Emperyalist, Mısır’da KÖTÜ Suriye’de İYİ mi?

Ekleme: 07.09.2013 10:07:00 / Güncelleme: 07.09.2013 10:07:00 / Siyaset Gemisi
Destek için 
Hüseyin Sağlam / Doğruhaber / Analiz

İslam toplumunun kalbinin attığı dar bölge olan Ortadoğu’da genel durum şu:
Mısır’da ABD-israil ve yandaş tayfanın açık desteğiyle bir darbe gerçekleştirildi. Üstelik darbeyle de yetinmediler, darbeye itiraz eden kitleleri en barbar yöntemlerle katliamdan geçirdiler.

Burada yaşanan vahşet konusunda vicdan ehlinden hiç kimsenin ihtilafı yok. Darbeci Amerika’nın da, fitneci israil’in de, saltanat karşılığında kukla gibi oynatılan Arap krallarının da iç yüzlerine ayna tutulmakta, caniliklerini dillendirmede hemen herkes cömertçe davranmaktadır. Ortak kanaat ise tüm vahşetin israil’in güvenlik kaygılarının giderilmek istenmesinde birleşiyor.

Filistin, özellikle de Gazze boyutunda yaşanan gelişmeler de hakeza. Daha önce Gazze’ye yönelen israil saldırganlığı, yerini Sisi saldırganlığına bırakmış bulunmakta. Tünellerin imhası, sınır kapısının kapatılması ve en son tampon bölge oluşturma gayretlerinin tek bir amacı var: Gazze yönetimini içten çökertmek, darbeci tayfanın teslimiyetçi politikalarına yenik düşürmek. Hatta dahası da var. Gazze içinde bir “Temerrud hareketi” peydahlamak ve “Arap Baharı” tantanasını Gazze’de “siyonist baharına” dönüştürmek. Ramallah yönetimi ve Dahlan şebekesiyle ortaklaşa yürütülen hain plan gereği israil tanklarının sırtında Gazze’ye giriş yapamayan Abbas’ı bu kez Sisi tanklarının sırtında Gazze’ye taşımak.

Burada da ortak kanaat; ABD baş darbeci, siyonistler fitneci, Sisi ise sadece tetikçi. Siyonist çete devletinin güvenlik kaygılarına çare arayışları yine ortak kanaat.

Gelelim Suriye’ye… Bildiğiniz gibi fitnenin, fesadın, katliam ve entrikanın bol olduğu bir alan. Bu denli karmaşık bir yerde kanaatlerin ortaklaşması hiç mümkün olmadı, bundan sonra da olması neredeyse imkânsız.

İslam dünyasında aktörlük rolüne talip olanların farklı saflarda yer aldığı bir keskin cepheleşmede kanaatlerin ortaklaşmasını beklemek elbette çok zor. Ancak iş bununla da sınırlı değil. Karmaşık durumun bir ucunda yine Amerika ve tabii ki israil var. Amerikan müdahalesi an meselesi. Obama, “sınırlı müdahale” diyor. Herkes buna kızsa da kızgınlıklar farklı boyutlarda. Kimisi, “Haçlı ecnebisinin İslam ülkelerinde ne işi var?” derken kimisinin kızgınlığı, müdahalenin “sınırlı” tutulmasında.

Suriye meselesinin İslam dünyasının kimyasını bozduğu doğrudur. Ancak Mısır’da, Gazze’de Amerikan ikiyüzlülüğünü anlata anlata bitiremeyenlerin Suriye’ye müdahale söz konusu olduğunda cuş-u huruşa gelmeleri, anlaşılır gibi değildir.
Hani Mısır darbesinin arkasında Amerika vardı! Hani tüm çabalar israil’in güvenliği içindi! Yoksa Obama; Mısır’a, Gazze’ye yönelirken “Zenci” oluyor da Suriye’ye dönünce “Beyaz”a mı bürünüyor?

Mısır’da, Gazze’de kötü olan Amerika, Suriye’de günahlarından mı arınıyor? Ve israil! İslam dünyasının itine bile tahammülü olmayan siyonist çete, söz konusu Suriye olunca maymunluktan insanlığa mı dönüş yapıyor?

Yılan aynı yılan. Adı Amerika! Mısır’da, Gazze’de ısıran yılan, Suriye’de neden farklı muamele görüyor?

Amerika, israil ve bilumum yardakçıları… Mısır’da, Gazze’de kötü iseler, katil iseler… Suriye’de neden insan rolüne soyunsunlar ki? Kendileri Mısır’da hayvan, Suriye’de insan rolü icra etse bile neden inanalım ki!..

Ha! Suriye’deki vahim durum bu haliyle devam edemez mi? Elbette edemez. Ama Amerikan müdahalesinin de en az Suriye’deki durum kadar vahim olduğunu da kabul etmek gerek.

Çare bu mu?

Öle öle, öldüre öldüre…

Günübirlik tartışmalarda veya sosyal medyada Amerika’nın olası Suriye müdahalesi eleştirilirken sıkça karşılaşılan bir soru: “Öyleyse çare nedir?”

Evvela şunu söyleyelim ki daha önce defalarca denenen “Amerikan müdahaleciliği” test edilip onaylanmış bir çaresizlik örneğinden öteye geçebilmiş değildir. Dolayısıyla çare denen çaresizlik, çare olmaktan oldukça uzaktır.

“Çareye” gelince… “Amerikan müdahaleciliği” dışında farklı çare yöntemleri seslendirilmektedir. Ve şunu da belirtelim ki seslendirilen çareler uygulanma şansı bulmadan kabulünü beklemek de oldukça zordur. Herkesin öfkeyle baktığı bir çaresizliğe çare önermek zaten ilk etapta çok farklı kesimlerin öfke şimşekleri çakmasını da beraberinde getirmektedir. Dolayısıyla şimdilik hiçbir çare önerisi çaresizliğe çözüm olabilmiş değildir. Teoride mantıklı ve adaletli birçok çare önerileri gündeme getirilse de galiba tek çare şimdilik güç dengelerine havale edilmiş görünmektedir.

Şunu da vurgulamak gerekir ki İslam dünyası içerisinde çare seslendirip bunu uygulama alanına sokacak herhangi bir kesim, tartışmasız İslam dünyasının da liderliğini hak edecektir.

Oysa gidişat, hiçbir çare önerisinin en azından yakın vadede taraflarca kabul görmeyeceğine işaret etmektedir. Bu durumda tek çare, sonuna kadar cenk kalmaktadır. Mezhepler üzerinden… Milletler üzerinden… Sınırlar üzerinden… Çıkarlar üzerinden… Stratejiler üzerinden!

Ve bu durum, bir yönüyle İlk-Ortaçağ Avrupa’sında yaşanan mezhep savaşlarını, yüzyıl savaşlarını, çıkar savaşlarını akıllara getirmektedir. Kendi kendini yiyip bitiren Avrupa, nihayet öle öle, öldüre öldüre çatışma sevdasına götüren savaş arzularını büyük oranda tükettikten sonra ancak kendine gelebilmiştir.

Bugünün çatışmalı İslam dünyasında “Birlikten, vahdetten” bahsedilince zuhur eden nefret söylemi, herhalde İlk-Ortaçağ Avrupa’sında “Avrupa Birliği”nden bahsetmek gibi bir şey olsa gerek.

Yoksa çoğu kimselerce hayalcilik olarak görülen “Vahdet” söylemi; öle öle, öldüre öldüre yorulduktan sonra mı gerçekçiliğe dönüşecek?!

Çare bu mu yoksa?!.