Peygamber sevdasıyla meydanlara dökülenler, emperyalistlerin projelerinin en çok farkında olan ve ona en büyük tepkiyi duyan kitlelerdir.
Bu kitleler, İslam`ı canı sıkılan bireyin rahatlama aracından ya da zulüm gören şahsın teselli duasından ibaret görmüyorlar. İslam`la uyuşmamışlar, uyuşukluk hâlinden uyanmışlar. “…Rabbimiz, bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver…(Bakara 201)” duasını şuurla yaparlar.
Dini Resulullah`ın sünnetinden uzaklaştırarak her tür toplumsal isteğin ötesinde görmek “dolaylı laikleşme” veya “gizli laikleşme” projelerine destek olmaktır.
Din, ferde sağladığı huzurun yanında toplum için bir kurtuluş yolu olmayacaksa Resulullah`ın anlattığı din olmaz.
İslamî istekler, Kürt meselesinin alternatifi değil, aksine Kürt meselesinin çözümü, İslamî istekler içinde yer teşkil etmektedir.
Hepimizin sorunlarının kaynağında “ulusalcı” devlet dayatması vardır. Toplumu tek tipleştirmeyi hedefleyen bu dayatma, Çankırı`daki annenin “Yarın çocuğum, İslamî kişiliğini koruyabilecek mi?” kaygısının kaynağı olduğu gibi; Diyarbakır`daki annenin “Yarın çocuğum, İslamî kişiliğini koruyabilecek mi?” kaygısının yanında “Yarın torunumla konuşabilecek miyim?” kaygısının da kaynağıdır.
Dayatmanın yol açtığı sorun, Diyarbakır`da katmerlidir. İslam`ın penceresinden bakıp da bu katmerli hâli görmemek olmaz.
“Artık Kürt meselesi yoktur” diyenler, acaba kendi anneleri; torunlarıyla Türkçe konuşamazsa, örneğin torunları Almanca bir yana sadece Arapça eğitim aldığından babaannelerine Türkçeyle ‘Nasılsın?` diyemezse ne hissederler?
Özellikle batıdaki şehirlerde yaşayan Kürtlerin pek çoğunun çocuğu, yirmili yaşlara merdiven dayadığı hâlde bugüne kadar bir kez bile baba annesiyle veya dedesiyle konuşabilmiş değil.
Nesilleri birbirine yabancılaştıran bu hâl, sorun değilse insan için sorun nedir? Ve biz bu sorunun çaresini İslam`da aramayacaksak İslam`ın sorunlara çare olduğunu nasıl söyleyeceğiz? “İslam kurtuluştur” iddiamıza bu halkı nasıl inandıracağız? Dahası insanlığa kurtuluş olarak gelen Resulullah`a sevdalı olduğumuzu kendimize nasıl kabul ettireceğiz?
Kürtçenin eğitim programına alınmaması, yerleşim adlarının hâlâ iade edilmemesi gibi öncelikli sorunlar, Kürt ferdinin değil, Kürt toplumunun sorunudur.
İslam`ı toplumsal haklara düşman veya alternatif gösterenler, “Ya İslam olacaksınız ya da toplumsal haklarınıza sahip çıkacaksınız?” diye toplumun önüne ikili bir tercih koyanlar, Resulullah`ın sünnetinden uzaklaşıyor; “İslam, halkın sorunlarına çare olmaz” diyen sosyalist kesimin elini, bilerek veya bilmeyerek güçlendiriyorlar. Onların laik-ulusalcı fikriyatına malzeme taşıyorlar.
İslamî çözüm, sosyalist çözümün de alternatifi değildir, aksine sosyalist çözüm İslamî çözüme karşı bir alternatif olarak geliştirilmiştir. Sosyalist çözüm, ilk değil, sonrakidir; asıl değil, bir sapmadır. Onlara karşı olma iddiasıyla İslamî istekleri Kürt meselesine alternatif oluşturma olarak düşünmek ya da Kürt meselesini İslamî isteklerin dışına çıkarmak bu sapmanın önünü açar, emperyalist projeye hizmet eder.
Mağdur bir toplumun haklarıyla ilgilenmek o topluma yönelik ayrıcalık istemek değildir; aksine bir mahruma destek olmaktır. Bu sorunu gündeme getirmek, “ümmet” bağına zarar vermez; aksine Türk, Arap kardeşlerin bu sorunla ilgilenmeleri ümmet bağını güçlendirir.
Peygamberine bağlanan, çocuğuna “Ne mutlu Kürdüm diyene!” demeyi öğretmez. Ama “Ne mutlu Türküm diyene!” dayatmasını da kabul etmez. Bu dayatmaya karşı mücadele eder. Dolayısıyla Kürt sorununun çözümünde taraf olur.