Önceki yazılarda “Dünya Mustazaflarına” tercüman olacak Filistin davası, Halepçe ve iki Sait olmak üzere üç hadiseyi anlattık. İmkânsızlıklar içerisinde imkân üretenleri anlamamız ve bu meselenin tam oturması için yakın tarihimizdeki ve güncel olan mustazaflardan söz etmemiz gerekir. Bu da PKK tarafından vahşice katledilen Yasin Börü ve davasıdır. Çünkü Yasin Börü hem kendi zamanının şehidi hem de 90’lı yılların şahidi olmuştur. Kendi ağabeylerinin görmüş olduğu zulmün mücessem hali olmuştur. Tarihte az rastlanan bir vahşetle katledilen Yasin Börü, geçmişte zalimler tarafından saklanılmaya çalışılan zulümleri ortaya çıkarmıştır. Bu coğrafyada yaşanan ve gizlenen zulmün tarifi Yasin Börü olmuştur…
Evet, 90’lı yıllarda bölgede İslami hizmet veren Müslümanların çekmiş olduğu acı ve zulümlerin mücessem hali olmuştur Yasin Börü. Bu yönüyle meseleye baktığımızda, imkânsızlık içerisinde gayret gösteren ve 80’li yıllardan 90’lı yıllara kadar müthiş bir azimle İslam’a hizmet eden mustazaf Müslümanlar birilerinin dikkatini çekmişti. Azlıklarını bahane etmeyerek imkân yaratmaya çalışan muvahhit Müslümanlar canla başla çalıştılar. Hem devletin hem de PKK’nin ifsat çalışmalarına karşı başlattıkları “Kur’an halkaları” birilerinin dikkatini çekiyordu. Camilerde Kur’an dersleri emperyalist güçleri harekete geçirmiş ve kendi uşaklarını bu Müslümanların üzerine saldırtmışlar. PKK, akbabalarının telkinleriyle bu coğrafyada Müslümanları tasfiye etmeye çalışmıştır. Bu tasfiyede her türlü zulmü ve iftirayı attılar. Yüzlerce Müslüman ferdini şehit ettiler. Bu saldırılara karşı boyun eğmeyen ve kıt imkânlarına rağmen maşa örgüte dünyayı dar eden bu Müslümanlar mustazaflığı tüm boyutlarıyla yaşıyorlardı.
90’lı yıllarda mücadele eden bu mustazaflar, ifsat hareketleri tarafından, ellerinden alınmak istenen değerlerine, inançlarına sahip çıkıyorlardı. Kıt imkânlarına rağmen imkân üretmiş ve kararlılıkla oynanan projeye karşı durmuşlardır. Maşa örgüt, bu Müslümanlarla baş edemeyeceğini anlayınca efendilerine şikâyetlerde bulundular. Efendileri devreye girmiş ve derin yapılardan oluşan sistemin eliyle onları tasfiye etmeye çalışmışlardır. Sistem eliyle bir taraftan bu Müslümanlar şehit edilirken bir taraftan da cezaevlerinde müebbet hapse mahkûm ediliyorlardı. Ve sene 2000 olunca hukuk tanımayan operasyonlarla bunları bitirdik diyorlardı…
Fakat bu Müslümanlar vazgeçmediler. Çaresizlik içerisinde çare ürettiler ve kısa bir zamanda yeniden toparlandılar. 2006 senesinde Diyarbakır İstasyon Meydanında “Peygambere Saygı” mitingiyle sahada olduklarını ispat ettiler. Birileri cin çarpmışa dönerek, “Eyvah bunlar bitmemiş” diyerek yeniden şeytani planlarına başladılar. Üst akıl devreye girerek yeniden kendi taşeronları olan maşa örgütü bu Müslümanların üzerine saldırttılar. Tansiyonu her gün artırıyorlardı. Sene 2011’e gelince Mustazaflar Cemiyeti Başkan Yardımcısı Ubeydullah Durna’yı şehit ediyorlardı. O günden sonra tüm hesaplar, müfsit projelerine çomak sokan ve buna karşı irade gösteren bu Müslümanların yok edilmesiydi. Ve sene 2014’e gelince IŞİD algısıyla tam zemini yakaladılar. Muvahhid Müslümanları yok etmek için kendilerine göre oluşturulan zemin ve her türlü şartlar hazırdı…
Fakat kaderin üstünde bir kader vardı. Onların hesapları vardı ama Yüce Allah’ın da bir hesabı vardı. Mazeretlere sığmayan, imkân üreten ve irade gösteren bu Müslümanların uğradığı zülüm bilinmeliydi. Ve Yüce Allah onların arasından masum yüzlü Yasin’i seçiyordu. Hem kendi zamanına hem de geçmişe şahitlik edecekti. Bu Müslümanların 90’lı yıllarda görmüş olduğu zulmün tarifi de olacaktı. Masum yüzlü Yasin, arkadaşlarıyla kurban eti dağıtıyordu. Ve iblisin çocukları Yasin ve arkadaşlarını sıkıştırmışlardı. Zılgıtlar eşliğinde onları şehit ediyorlardı. Ama Yasin bir başka şekilde şehit edilmişti. Onlarca bıçak ve silah darbesi yetmezmiş gibi üzerinden arabayla geçiyorlardı. Taşlarla her tarafı linç ediliyordu. Bu vahşet dahi onların sadist ruhlarını dindirmiyordu. Ve en son Yasin’in parçalanmış cesedinin üzerine benzin döküp yakıyorlardı. Cesedi ve asfalt betonu birleşmişti…
Fakat Yasin ismi peşlerini bırakmayacaktı. Mukadderat Yasin’in ismini her tarafa duyuracaktı. Allah adını yükseltmeye çalışanların ismini de Allah yükseltiyordu. Ve Yasin hem kendi döneminin hem de 90’lı yılların tarifi oluyordu. İrade gösteren ve imkânsızlıklar içerisinde imkân üreten Mustazafların sesi oluyordu. Sadece bu ülke değil tüm dünya onun uğramış olduğu zulmü duyuyordu. Onun şahsında 90’lı yıllarda irade gösteren Müslümanlara yapılan zulüm de anlaşılıyordu. Onların davasının haklılığı ortaya çıkıyordu. Yasin’le birlikte onun davasının ismi her yere yayılıyordu. Zira tarih boyunca Allah’ın ismini yükseltenlerin Allah da isimlerini yükseltmiştir. Allah’ın davasına sahiplik edenlere Allah da sahiplik etmiştir. 90’lı yıllarda mustazaf olanların ismi yükselecektir. Davalarının sesi her yere ulaşacaktır. Tıpkı Filistin davasında Şeyh Ahmet Yasin’in ismini yükselttiği gibi. Tıpkı Halepçe’deki Müslümanların yapmış oldukları gayret ve onlara yapılan zulmü tüm dünyaya duyurduğu gibi… Tıpkı Sait Nursi ve Şeyh Said’in ismini yükselttiği gibi Yasin Börü ve davasının ismini yükseltmiştir…
Sonuç olarak; Mustazaf dediğimiz de kendi haline bırakılmış, hiçbir şeye karışmayan ve ben ne yapabilirim? diyen kişi değildir. Mustazaf demek; kendi haklarının elinden alındığının farkında olan ve bunu geri almak için tüm imkânlarını kullanandır. İmkânsızlıklar içerisinde olsa dahi imkân üretmeye çalışandır mustazaf. Yüce Allah’ın övdüğü ve yeryüzünün varisleri kılmak istediği mustazaflar bunlardır.