Dr. Abdulkadir Turan

Post modern “kanaat önderliği” ve seçme hürriyeti!

26.04.2023 07:00:28 / Dr. Abdulkadir Turan

Sandıkta tercihlerin arka planında sabit ve değişen etkenler vardır. “Kanaat önderliği”, genel olarak bir sabit etken olarak ele alınır. Oysa kanaat önderliğinin kendisi de süreç içinde değişmektedir. Bugün geleneksel kanaat önderliğinin yanında, modern ve post modern kanaat önderliği de söz konusudur. Bu değişim, dikkate alınmadığında yorumlarımızda yanılır, yanlış kanaatler öne süreriz.

Kanaat önderleri; ikna ve yönlendirme kabiliyetine sahip ve bu kabiliyeti kimi zaman baskı düzeyinde kullanabilen şahsiyetler olarak bilinir. Onların çevreleri adına tercihte bulunma ve çevrelerini o tercihe yönlendirme konumları da söz konusudur.  

Bu bağlamda “kanaat önderliği”, modernist sosyologlarca, bireyin kendi başına hareket edemediği bir “kapalı toplum” kurumu olarak varsayılmıştır. “Kapalı toplum”dan kast ettikleri ise geleneksel inanç, düşünce ve yaşam tarzını sürdüren kültür çevreleridir.  

Modernist sosyologlar, modernist/çağdaşçı/seküler/laik çevreleri ise “açık toplum” kategorisinde ele almışlardır. Onlara göre bu tür topluluklar, “tabuları” aşmış, kendilerini sürekli bir değişim ve dönüşüme açmışlardır.

Halbuki Türkiye ve Mısır gibi İslam ülkeleri bağlamında modern laik çevre; iki yüz yaşına doğru tırmanırken kendi geleneğini üretti, kendi karizmatik liderliklerini oluşturdu, tabularını icat etti. Artık çağın ihtiyaçları; modern laik çevrenin tercihlerini belirlemiyor, ideolojik tercihleri, ihtiyaçlarına hükmediyor. İzmir-Karşıyaka gelişmemiş, onu enterese etmiyor; semt, ne kadar laik, oraya bakıyor. Belediye başkanını seçerken hizmetle değil, başkanın ideolojik duruşuyla ilgileniyor.

MODERNİST KANAAT ÖNDERLİĞİ

“Modern” kavramı, modernist çevrelerde yozlaşmış; sözde kalmıştır. Modernist çevreler, çoktan “kapalı toplum” tipine evrilmişlerdir.

Modern çevrelerde, karizmatik kanaat önderliği, geçen yüzyılda daha çok “localarda” ihdas edilir, oradan topluma sunulurdu. Günümüzde ise o kanaat önderliği çok yönlü değişime uğramış ve “modern mahalle”nin her yanına sinmiştir.

“Modern mahalle”de kanaat önderi, kimi zaman bir köşe yazarı, emekli bir asker, bir yargı mensubu, onların eşleri ya da bir banka memuresidir. Kimi noktalarda emekli bir valinin, bir üst bürokratın dul eşi ya da topluma hep lojman penceresi ve makam arabası camından bakmış ve artık yaşı epey ilerlemiş torunudur.

Bunlar, geçmişin Batı toplumlarında ya da Türkiye’deki azınlık toplumlarında rahibin, papazın mahalleyi gözetlemesi gibi kendi çevrelerini gözetlerler. Nostaljinin hâkim olduğu meyhaneler, kitapçılar, kafeler ve diğer buluşma noktaları onlara çevrelerini bir tür hücre içinde izleme, değerlendirme ve yönlendirme imkânı veriyor. Bunların pek çoğu çağın, gerisinde kaldığından sosyal medyayı kullanmayı bilmese de bir kısmı Facebook gibi zeminlerde de varlık gösterebiliyor.

Giyim-kuşam tarzı ve ibadetlere yöneliş, seküler kanaat önderlerini değişim hakkında paniğe sürükleyen kriterlerdir. Ama onlar için en kolay değişim ölçümü, siyasal tercihte farklılaşmadır.  

Modernist kanaat önderleri, çevrelerindeki farklı siyasal tercihleri, kendi dünyalarını yıkmaya kast olarak görüyorlar. Dolayısıyla “mahalle”nin tercihinden farklı bir tercihi dillendirmeyi dahi ihanetle bir tutuyorlar. Hiçbir şekilde CHP ve türevleri dışında bir partiye oy verilmesine tahammül etmiyorlar. Buna kalkışanı aşağılayıp itibarsızlaştırarak ötekileştiriyorlar.

 Kısa bir süre ikamet ettiğim Ankara Batıkent’te bunun uç örneklerini gözlemlemiştim.

Batıkent, CHP’li Murat Karayalçın tarafından devlet imkânları ile inşa edilip modernist çevrelere bir tür armağan edilmişti. Benim ikamet ettiğim dönemde o çevre, kısmen Çayyolu-Ümitköy taraflarına geçmişse de Batıkent, hâlâ ciddi bir yaşlı modernist emekli kesimin ve onların yaşı yine epey ilerlemiş çocuk ve torunlarının semtiydi.

2007’deki referandumdan önceki akşamüzeri metroda “Evet-Hayır!” tartışması açıldı. “Yaşlı teyzeler” ile “emekli amcalar” başta olmak üzere vagondakiler, “Evet!” diyecek olanlara yönelik ağır hakaretlerde bulundular. Cumhuriyet, Atatürk, laiklik, çağdaşlık, ona karşı gericilik, Tayyip Erdoğan, yaşam tarzını dayatma sözleri havada uçuşuyordu. Duruma bakılırsa “kent”te tam bir konsorsiyum vardı. Bizim gibi “barbarlar” söz hakkına sahip değillerdi, aksi hâlde başka bir semte hatta ülkeye göç etmeliydiler. Zira Mustafa Kemal’e, Cumhuriyete layık değillerdi. Dolayısıyla semtteki herkes, bulunduğu semt gereği “Hayırcı” idi.  

Baskı, insanı ikiyüzlülüğe iter. Karşılık vermeden yüzlere baktım, en az yüzde kırkı sahte bir tepki içindeydi. Sonuçlar açıklandığında yüzde kırk altı gibi oldukça yüksek bir oranda “Evet!” çıkmıştı.

Bu sonuçlar, o laik kanaat önderlerini yumuşatmadı, aksine daha da agresif bir küskün psikolojisine itti. Bundan dolayı toplumun tümüne yönelik ağza alınmaz hakaretlere yöneldikleri olmaktadır.  

Türkiye, 2023 Cumhurbaşkanlığı ve Meclis Seçimlerine de bu laik, çağdaş, agresif, modern kanaat önderlerinin baskısı altında girecek. Değil bir yakınları, yanlarındaki bir vapur yolcusu olarak dahi farklı görüş beyan ederseniz vay hâlinize! Ne yurtseverliğiniz kalır ne zekâdan yana nasibiniz!

Bu yaşlı laik kanaat önderleri için sorun laiklik, Batıcılık gibi görünse de tek başına öyle değildir. Bunlar, kendilerini yaşam standardı bakımından ülkenin ayrıcalıklı sınıfı olarak görürler. Düne kadar lojmanlarda, ayrı semtlerde oturmaktan özel bir keyif aldıkları gibi, sıradan “yurttaş”ın binmediği araçlara binmekten, okumadığı okullarda okumaktan, gitmediği hastanelerde tedavi olmaktan da keyif alıyorlardı.

Gün geçtikçe bu ayrıcalıklarını kaybediyorlar ve dünün “çapulcuları” olarak gördükleri halkla aynı ortamları paylaşmaktan, aynı havayı teneffüs etmekten nefret ediyorlar. Bunun için kendilerine bunu sürükleyen iktidarlara karşı müzmin bir muhalefet içindeler. Bakırköy’de ilk kez oy kullanacak bir genç, babaannesi gibi CHP’ye vermek zorunda mı, ne yazık ki evet, aksi hâlde harçlığından bile olur! Zira “kent”in kanunlarını ihlal edenler harçlık bile hak etmez!

Ama geleneksel kanaat önderliği ve sözde “mahalle baskısı” iddiası sentezlenerek “çağın gerçekliği içinde” üretilen bu modern kanaat önderliği, seçmen hürriyetini kısıtlamakta yalnız değildir.

GELENEKSEL KANAAT ÖNDERLİĞİ DE KULLANIMDA

CHP ve ortakları, özellikle mezhepsel ve etnik yoğunluklu çevrelerde geleneksel kanaat önderliğinden de fazlasıyla yararlanıyorlar. Kimi metropol semtlerinde bile bir mezhebin dedesi, semtin en politik siması konumunda olabilmektedir. Dede, ev ev dolaşarak ya da başsağlığı gibi vesilelerle ulaştığı toplum kesimini farklı tercihte bulunmaları durumunda “düşkünlük” ile ilişkilendirebiliyor.

CHP’nin ortağı HDP ise kimi dedesi “şeyh” olanların yanında ezici çoğunlukta eski CHP’li ağaların çocuklarını ve bazı hoca eskilerini “kanaat önderi” olarak kullanıp toplum üzerinde açık açık baskı kuruyor.

Böylece “modernist kanaat önderliği -geleneksel kanaat” önderliği, “açık toplum-kapalı toplum” buluşması sağlanıyor.

Mesele bu kadar da değil.

POST MODERNİST KANAAT ÖNDERLİĞİ

Kanaat önderliğinin esası, değerlere ve o değerleri korumaya dayanır. Bu bağlamda “geleneksel” değerlerin yanında, “modern değerler”den de söz edilir. Dolayısıyla birinin laiklikten söz etmesi de modern bir değere sahip çıkma bağlamında değerlendirilir. Oysa post modern dünya, değersizliği “değer” kabul edip değersizliğin kanaat önderliğini üretti, üstelik bunu üretirken eski üretimleri de tamamen dışlamadı.   

Post modern dünyada, değerlerden uzaklaştıkça değer kazanmak gibi, konum ve etki sahibi olmak gibi yeni bir “çağcıl zemin” icat edildi.

Özellikle ABD’de sınırsızlığa yönelen pop starların toplum üzerindeki etkisinin mevcut ABD düzenini korumaya yönelik bir sermayeye dönüştürülmesi bunun önünü açtı gibi.

Türkiye’de AK Parti, ilk dönemlerde laik çağdaş çevrelere açılmak için geçmişin artık “muhafazakâr” gibi kabul edilen bazı şarkıcı ve türkücülerini yanına çekmeye çalıştı. Müzik tarzlarının modasının geçmesiyle yalnızlığa sürüklenen ve kabul görmeye muhtaç bu eski “sanat” çevreleri, kendilerine uzanan eli keyifle tuttular. Bunlar, “modern” semtlerde bir oy hareketliliği oluşturdular mı, meçhul. Ama “Orhan Gencebay da bizi destekliyor!” türü ifadeler ne yazık ki bir geniş tabanlılık ve meşruiyet malzemesi olarak kullanıldı.

Türkiye’de en geç 2011’den bu yana Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğine karşı, bir iktidar üretme arayışına girenler, Gezi Parkı olaylarında açıkça izlendiği üzere post modern kanaat önderliğini Türkiye’ye taşıdılar.

Pop starlar, unutulmaya yüz tutmuş ve sadece bedenlerini teşhir ederek ya da sapkın cinsel yönelimleri ile kendisinden söz ettirmek isteyen sözde sanat çevreleri bir tür hızlı asansörle aniden “özgürlük savaşçısı” oluverdiler. Batılı şirket ve vakıfların desteğindeki sözde muhalif, hakikatte ülke dışı ilişkiler açısından “bağımlı medya”, bunları hemen duyurdu ve saygın bir “kanaat önderi” gibi tanıtmaya başladı. Daha çok soyunanın, daha sapkın eğilimlere yönelenin daha çok adını duyurduğu bu yeni önderlik yarışı ortamı, “zevk üzerinden avlayıp ideolojik zemine intikal ettirme” basit mühendislik mekanizmasına dayanıyordu.

Hedef, “uygarlaşarak” uyuşan kesimlerin gençliği başta olmak üzere, değerlere karşı şu veya bu sebeple bıkkınlık işareti veren geleneksel dünyanın “çılgın” gençliğini de protest bir zemin üzerinden politik bir sermaye dönüştürmekti.

Seçme hürriyeti, sadece sandığa gidebilme hürriyeti değildir; aynı zamanda sandığa gidenin hür iradesiyle rey kullanma hürriyetidir.

Sözü edilen mekanizma, oldukça hızlı işledi, “mahalle”yi de aşan bir linç kültürü üretti, farklı tercihte bulunanı aforoz etti, gün geçtikçe seçme hürriyetini tehdit edecek boyutlara ulaştı.  2019 Yerel Seçimlerine kadar olgunlaşarak CHP-HDP lehine sonuçların alınmasında oldukça etkili olan bu mekanizma içinde, bugün bir tiyatrocu CHP ve ortaklarına oy vermeyeceğini söylese bir daha sahnelere ayak basamaz. Şarkıcı olsa meyhanede bile mikrofon tutamaz. Zira CHP ve birleşenleri hiçbir şekilde hür iradesiyle rey verme anlamında seçme hürriyetini tanımıyorlar, halkın desteğini kazanamayacaklarından emin olduklarından 1950 öncesini yaşatmak için sürekli farklı yol arayışlarına giriyorlar.  

Henüz üzerinden üç ayın bile geçmediği 6 Şubat Depremi’nde bu mekanizma, başarılı kuruluşların çalışmalarını ve sivil toplumun iyilik yanının görünürlüğünü engellemek için kullanıldı. Ona karşı üretilen seküler iyilik kurumlarına sahte bir görünürlük kazandırılmaya çalışıldı. Özellikle Kızılay’ın yıpratılmasında bu yöntemin başarılı olduğu da görüldü. Modernist zihniyetin elindeyken batan kurum, dünyanın en başarılı yardım kuruluşları arasına girmişken kan bulamaz duruma getirildi.

Özetle CHP ve birleşenlerinin ardındaki siyasal mühendislik, modern-geleneksel ve post modern  kanaat önderliğini bir arada işletmek gibi güçlü bir seçim baskısı süreci yürütmektedir.

CHP’li belediyelerin 2019’dan bu yana başarısızlıkları, derin toplumsal şuur ve genç neslin bir kısmının sözle icraat arasındaki farkı görmek gibi etkenler olmasaydı CHP ve birleşenlerinin bu seçimi salt mühendislik üzerinden yüzde altmışla kazanması hiçten değildi.    

 

 

Diğer Yazıları

Tüm Yazıları

Diğer Yazarlar

Tüm Yazarlar