Her büyük olayda sembol isimler vardır. 6-8 Ekim olaylarının vahşetini de resmeden en iyi sembol Yasin Börü ismidir. O günlerin zulmünü gösteren en büyük hadise Yasin Börü’nün şehit edilme şeklidir. Aslında bu hadise birçok olaya ve hadiseye ayinedarlık edecek konumdadır. Hatta yakın tarihimizde yaşanılan olayların mücessem halini de resmetmektedir. Çünkü Yasin Börü olayı bir davayı anlatıyor. Yıllardır saklanılan cürümleri teşhir ediyor. Hatta “Yasin Börü” olayı sadece Türkiye’yi de anlatmıyor. Bütün coğrafyamızda yaşanılan zulümleri anlatıyor.
Evet, Yasin Börü, Filistin davasını, Halepçe katliamı gibi bu coğrafyada yaşanılan olayların mahiyetini de anlatıyor. Yasin Börü, Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte iki Said’e yapılan zulümleri de anlatıyor. Çünkü onlar hangi niyetle saldırıya uğramışlarsa, Yasin’de aynı şey için saldırıya uğramıştır. Şeyh Ahmet Yasin’i ve davasını hedef tahtasına koyan zihniyet ile Yasin Börü ve davasını hedef tahtasına koyan zihniyet aynıdır. Ebu Halepçe lakaplı Şeyh Osman ve davasını hedef tahtasına koyan ile Yasin Börü ve davasını hedef tahtasına koyanlar aynıdır. Said Nursi ve Şeyh Said’in davalarını hedef tahtasına koyan ile Yasin Börü ve davasını hedef tahtasına koyanlar aynı şer güçleridir. Aynı mekanizmanın tetikçileridir. Çünkü bu coğrafyada İslam tohumlarını ekmek isteyen tüm Müslümanlar bu şer güçlerin hedefindeler.
Memleketimizde 80’lı yıllardan günümüze kadar olağanüstü bir gayretle bu coğrafyada İslam tohumlarını atmaya çalışan Yasin Börü’nün dava arkadaşları hep hedef tahtasında olmuşlardır. Özellikle 90’lı yıllarda İslami çalışmaların bu coğrafyada yok olması için kendi taşeronları olan PKK eliyle muvahhid Müslümanları yok etme planlarını başlattılar. Her türlü zulmü reva gördüler. İftira ve karalamalarla bu Müslümanları halkın gözünden düşürmeye çalıştılar. Bunu başarmayınca da silahlı suikastlarla onları şehit etmeye başladılar… Fakat tüm saldırılara rağmen bölge Müslümanları her geçen gün güç kazandı. Taşeron örgüt, muvahhid Müslümanlarla baş edemeyeceğini anlayınca ak babalarına şikâyetlerde bulundular. Aynı yerden beslenen devletin derin sistemi devreye girerek bir taraftan Müslümanları şehit ederken bir taraftan müebbet cezalarla onları hapis ettiler. Yıl 2000’e gelince onları bitirdik diyorlardı.
Fakat kaderin üstünde bir kader vardı. Bu Müslümanlar çok kısa bir zamanda toparlandılar. Yıl 2006 olunca “Peygambere Saygı” mitingiyle Diyarbakır İstasyon Meydanı’nı hınca hınç doldurdular. Birileri cin çarpmışa döndü. Demek bunlar bitmemişti. Bölge üzerindeki hesapları tehlikeye girmişti. Yeniden ifsat çalışmalarına başladılar. 2011’de Yüksekova’da Ubeydullah Durna’nın şehadetiyle dozajı her gün artırdılar. Ve yıl 2014 olunca “IŞİD algısıyla” onlara göre tam zemin hazırdı. İrade gösteren Müslümanlar yok olmalıydı. Bir Kurban Bayramını seçiyorlardı. Saldırı için her türlü hazırlığı yapmışlardı…
Fakat diğer taraftan bir mukadderat vardı. İlahi irade tecelli edecekti. Tüm zulümlerini ifşa edecek bir hadise yaşanacaktı. Masum yüzlü “Yasin Börü” üzerinden tüm yaptıkları deşifre olacaktı. Öyle sadist bir ruhla Yasin’i şehit ediyorlardı ki annesi bile onu tanımayacaktı. Yasin’in cesedi tanınmayacak bir haldeydi ama onu tanıyan ve tanıtacak bir ilahi kudret vardı. Ve bu ilahi kudret, Yasin’i ve davasını tüm dünyaya tanıtacaktı…
Evet, Yasin Börü’yü hunharca şehit edenlere sesleniyorum. Bundan sonra düze çıkmak için çırpınmayın. Çünkü hep batacaksınız. Zira yaptığınız zulüm, gayretullaha dokunmuştur. Yıllarca Müslümanlara kan kusturduğunuz cürümlerin sonuçlarını yaşıyorsunuz. Yasin Börü’nün şehit edilmesine zemin hazırlayanlar ve bu cürmü işleyen yapılar hiçbir zaman iflah olmayacaklar. Yasin’den sonra iki yakaları bir araya gelmedi/gelmeyecek. Çünkü Yasin ve dava arkadaşlarının kanları peşinizi hiç bırakmayacak.