. Abdulkadir Turan

Kürt Aklını Anlamak-VI

23.08.2023 04:00:52 / Dr. Abdulkadir Turan

Önceki analizde ifade ettiğimiz üzere Moğol istilası sonrasında Kürt toplum yapısının çatısı; mîrler, ulema ve şeyhler (tarikatlar) bağlamına oturdu.

Önceki analizlerde ulemayı ve mîrlikleri değerlendirdik. Bu analizde Kürt toplum yapısının yine esas unsurlarından tarikatları değerlendireceğiz.

İSLAM ALEMİNDE TARİKATLAR

İslam aleminde zühd grupları henüz ilk yüzyılda oluştu. Bu zühd grupları zamanla sürekliliği olan yapılara dönüştüyse de ancak Gazzâlî sonrasında bugünkü anlamda tarikatlara evirildi. O günün dünyasında Hıristiyan tarikatlar, özellikle Katolik Hıristiyanlığa büyük katkı sağlıyordu. Müslümanların zühd grupları ise bir işleve sahip olmakla birlikte Müslümanlar için o katkıyı sağlamaktan uzaktı. Çünkü İslam dünyasında genel olarak teşkilatlanma devlete ait görülmüştü. Sadece çizgi dışına çıkan gruplar, teşkilatlanma yoluna gidiyordu. Bu vaziyet, devletlerin İslâmî değerlerden uzaklaştığı bir evrede ana yapı Ehl-i Sünnet dünyasını mağdur etti.

Sivil yapılar olarak daha önce mezhepler de zühd grupları da genel olarak hiyerarşik bir teşkilatlanmaya gitmemişti.

Tarikat, zühd gruplarının hiyerarşik bir yapıya bürünmesidir. Gazzâlî, Müslümanlar arasında tarikatı teşvik ederek İslâmî yaşam için mezhepler sonrasında yeni bir sivil yapılanmanın önünü açtı. Devlete ait olmama anlamında bu sivil yapılanma, İslâmî hayata yeni bir renk ve yeni bir soluk getirdi. Tarikatlar, ne siyasi örgütlenmeler gibi devletin alternatifi idiler ne de sadece devletin imametine tabi olmak gibi klasik bireysel yurttaşlık noktasında idiler.

Tarikat aslında egemenliği paylaştırma noktasında, otoriter yönetimlerin pek de izin vermeyeceği bir sivil yapılanma idi. Ama kendisini sahipsiz hisseden Müslüman toplumun duyduğu ihtiyaç ve Müslüman devletlerin yönetimlerinin iç ihtilafla iştigalleri bu yapıların oluşup büyümesine zemin hazırladı.

Gazzâlî ile birlikte tarikatlar şekillenmeye başlarken gazi sûfilik Haçlılara karşı cihadda aktif yer alarak büyük bir itibar kazandı. İslam dünyasının istila edilmeyen coğrafyalarında Zengîler ve Eyyûbîler sivil yapılaşmayı önemsediler, bu mahiyette vakıflar ve tarikatların önünü açtılar. Hem vakıf hem tarikat devletle ilişkili ama doğrudan birer devlet kurumu değildiler. Bu devletlerde Şeyhülmeşayih (Şeyhler Şeyhi) makamı ile tarikatlar hem kontrol edildi hem onlar için faaliyet alanı açıldı.

Abbasî Halifesi Nasır da Bağdat’ta hem Fütüvvet Teşkilatı kapsamında bir tür resmi sûfiliği yaydı hem de Şeyh Abdulkadir-i Geylânî’nin vakıflarının sivil faaliyetlerine izin verdi.  

Dolayısıyla Moğol istilası vuku bulduğunda hem resmi ve yarı resmi tarikatlar hem sivil tarikatlar İslam aleminde aktifti. Moğol istilasından dolayı devlet ile toplumun ayrışması, Müslüman toplumun başta Moğol idarecilerinin bulunmasından dolayı imamsız kalması, tarikatı sivil bir teşkilat/cemaat olarak neredeyse zorunlu hâle getirdi. Bu evrede, bir Müslümanın tarikatsız kalması ile imamsız dolayısıyla cemaatsiz kalması hemen hemen aynı anlamda yorumlanarak sapma sürecinde olmak ile bir görüldü.

Tarikatlar, özellikle Moğol istilası altındaki alanlarda (Türkistan, İran, Irak, Anadolu) devletle toplumun ayrıştığı bir zeminde Müslümanları buluşturan bir mikro ümmet yapısı oldu. Müslümanlar arasında genel ahlakı, ticaret ahlakını, üretim ahlakını korudu, onunla beraber sosyal yardımlaşmayı sağladı, bir tür siyasal iktidardan yoksun iç devlet vazifesi gördü.

Moğol istilasının gevşemeye yüz tuttuğu süreçte ise istila altındaki bölgelerin tamamını kapsayan büyük devletler için beşiklik etti. O günün dünyasında Osmanlılar, Timur Devleti, Babürler, Safevîler, bütün büyük devletler ya doğrudan bir tarikat yapılanması ya da bir tarikatın desteğiyle vücuda geldiler. Tarikatlar, bu yanlarıyla İslam alemine yeni bir istikrar getirdiler.

Ne var ki tarikatlar, sonraki süreçte ardı ardına siyasetten çekildiler. İmam Rabbanî çağında ve onunla simgeleşmiş olarak, geleneksel ulema gibi devletler nezdinde sadece “Emr-i bi’l maruf ve nehyi ani’l münker” noktasında kaldılar. Devletler, tarikatları tahakkümlerine aldılar ve onları sistemin sair unsurlarından bir unsura dönüştürdüler. Dolayısıyla Müslümanların 17. yüzyıl sonrası krizlerinde pek çok sahada tarikatlar siyasal öncülük noktasında kusurlu kaldı.  

Moğol istilasına uğramayan alanlarda ise (Memlûklerin idaresi altındaki bölgelerde) Memlüklerin belki sıkıyönetimleri yüzünden tarikatlar nispeten küçük ve sivil bir yapılanma olarak kaldı. Ayrıca aynı bölgede İbn Teymiye akımı da tarikatları sınırlı bıraktı.

Kürtler, bulundukları coğrafya ile ilişkili olarak tarikatların büyük devletler kurduğu Moğol istilası bölge ile tarikatların nispeten mütevazi kaldıkları Memlûk idaresindeki saha arasında “arada” idiler ve her iki bölge ile de sıkı temasları vardı.

TARİKATLAR VE KÜRT AKLI

Gazzâlî’nin etki alanı doğrudan Kürtlere hitap ediyordu. Dolayısıyla henüz ilk günden Gazzâlî’nin fikriyatı Kürtleri etkilemeye başladı. Hatta Kürt ulema arasında “Gazzâlî, Beni İsrailî resullerden değil ama nebilerden üstündür” yönünde bir fikir dahi gelişti.

Öte yandan Abbâsîlerin Fütüvvet Teşkilatının şeyhleri Sühreverdîler de Kürttürler ve Bağdat’tan Kahire’ye Sühreverdîlerin Kürt umera ve uleması üzerinde hiç kuşkusuz büyük etkisi vardır. Lâkin onun kendi beldelerinde yerleşik Kürtler üzerinde ne kadar etkili olduğu müphemdir.

Yine İslam aleminin kadim coğrafyasında 12. yüzyıldan itibaren yayılmaya başlayan, dolayısıyla ilk tarikatlardan biri olan Vefailiğin piri Ebü’l-Vefa el-Kürdî’dir ve tarikatın ilk şeyhlerinden üçü de el-Kürdî olarak nispetlenmiştir. Buna rağmen Vefailik, Kürtler arasında zayıf kalmış ve daha çok Türkmenler arasında meşhur olmuştur.

Kürtler arasında etkili olan ilk iki tarikat Adiy b. Misafir ile Şeyh Abdulkadir-i Geylanî’nin tarikatlarıdır. Her iki tarikat de Hanbeli zihin yapısından gelmektedir ama Ehl-i Beyt konusunda zıt noktalarda idiler. Şeyh Adiy, Şam Hanbeliliğine yakın olarak Emevîlere muhabbet beslerken Şeyh Abdulkadir, Ehl-i Beyt’e karşı derin bir muhabbet besleyen Irak Hanbeliliğinden gelmektedir.

Her iki tarikat de bugünkü Irak Kürdistan’ında Sincar çevresinde faaliyet göstermiştir. Şeyh Adiy’nin tarikatı, Ehl-i Beyt’e derin muhabbet duyan Kürtler arasında yayılmakta güçlük çekti, nihayetinde İranî unsurların dahil olup yapısını değiştirmesiyle Dürzilik gibi İslam’ın tamamen dışına çıktı.

Kadirilikte ise bizzat Şeyh Abdulkadir’in oğullarından Şeyh Ebû Bekir Abdulaziz, Eyyûbîlerle beraber Haçlılara karşı cihada katıldıktan sonra onların himayesinde Sincar’a yerleşip tarikatını Kürtler arasında yaydı.

Ne var ki Kadirilik, Moğol istilası altındaki coğrafyalardaki tarikatlardan farklı olarak, henüz araştırılmayı bekleyen sebeplerle, istila altındaki Irak’ta büyük bir devlete beşiklik etmedi, daha sonra da tarih boyunca da bir devlet oluşumuna öncülük etmemiştir.

Diğer yandan da tarikat, Eyyûbîlerden sonra belki Şam ve Mısır’daki Kürt ulemanın fıkıhta Şafiî mezhebini terk etmemekle beraber İbn Teymiye’nin etkisine girmeleriyle de ilişkili olarak Kürtler arasında ağır yol aldı. Moğol istilası sürecinde galiba kendilerini Ashab aileleriyle ilişkilendiren, bundan dolayı bir tür şeyh konumunda görülen mîrler, Kürtler arasında tarikat şeyhlerinden daha etkindiler. Yine Şeyh Ali Safevî ve ondan yüzyıllar önce Şeyh Ebü’l-Vefa gibi pek çok şeyh Kürtler arasında yetişti ama daha çok Türkmenler arasında taraftar buldu.  

Nihayetinde şunu söylemek mümkündür: Kesin olmamakla birlikte tarikatların Kürtler üzerinde etkili olması, özellikle Kürt siyasal aklına yön vermesi, Moğol istilası sonrasında nispeten geç gerçekleşti, belki ancak 15. yüzyılda ve tarikatların artık siyasetin dışında kalmayı tercih ettikleri çağlarda mümkün oldu. Eyyûbîlerin Gazzâlî’nin etkisinde gazi sûfi oldukları muhakkaktır ve onların büyük devlet kurmalarında o Gazzalîci gazi sûfilik, neredeyse en önemli paya sahiptir. Buna rağmen tarikatların neden Moğol istilası sonrası çağda, Kürtler arasında Eyyûbî benzeri bir oluşum oluşturamadıkları araştırılması gereken hususlar arasındadır.

Buna rağmen Moğol istilası sonrası çağda bütün İslam aleminde olduğu gibi Kürtler arasında da tarikatların umera ve ulemanın yanında sosyal ve siyasi hayatın çatı unsurlarından biri hâline geldiğini kabul etmeliyiz.

Tarikatlar, Kürt ulemayı da etkisi altına aldığında Kürtler arasında tasavvufî derin aklın da oluşmasına vesile oldu ve o tasavvufi derin akıl Melayê Bateyî, Feqiyê Teyran, Melayê Cızîrî ve Ahmede Xanî gibi büyük ediplerin yetişmesini sağladı. Bu edipler ve takipçileri, zamanla hem ulema hem toplumun nispeten ilimden haberdar kesimleri arasında hızla etkili oldular. Daha önce Kürt edebî birikimi, dengbêjler üzerinden aktarılırken kasidevanlar yeni bir dengbêj kesimi olarak büyük Kürt ediplerinin kasidelerini bütün toplumsal zeminlere taşıdılar, ulema ve meşayih de ayet ve hadislerden hemen sonra hep o edipleri andı. Dolayısıyla bu edipler, Kürt aklına yeni bir ufuk açtılar. Kürtler geçmişten beri kendilerini atasözleri üzerinden ifade ederlerken artık kendilerini o sufi ediplerin dizeleri üzerinden de ifade ettiler. Onların pek çok kasidesi, Kürt halk hikayesiyle kaynaştı ve zihinleri etkiledi.

TARİKATLAR VE KÜRT SİYASETİ

Tarikat şeyhleri, 18. yüzyılın sonlarına kadar mîrlerin yanında Osmanlı padişahlarının yanındaki ulema ve meşayih ile hemen hemen aynı konumda kaldılar, siyasetin arka planında vardılar ama asla siyasetin önderi veya siyasi bir şahsiyet değildiler.

Kürtler ve tarikatlar arasındaki ilişki 1827’de vefat eden Şeyh Halid-i Zülcenaheyn el-Bağdadî el-Kürdî ile yeni bir boyut kazandı. Şeyh Halid, Nakşibendi tarikatını hem ilmi bir boyutla hem halk kitlelerine açık olarak Kürtler arasında yaydı.

O Nakşibendîliğe intisap ettiğinde tarikat elbette Timur Devleti’ne ya da onun varisleri Babûrlara beşiklik edecek yapıdan epey uzaktı, siyasetle arasına epey mesafe koymuştu. İmam Rabbâbî’nin çizgisi üzerinde Müceddidî bir yoldaydı. Siyaseti sadece “emri bi’l maruf ve nehyi ani’l münker” bağlamında etkileme konumundaydı.

Şeyh Halid, Batı’da ulus devletlerin oluştuğu, Batıcılığın Osmanlıyı laikleştirip Kürt mîrliklerini dağıttığı bir süreçte İslam’ın yardımına olduğu kadar Kürtlerin de yardımına ulaşmış İlâhi bir yardım gibidir. Hakikatte Şeyh Halid, kendisinden sonra neredeyse bütün İslâmî hareketlerin oluşumunda etkili olduğu gibi, modern dönem Kürtlüğünün atası olarak kabul edilecek kadar Kürtlük üzerinde etkili olmuştur.

Kürt mîrlikleri devrinde dillerine varıncaya kadar ayrışmış farklı Kürt toplulukları Şeyh Halid’in önderliğinde Erzurum’dan Tikrit’e, Zagros Dağlarından Afrin’e hatta Bağdat’tan Kahire’ye ve Hicaz’dan İstanbul’a kadar iletişime ve etkileşime geçmiş, tarikat bağı üzerinden zihniyet olarak birbirine yaklaşmış ve aşiretler topluluğundan modern bir ulus boyutuna doğru tarihî bir rol almıştır. Şeyh Halid’in yabancı araştırmacılarca görülen bu rolü bugün Kürtler arasında sosyalizmin ve Amerikancı yapıların etkisiyle görmezden geliniyorsa da asla hep öyle kalacak değildir.

Şeyh Halid, Nakşibendiliğin törpülenmiş de olsa siyasal yönünü Kürtler arasına taşıdı, Kürtleri aşiretleri aşan bir örgütlenmeye kavuşturdu ve mîrlikler dağıldığında onlara hazır bir siyasi önderlik olarak tarikatları hazırladı. Onun önderliğinde belki dünyevi Kürt sultanları yetişmedi ama tarikat ehlinin manevi “sultan”, “gavs” olarak andığı nice büyük şahsiyet yetişti ve yetişmeye devam etmektedir.

Onun vefatının üzerinden çeyrek asır geçmeden Kürt mîrlikleri tarihe karışırken Seyyid olarak bilinen ya da soy olarak “Ashabın torunları” ile ilişkilendirilen Kürt şeyhleri Kürtlerin başına geçtiler. 19. yüzyılın sonlarında neredeyse bütün Kürtler, tarikatlar veya onların kimi şeyhlerin varisleri tarafından yönetilmektedir.

Batılılaşma yaşlı Kürt mîrliklerini siyasi kararlar ve askeri harekatlarla kısa sürede kaldırdı ama aynı başarıyı genç Kürt tarikatları karşısında gösteremedi. Kürtler, Batılılaşmayı genellikle önlerinde şeyhler varken karşıladılar ve Batılılaşma, İslam’ın bütün kazanımlarını yok etmeye çalışırken o mahiyette Kürtlüğü de tarihten silmeye yöneldi.

Kürtler, Müslüman toplumların genelinden farklı olarak oldukça zinde bir şekilde önce Batı istilası ile savaştılar, ardından İslam dünyasında kurulan laik yönetimlerle mücadele ettiler

Sekülerleşen Kürtlerin Batılı devletlere yakarışlarına rağmen Batılı devletler ve hemen akabinde onların kontrolündeki İslam dünyası ulus devletleri Kürtlerin gözyaşlarına bakmadı. Batılı devletler, Kürtler için hiçbir siyasal iktidar alanı açmadıkları gibi, Batıcı ulus devlet yöneticileri de Kürtlere hiçbir kültürel hak tanımadılar. İki yapı bir arada Kürtlerin üzerine vardığında siyasal olarak tükenen Kürtler kültürel olarak da tarihi bir krizle yüz yüze kaldılar.  

İşte bu noktada sivil yapılar olarak tarikatlar ve ulemanın medreseleri Kürt edebiyatı ve kültürünü yaşatmak için hayati bir rol oynadı. Kürt toplumsal yapısını moderniteye karşı korudu ve yaşattı. Ayrıca Kürt meşayihi ve uleması, baskılar karşısında canını vererek kendisinden sonraki çağlara kahramanlık ve fedakârlık hatıraları bıraktı. Bugün Kürtler içindeki seküler yapılar dahi propagandalarını Seyyid Ali, Şeyh Şahabeddin, Şeyh Ahmed Berzanî, Şeyh Said ve arkadaşları ve Seyyid Rıza’nın cesaretleri ve fedakârlıkları üzerinden yapmaktadır.  

Devam edecek inşaallah…

 

 

Diğer Yazıları

Tüm Yazıları

Diğer Yazarlar

Tüm Yazarlar