Dr. Abdulkadir Turan

Ders Kitapları Baştan Sona Değişmeli

08.06.2012 12:52:00 / Dr. Abdulkadir Turan

Eğitimde bir değişim süreci yaşanırken ders kitaplarına neredeyse hiç dokunulmuyor. Eğitim planlayıcıları, nasıl olacaksa, öğrencinin eski yol bilgileriyle yeni bir adrese ulaşmasını bekliyor.

“Eğitim politikası” tercihi, sistem ve hükümetlerin aynasıdır; bu tercih, onların dünya görüşünü ve o görüşteki ısrarını ortaya koyar.

Eğitim politikasını belirlemek nedir?

Van`ın Muradiye ilçesindeki bir genç, dünyaya nereden bakacak, kendisini “kim” olarak görecek, bir sorunla karşılaştığında çözümü hangi kaynaklarda arayacak? Edirne`nin Keşan ilçesindeki bir kız çocuğu, giyimini belirlerken kime bakacak, bir anne adayı olarak gelecek nesillerin kurtuluşunu nerede görecek, çocuğuna ismi verme çağına geldiğinde nasıl bir fihriste bakacak, çocuğu için ninni ararken hangi kültürden yararlanacak? Eğitim politikası`nı belirlemek bu soruların cevabına karar vermektir.

Her sistem, kendisi için bir insan tipi tasarlar; Eğitim politikası belirlemek, tasarlanan o insan tipinin kimlik bilgilerini hazırlamaktır.

Müslüman bir insan mı?

siyonist bir insan mı?

Hıristiyan bir insan mı?

Karışık (!) bir insan mı?

Allah`a inanmayn bir insan mı?

İnsanların kalbinden Allah inancını çıkarmak için tepinen bir insan mı?

“Allah” deyince kalbi titreyen; insanların kalbine Allah korkusunu ve Allah sevgisini yerleştirmek  için mücadele eden bir insan mı?

Bir devlet, bir hükümet, geleceğini bu insanlardan hangisi üzerine kurmak istiyor? Bunun cevabı, eğitim politikasıdır. Eğitim politikasının aynası ise ders kitaplarıdır. Ders kitapları, bir eğitim programında hedeflenen insan tipinin bütün ölçülerini verir. Hedeflenen insan tipinin kimliği, kendisini bütün açıklığıyla ders kitaplarında gösterir.

Ders kitapları, devlet ve hükümetlerin kimlik kartlarıdır. Bir devlet ve hükümetin, sahip çıktığı inanç, desteklediği kültür; gelecek için öngördüğü hedefler kendisini en iyi şekilde ders kitaplarında gösterir.

Ders kitapları, gelecekte hayatın teslim edileceği çocuğun yol rehberidir; ikilik kabul etmez, çelişki kaldırmaz. Bir çocuğa hem Allah düşmanlarını “örnek insan”, “Kurtuluş önderi” diye okuturken, ona bunu dikte eden bilgiler aşılarken, onun dünya görüşünü bunun üzerine şekillendirirken onu “dinine-imanına bağlı” biri olarak yetiştirmek isetdiğinizi iddia edemezsiniz. Eğitim programınız, bu kadar ağır bir çelişki içinde iken halka “Çocuğunuzu bize güvenle teslim ediniz” diyemezsiniz. Belki demeniz gereken şudur: “Ey halkım, (biz mecburiyetten de olsa) bozuyoruz,siz düzeltmeye bakın!”

Kişiliği şekillenme çağında olan bir çocuğa, onu yönlendirmek istediğiniz yere tam zıt yönü gösteren direktifler vermeniz bir felakettir. Bunu yapmak, onu çelişkiler içinde bırakıp kişiliksizliğe sürüklemektir.

Çocuğu, bu “kişiliksizlik” felaketinden korumak için her sabah ona “sakın bana inanma, evde ne öğrendiysen doğru odur” demeniz gerekiyor.

Halkın önemli bir bölümü bugüne kadar inancından dolayı kendisini “resmi sosyal politikalara” teslim etmedi, çocuğunu her sabah o politikalardan etkilenmemesi için uyarmak zorunda kaldı, ona “Aslında öğretmenin de şu konuda anlattıklarına inanmıyor. Ama emrediyorlar, anlatmak zorunda kalıyor. Sen onu dinle de onun o konuda anlattıklarına inanma çünkü o da senin inanmanı istemiyor, sadece sınıfını geçmen için onları sana öğretiyor” dedi.

Bu ikilik, devam edecekse yeni dönemde değişen nedir? Ve insanın düşünmek bile istemediği alternatif: “Ya halkın bir kesimi, eğitim politikasına karar verme konumunda olanların sözlerine bakıp her şeyin düzeldiğini düşünüp de çocuğuna bu uyarıyı yapmaktan vazgeçerse?”

Acaba bugün eğitim politikasına karar verme konumunda olanlar, bunu gerçekten gönül rahatlığıyla ister mi? Halka “bu uyarıdan vazgeç” derse akşam rahat uyur mu?

HÜKÜMETLER SOSYAL POLİTİKALAR KONUSUNDA ÜRKEK

1960`lı yıllarda Menderes`in mirasını paylaşanlar iktidardadır. Ama o dönemde liselerde okutulan yakın dönem Türkiye tarihinde Menderes, bir hain olarak tanıtılmakta; onun devrilmeyi ve idam edilmeyi hak ettiği yargısı çocukların beyinlerine aşılanmakta; açıkca darbe propagandası yapılmaktadır.

ANAP Hükümetlerinin ilk yıllarında, ders kitaplarında, özellikle Vehbi Dinçerler döneminde önemli değişiklikler yapılırken o yıllarda okutulan din kültürü kitapları bir zamanlar Ekber Şah`ın Hindistan`ında üretilmeye çalışılan İslam-Ekber Şahçılık karışımı dini andıracak kadar gerçeklerden uzaktır. O dönemde, “Kurucu bürokrasinin” baskısıyla, “dine karşı olan” din`denmiş gibi çocukların zihnine kazındı.

O günlerde din dersleri artırılmış ve üstelik ilkokul dörtten itibaren zorunlu hâle getirilmişti. Bu olumlu gelişmeyi aleyhe çevirmek isteyen güçler, öğretmenlerin eline öyle ders kitapları koydular ki öğretmen biraz duyarlıysa o kitapların bir bölümünü yok saymak durumunda kaldı. Çünkü o bölüm okutulduğunda öğrencinin zihin dünyasını felç edecek bir ikilik oluşuyordu. Üstelik bu ikilik, bizzat din dersi öğretmenlerinin eliyle ve din adına dayatılıyordu. O dönemde pek çok din dersi öğretmeni bu yüzden ceza aldı, fişlendi ya da o kötü programın bir aracısı haline getirildiği için bunalıma girdi.

Neden?

Çünkü bu tür hükümetler, “faaliyet alanı” olarak sadece “ekonomik kalkınmayı” bildiler. Sistemin temelini oluşturan sosyal politikalara dokunmaktan, bu konuda program bir yana fikir üretmekten, fikir üretmek bir yana bir iki söz söylemekten bile ürktüler. Sosyal alanı sistemin “kırmızı çizgisi” gördüler, dokunulmaz bildiler.

Rolleri belliydi: Onlar, “yükün altında terleyecek.” Sistemi oluşturan askeri-idari bürokrasi, onun yanında yer alan, sözde eşraf iş çevreleri ve bu cepheye şemsiye olan uluslararası güçleri, taşınanı, toplananı, biriktirileni yiyeceklerdi.

Bu rolü öylesine benimsediler ki onu “hizmet” bildiler. Sosyal alana dokunmayı “isyan” kabul ettiler. Bu yöndeki teklifleri, kendi hizmetlerini proveke etme girişimi olarak değerlendirdiler. Birkaç boyama yaptılarsa halk desteğini arkalarında tutmak için onu şişire şişire reklam ettiler, bunu halka büyüklüklerinin alameti olarak sattılar. Ama belki her mitingin ardından kurucu unsurlara dönüp ders kitaplarındaki resimleri ve okul önlerine diktikleri heykelleri kendi sadakatlerinin delili olarak sundular.

Bugün yeni bir süreçteyiz. Ancak bugüne kadar ders kitaplarının içeriğine neredeyse dokunulmadı. Neredeyse her şey olduğu gibi gidiyor. 2012-2013 öğretim yılının ders kitaplarında son düzenlemeler yapılıyordu. 2013-2014 ders kitapları da kurulların önüne konmuştur, konacaktır.

Basına yansıyan haberlere göre ders kitaplarından Arif Nihat Asya`nın ünlü “Bayrak” şiirinden “Sana benim gözümle bakmayanın mezarını kazıyacağım / Seni selamlamadan uçan kuşun yuvasını bozacağım” dizeleri çıkarılmış. Bu, Avrupa Birliği (AB) Müktesebatı`nın bir gereğiydi. AB, bu tür ifadelere eskiden beri itiraz ediyordu. Ya AB`nin itiraz etmediği hususlar?

Milli Eğitim Bakanı, ders kitaplarında “Öğrenci Andı, Atatürk`ün Gençilğe Hitabesi ve Atatürk resimlerinin bulundurulmasının zorunlu olduğunu bildiriyor ve ilköğretimle ortaöğretimde okutulan “İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük” derslerinin kaldırılması konusunda Bakanlığın bir çalışmasının bulunmadığı beyan ediyor. Buna rağmen, muhalefet, Hükümetin İslami bir eğitime geçtiğini iddia ediyor.

“İSLAMİ EĞİTİM” NEDİR?

İslam`ın tamamen dışlandığı, hatta kimi ayrıntılarda İslam`ın hedef tahtasına yerleştirildiği bir eğitimde İslam adına atılan her olumlu adım takdir edilir. Ancak okul programına birkaç İslami ders yerleştirilmekle eğitim İslamileşmiş olmaz.

İslamî eğitim, tek başına, İslam`la ilgili çok sayıda dersin okutulduğu eğitim değildir. Batı`nın pek çok üniversitesinde “Şarkıyatçılık” çerçevesinde İslam`la ilgili dersler okutulur. Ama kimse o eğitime İslamî eğitim demez.

İslamî eğitim, öğrenciye, dünyaya İslamî ölçülerle bakmayı öğreten, onun eline doğrunun belireleyicisi olarak İslam`ı ölçü olarak veren eğtimdir.  İslamî eğitim, öğrencinin fikriyatını tevhid üzerine bina etmeyi, pratiğini de helal-haram sınırları içinde oluşturmayı hedefler. Bunu hedeflemeyen bir eğitim, daha kötüsü, bir bölümü ile de olsa bunun zıddını hedefleyen bir eğitim, İslam içerikli 40 saat ders kapsasa da İslamî eğitim olmaz.

PAKİSTAN BENZERLİĞİ

Türkiye`de bugün yapılan değişim, bir dönem Pakistan`da yapılan değişimi andırmaktadır. İngiliz tahribatını gidermek üzere tasarlanan o değişimle ilgili olarak Üstad Mevdudi`nin eğitimle ilgili makalelerinin toplamından oluşan “İslam ve Eğitim” adlı eserde şu satırlar geçmektedir. “Şimdi düşünün bir kere bir yandan siz bir öğrenciye tüm dünyevi bilimleri öyle bir biçimde okutuyorsunuz ki o, evren denen mekanizmanın tümünün Allah`sız olduğunu, evrenin, O`nsuz işlediğini ve O`nsuz çok iyi işlediğini düşünüyor. Hangi bilimi okuyorsa, onun hiçbir yerinde, dünya fabrikasında, hayat fabrikasında Allah`ın etkisinin olduğunu, insanın evreni tanımasında Peygambere ihtiyaç duyulduğunu, vahye ihtiyaç duyulduğunu hissetmiyor. Tüm hayat düzenine bu gözle bakıyor. Ve birdenbire siz onu din dersine götürüp ona Allah`ın var olduğunu, Resul`ün var olduğunu, vahyin geldiğini, kitapların indiğini anlatıyorsunuz. Şimdi siz kendiniz düşnün, siz onu dünya gerçeğinden uzaklaştırıp (ona o yanlış bilgileri sunarken) o bu (Hakk`a dair) süresiz bilgileri kendi kavrama alanının neresine yerleştirecektir? Siz bu her öğrenciden, o evrene dair öğrettiğiniz yanlış bilgilerle din dersinde öğrendiği doğru bilgileri birbirine katıp kafasında doğru bir Allah inancı geliştirmesini nasıl beklersiniz?”

Hint ve Pakistan Müslümanları, Üstad Mevdudi`nin ifade ettiği, her ülkeye uyarlanabilecek bu uyarıları dinlemedi. Neticede o karmaşık eğitim, iki insan tipi üretti:

1.Eşarpının altında bir tutam saç çıkaran Pakistan kadınında simgelenenen kafası ve ameli karışık, dünyaya Batı`nın penceresinden bakan ancak kendi değerlerinden “tam” kopmaktan da endişe duyan bir tip.

2.si, bu tipe tepki olarak dünyadaki bütün gelişmelere kulağını ve gözünü kapatmış, kendisi gibi düşünmeyen Müslümanı dahi düşman gören bir tip.

Pakistan`ın bugünkü sorunlarının bir bölümünün altında bu iki tip arasındaki zıtlaşma vardır. Bu zıtlaşma, Pakistan`ın varlığını tehdit eder boyutlara ulaşacak kadar ağır neticeler doğuruyor.

Eğitimde çare “Yamalama” değil; anayasa ve yasaların kapsamına giren “Hedefler”den başlayarak öğretmen yetiştirme proğramıyla birlikte bütün ders kitaplarının sil baştan yazılması, bu program ve malzemenin İslamî bir şekil içinde İslamî bir ortamda öğrenciye sunulmasıdır.

Allah katında din İslam`dır; O`ndan başkasında huzur yoktur.

 

Diğer Yazıları

Tüm Yazıları

Diğer Yazarlar

Tüm Yazarlar