Doğruhaber - Mesut Tunce
Kemal Kılıçdaroğlu, bugüne kadar hiç bir rakibini, icraatlarıyla ya da eylemleriyle alt edebilmiş değil. Hayattaki tek başarısını kaset komplosuyla gönderdiği Deniz Baykal'ın yerine geçmekle gösterdi. Peki bu gerçek bir başarı mıdır? Tabi ki değil? Kaybettiği onca seçim bunun en açık göstergesi değil mi?
2018 seçimlerinde Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın karşısına geçme cesareti gösteremeyen Kılıçdaroğlu, yerine Muharrem İnce'yi aday göstermiş, kaybedilecek seçimden sonra hedef tahtasına kendisindense onun oturmasını daha uygun görmüştü. Öyle de oldu. Zira bir seçim daha kaybetmesi durumunda CHP'deki koltuğunu kaybedeceğini çok iyi biliyordu.
Böylesi bir tercihin yan etkileri de olacaktı tabi. Zira Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde gösterdiği nispi başarı, Muharrem İnce'yi Kılıçdaroğlu'nun tahtına aday konumuna taşımıştı.
Kısa sürede bunun farkına varan Kılıçdaroğlu, Muharrem İnce'yi CHP içerisindeki her alanda dışlamış, sonunda onu istifa etmeye ve kendi partisini kurmaya zorlamıştı.
Bugün gelinen noktada İnce, Kılıçdaroğlu'nun karşısına dişli bir rakip olarak çıkmakla kalmamış, İktidar olma hayallerinin de önünde bir set olmuştu. Kılıçdaroğlu bu seçimleri kaybederse, CHP'deki koltuğundan olması çok güçlü bir ihtimal olarak görülürken, yerini alacak kişinin de büyük bir olasılıkla Muharrem İnce olması şaşırtmayacaktı.
Ne var ki Muharrem İnce, tıpkı Deniz Baykal örneğinde olduğu gibi, ortaya atılan bir müstehcen kaset iddiasıyla saf dışı bırakıldı. CHP'den oy çaldığı iddia edilen İnce'nin adaylıktan çekilmesi, siyasi konjonktürde sadece Kılıçdaroğlu'nun işine yaradı.
Malumun ilamı da olsa, Kılıçdaroğlu'nun çıkıp bu komployu üstlenmesi beklenemezdi. İlla ki inkar edecekti. Ama inkar etmesi yetmezdi. Suçu kendi üzerinden atacak başka bir odak bulması gerekecekti.
Tüm siyasiler ve basın bir ağızdan kaset skandalının arkasındaki odağı FETÖ olarak açıklarken, Kılıçdaroğlu'ndan akıllara durgunluk veren bir çıkış geldi. Ona göre kaset skandalının arkasındaki isim FETÖ değil, bilakis FETÖ'nün düşmanı olan Rusya'ydı.
Bu suçlamayı uluslararası nezaket kurallarına uyarak da yapmadı. Son derece sert ve haşin ifadeler kullandı.
Siyasetten az buçuk anlayan herkes güldü bu iddiaya. Zira hedef saptırırken dahi mantıklı ve usturuplu olmak gerekirdi. Kılıçdaroğlu'nun bu iddiasında mantıktan eser yoktu.
Zira Rusya Kılıçdaroğlu'nu değil Erdoğan'ı destekliyordu. Rusya'nın, Kılıçdaroğlu'nun işine yarayacak bir komplonun içerisine girmesi beklenemezdi. Kaldı ki bu tür kaset kumpaslarının FETÖ ile özdeşleştiği bilinen bir gerçekti. Başkası düşünülemezdi bile.
Peki Kılıçdaroğlu'nun danışmanları o kadar cahiller miydi ki, olgularla taban tabana zıt böylesi bir iddiada bulunmasına, dahası, vatandaşın aklıyla pervasızca alay etmesine göz yumdular.
Kılıçdaroğlu'nun bu hedef saptırmayla asıl mesajı kimeydi. Rusya'ya mı, Batı'ya mı?
Şu kadarını söyleyebiliriz ki Kılıçdaroğlu'nun Rusya'ya verebileceği hiç bir mesaj yoktur. Aslında Kılıçdaroğlu'nun dünyadaki hiç bir lidere mesaj verebilecek gücü ve kabiliyeti yoktur. Çünkü o bir dünya lideri değildir. Kılıçdaroğlu mesaj veremez, hesap verir.
Rusya'yı suçlayan bu hezeyan aslında bir mesaj değil, bir hesap vermedir.
Batı'ya, "Rusya'dan yüzümüzü çevireceğiz, size biat edeceğiz, söyleyeceğiniz her direktifi harfiyen yerine getireceğiz" diyen Kılıçdaroğlu'nun, "Bakın işte daha seçilmeden emirlerinizi yerine getirmeye başladım. Bu tür açıklamalarımla Rusya'yı kızdırmaya devam edeceğim. Sizin menfaatleriniz neyi gerektiriyorsa o doğrultuda ilerleme konusunda gerçekten samimiyim, bana inanın ve güvenin, bu ülkeyi tam anlamıyla sizlere teslim etmekten geri durmayacağım" deme şeklidir bu.
Peki böylesi bir tutum halkın aklıyla alay etmek değil midir? Kılıçdaroğlu'nun danışmanları ve kurmayları böylesi bir hezeyana nasıl izin verir. Neden: "Halk bunu görecektir, bu tavır bize oy kaybettirecektir. Her kes gibi siz de FETÖ'yü suçlayın, ama bu suçlamayı FETÖ'yü kızdırmamaya çalışarak yarım ağızla yapın" demediler.
Demediler çünkü CHP zihniyeti, yönetmeye çalıştığı bu milletin ferasetini hep küçümsedi. Onları cahil ve akılsız addetti. Bu millete hak ettiği değeri hiç bir zaman vermedi. Kendisi açısında bariz de olsa, halkın bu tür basit ayak oyunlarını fark edemeyeceğini düşündü.
CHP zihniyetinin en büyük handikapı da bu değil midir? Kendi halkını ve halkın çok önem verdiği değerlerini küçümsemek, aşağılamak. Halkı yok saymak, halka rağmen halkçılık yapmak.
Halka rey hakkı verildiğinden bu yana, bu zihniyetin iktidar yüzü görememesinin en büyük nedeni, halkın ferasetinin farkına varamamış olmaları, bir kibir deryasında yüzmeleri değil midir?