Yüksekova meselesini ilgilendiren yaşanmış iki hikaye aktaralım:
Birincisi Mardin`den: “12 Eylül öncesi… İslamî gençlik tehdit altında. Akşamları hakarete uğruyorlar. Sabahları uyandıklarında kapılarında tabut maketi yapıştırılmış görüyorlar. Bir süre sonra solcu gruplar, tehditlerini gerçekleştiriyor; 28 Ağustos 1978`de üç yüz kişilik bir grupla on-on beş gence saldırarak Ahmet Hattaboğlu ile Cemal Havuzoğlu`nu şehid ediyorlar.
Mardin, Milli Selamet Partisi`nin milletvekili çıkardığı nadir illerden... O sırada Mardin`e Ankara`dan bir MSP heyeti gelmiş. Gençler, heyetten şehidlerin evlerine taziye ziyareti istiyorlar.
Cevap partili hareket ve batıdaki kardeşleriyle ilişki konusunda bir travmaya yol açacak kadar ağır: Kızıltepe`de falan Hacı Ağa, bize yemek yapmış, taziyeye gidersek yemeğimiz soğuyacak. Hacı Ağaya ayıp olacak.” Ardından 12 Eylül oluyor, Mardin`in o gençleri Diyarbakır zindanına atılıyor ve MSP avukatlarından kimse oraya uğramıyor bile…
İkinci hikaye bir kasabadan…“1989…İslamî kesimle PKK arasındaki gerginlik başladı başlayacak. Kasabada aşiretçilik-akrabalık bağı, PKK ile ilişkiyle iç içe... Akraba çevresinde ağırlığı olan bir adam, dükkanının önünden geçen ve Hizbullah`tan olduğunu düşündüğü bir genci içeriye buyurur. Hitap akrabalık tarzından tehdit PKK adına:
-Yeğenim, bakıyoruz da hiç durmuyorsunuz, olur mu böyle?
Genç, durmak mı, biz vazifemizi yapıyoruz, inandığımızı anlatıyoruz, siz de anlatın, biz de anlatalım, halk kime inanırsa o başarılı olsun, der.
Adam, olur mu öyle şey yeğenim, siz bu kasabanın en akıllı gençlerisiniz, bakıyorum da nerede pırıl pırıl bir genç varsa yanınızda, biz sizinle akıl fikirle mücadele edemeyiz, böyle giderse sizi ancak döveriz, diyerek ustaca tehdit eder.
Aradan yirmi iki yıl geçer, iki taraf da çok acı çekmiş olarak karşılaşır. PKK adına konuşan kişi, BDP`nin aktif bir çalışanı, o konuşmayı gayet iyi hatırlar:
-Yaptığımız basbayağı ahmaklıktı. Partimizdeki ajanların kışkırtmasına geldik. O kirli oyuna sokulduk. İnanıyorum ki bir daha böyle şeyler olmaz, der; bir bakıma özür diler.”
Uluslar arası güçler, Kürtleri modernizm adı altında dinden uzaklaştırma projesinde ısrarcı ve Apocular, bu projeden en büyük payı kapma iddiasında. Bu yönde Hakkari çevresini, Batı`ya teşhir edilecek bir laboratuar olarak kullanmak istiyorlar.
Son dönemde, tamamen siyasi olan sivil cuma namazlarının modernizmin sponsorları nezdindeki imajlarını tehlikeye düşürmesinden endişe ediyor olacaklar. Bunun için yörenin (modernizm adı altında) dinden uzaklaştırılmasına karşı en önemli seddi oluşturan ve saldırdıklarında modernizmin büyük destekçileri Yahudi kuruluşlarından en çok prim alacakları kesin olan Müstazaf-Der çevresine saldırıyorlar. Kendilerince bütün modernist hareketlerin olgunluk dönemi gibi bir yandan dini kullanıyorlar, öte yandan İslam karşıtı uluslar arası güçleri memnun etme kurnazlığına oynuyorlar. Bu iş için de BDP`de ahmak bulmakta zorluk çekmiyorlar.
Ya hükümet cephesi… Hükümet, modernizm konusunda Batı`yı karşısına alamıyor. Aksine ülkenin ekonomik kalkınmasıyla orantılı olarak yöreye modernizmi dayatmak için ayrılan bütçe, Cumhuriyet tarihinin en üst seviyesine ulaşmış durumda.
SODES üzerinden yapılan yatırımlar, hem partili müteahhitleri tatmin ediyor hem de sadece matematikten anlayan Avrupa Birliği müfettişlerine hükümetin modernizme yaptığı yatırımı fazlasıyla kanıtlamaya yetiyor. İş o kadar abartıldı ki devlet, Diyarbakır`ın Hani ilçesine bile kadın kuaförlük kursu açtı. Orada ihtiyaç mı var? Hayır… Devlet modernizm projesinde ihtiyaca bakmıyor, ihtiyacı bizzat oluşturuyor, dayatıyor. Bu alandaki devlet dayatmaları, BDP`li belediyelerin Halkevleri çalışmalarıyla da birebir örtüşüyor.
Hükümet bunun duyulmasından, eleştirilmesinden ciddi rahatsızlık duyuyor. Bu eleştirilerin batı illerindeki oylarını düşürmesinden korkuyor.
Bu projelere fark gözetmeden ses getirecek kadar tepki duyan tek taraf Mustazaf-Der çevresi… Hükümet, Mustazaf-Der`in modernizm projelerini deşifre etmesine gizli bir tepki duyuyor. Tamam…
Ama bu durum, hükümetin güvenliği sağlamamasını gerektiriyor mu? Sen hem, bir çakı dahi bulundurmayan insanların evlerine terör operasyonları düzenlenmesine göz yumacaksın hem kendine bağlı basın üzerinden bir çakı bulunduracak dindar adamı “provaktör” olarak fişleyecek yayınlar yaptıracaksın. Öte yandan her hükümetin alması gereken sıradan tedbirleri de almayacaksın… Akşam Yüksekova`da olay olacak, sabahleyin taziye var ve sessiz sedasız taziyelerine giden insanlar için olağan tedbirleri bile göz ardı edeceksin… Ardından Türkiye`de hükümet yokmuş gibi sessizliğe bürüneceksin…
Mesele herkesi düşündürecek kadar çok yönlü… Seçim şu bu… Bunlar gelip geçici… Ama bütün tarafların bilmesi gereken bir gerçek var: İslam, bizim 1000 yıllık da değil, 1400 yıllık gerçeğimizdir. Bölgenin yakın ve uzak tarihi bu gerçekle oynanmaması gerektiğini açıkça gösteriyor.