1. İslami çözüm
2. Sosyalist çözüm
İslamî çözüm, Bölge`nin gerçeklerinden doğdu, toplumun isteği olarak şekillendi. Sosyalist çözüm ise, 1940`lı yıllardan itibaren üniversiteye giden öğrenciler üzerinden dışarıdan dayatıldı. Devlet Planlama Teşkilatlarında çalışan uzmanlarca, devlet yurtlarında Bölge gençlerine öğretildi.
Bu anlayış, güç olarak bir noktaya gelince de “uluslar arası sistem”in doğrudan ama “kontrollü” desteğini aldı. Bugün bu “kontrollü destek süreci” hızlanarak devam ediyor.
Kanıt mı, Türkiye`nin uluslar arası kontrole daha çok açıldığı süreçlere bakın. Örneğin 28 Şubat sürecine… Devletin 1998-2002 yılları arası gizli kararları açıklansa karşınıza ilginç gerçekler çıkaracaktır.
Bugün değişen bir şey yok. Olaylara yüzeysel bakmamak gerekir. Devlet, “Kürtleri birileri temsil edecekse sosyalistler temsil etsin” noktasından bir adım geri gitmiş değil. YSK, şu adayları veto etmiş, onu onaylamış, bunlar teferruattır. Elde edilecek hasılat önemlidir. YSK`nın yedi bağımsız adayla ilgili kararı, sosyalist kesimi güçlendirir mi, güç durumda mı bırakır? Bu sorunun cevabını bilmek için YSK`de hakim olmak gerekmez.
Öte yandan televizyonlara bakın, her akşam neredeyse her haber kanalı en az bir saatini, Bölge`nin sosyalist kesiminin sözcülerine ayırıyor. Onlara muazzam bir “kendini anlatma” imkanı tanınıyor. Kendilerine “Kürt halkının tek meşru temsilcisi” konumu kazandırılıyor. Bununla birlikte, onları Türk toplumuna da sevdirme hizmeti yürütülüyor. İşaretleri 90`lı yıllarda alınan bu projeyi hep birlikte izleyelim. Emin olun, altından sürprizler çıkmayacak.
İslamî çözüme gelince, Üstad Bediüzzaman, Abdülhamit tarafından “deli” diye tımarhaneye atıldığı gün yalnızdı, Rabbiyle baş başaydı, bugün de yalnızdır ve Rabbiyle baş başadır İslamî çözümü isteyenler.
İslamî çözüm, sadece samimi gayrete dayanıyor ve her adımında zulüm görüyor. Üst üste iki nefes almaması ve ülke genelinde bir “görünürlüğe” kavuşmaması için hiçbir harekete karşı denenmemiş tedbirler alınıyor.
Peygamber Sevdalılarının etkinliklerine bakın, bu baştan sona İslamî etkinliklerin yapılmaması için dünden bugüne olağanüstü yollar denendi. Bugünse basın üzerinden “yok sayılıyor”. Kimse, bu etkinlikleri bir kavme mal edemez. İçinde herkesin katkısı var. Ama Şark`tan gelmesi görülmemesine yetiyor. Gazetelere, televizyonlara bakın; sanki memlekette böyle bir şey yaşanmıyor.
Hani laik-ulusalcı basını anlıyoruz. Onlar, “sistemin sözcüleri olarak” ancak olumsuz bir yöne çekilecek bir şey bulursa konu edinecekler. Ya “muhafazakâr basın”?
Ne yazık ki Türkiye`de “muhafazakâr kesim”, “sistemin kendisine biçtiği rolü” bir santim bile aşmayı beceremiyor ya da göze alamıyor. Buna son dönemde bir de israil-Amerika faktörü eklendi. Muhafazakârlar, sloganlarına rağmen, uluslar arası sistemi homurdatacak gelişmelere sevinmeyi bile “tehlikeli” görüyor.
Devlet, muhafazakâr kesime, “milliyetçiliği” kaftan olarak biçmiş. Muhafazakar kesim, bu kaftana öylesine sarılmış ki pek çoğu ilhamını Şark âlimlerinden aldığı hâlde Şark`tan ne gelse ona kuşkuyla bakıyor. Hem burada kendisiyle çelişiyor hem de bir yandan “ümmet” derken öte yandan meselelere “milliyetçilik” şuur altından bakmakta çelişkiye bürünüyor.
Bu kesim, olaylara “milliyetçilik şuur altından baktığı için” Bölge`deki İslamî gelişmeleri şaşı görüyor. Bölgeyle ilgili her İslamî gelişmede bir “olumsuzluk” arıyor, karşı koymak için kendisini zorluyor, harap ediyor. İşi o kadar abarttı ki adeta “Din, çok tehlikeli; oralarda din olacaksa kontrolümüzde olmalı, aksi halde hiçbir dini hareketliliğe izin verilmemeli. Dinsize bile insanlık namına sahip çıkılır; ama tanımadığın dindarın ağzını kapatacaksın” diyecektir. Neticede pratikte, muhafazakâr kesim de devletin “Kürtleri birileri temsil edecekse sosyalistler temsil etsin” noktasında kalıyor.
Üstelik, bu kesim “tanımadığı dindarı” tanımak için de bir şey yapmıyor, aksine tanımamak için bahane üretiyor. Vicdanı kendisini zorlayınca buralarda kabul arayan bir iki yalnıza “Hoş geldin” deyiveriyor ya da Bölge`ye şah şahalı ama içi boş turlar düzenliyor.
Sistemin izin verdiği kalıp bu kadardır. Bu kalıbın kırılacağına dair şimdilik bir umut yok.