MANA İKLİMİNDE DİNİN SOSYLOJİK İZAHI

Ekleme: 02.08.2013 12:53:00 / Güncelleme: 02.08.2013 12:53:00 / Okur Köşesi
Destek için 
Sosyolojik olarak din, kutsal olanın yaşanmasıdır. Tarih boyunca insanlar bilgisiz kalmış olabilir. Fakat inançsız kalmamışlardır. Çeşitli dönemlerde insanlar farklı durumlara, nesnelere kutsallık atfetmişlerdir. Doğa olaylarını açıklamada yetersiz kalınca eksikliği natüralizm( doğacılık), kendi atalarını unutmamak adına onları yaşatmak adına animizm(canlandırma) kavramlarını ön plana çıkarmışlardır.

Bunun yansımalarını günümüzde de müşahede ediyoruz. Bazı toplumlar ağacı, bazıları ateşi, bazıları ineği kutsal olarak görmüş, farklı düşünmeler sonucu bozgunculukla suçlanmışlardır.

Halk dinlerindeki özgürlük, eşitlik, adalet anlayışı bu paraleldedir. Böyle düşünen toplumlar tarihi süreç içersinde şatolar kurarak ölümsüzlük felsefesini hâkim kurmaya çalışmışlardır.

Bu bağlamda ilginç düşünceler daha da dikkat çekmeye başlamıştır. Bugün, gençlerin çok okuduğu Nietzsche ‘isyan ediyorum’ dediğinde kime, sorusu sorulduğunda yok saydığı Rabbimizi söyleyerek onun varlığını farkında olmadan hem ispatlamış hem de kendisinin düştüğü durumdan ders çıkaramayarak kendisiyle çelişmiştir.

Aklı ön planda tutanlar, mantığın kurallarını kıstas olarak alsalar, mantığın normlarına hakaret olacağının bilincine varacaklardır. Böylece bilimsellik anlayışı da geçerliliğini yitirecektir.

Semavi dinlerde ise fanilik anlayışı hâkim olduğundan şatolar yerine kerpiçten, topraktan evler yapılarak, aklın ötesi imanın ön planda tutulması ‘bu dünyanın bir süs bir eğlenceden ibaret sayılması bu anlayışa binaen insanlara davranma noktasında ilahi mesajları referans alarak her davranışın ödül ve ceza bağlamında değerlendirmesi üst düzey bir anlayıştır.
Mükemmellik kavramının insanlara ait olamayacağını, fikirsel olarak insanlara verildiğini düşüneceklerdir. Mutluluğun mana âleminde olabileceğine kanaat edeceklerdir.

Bu iki bakış açısını karşılaştıralım: Madde âleminden bakanlar eşitliği değerlendirdiklerinde iki insanı sabahtan akşama kadar çalıştırıp akşam ekmeği ikiye böldüklerinde eşit davrandıklarını söylerler. İnanç ise bunun eşitlik olduğunu, fakat adalet olmadığını söyler. Çünkü çalışanların sarf ettikleri enerji, kişilerin kiloları doyup doymadıklarını göz önüne alarak adil olmadığını açıklar. Maddeciler, inançta özgürlüklerin yeterince olmadığını iddia ederler. Oysaki inanç onlara o kadar çok özgürlük vermiş ki Rablerini dahi inkâr edebilme özgürlünü vermiştir. Hangi insan, hangi anlayış insanlara bu kadar özgürlük hakkı vermiştir. Bu bağlamda grev yapma ve oruç tutmanın zihinsel açılımını kendi iç dünyamızda daha rahat yapabiliriz.

Durkheim’in söylemiyle inanç, çoğu toplumlarda kronikleşmiş sorunları çözmüştür.

Bu yüzden kendi inancımızı değil de ilahi mesaja kulak verirsek bu, mana ikliminde biyolojik, psikolojik, toplumsal sorunlarımızın çözümünde ortak payda olacaktır. Madde ve mana âlemindeki ahengi yakalayıp, Erich From’un dediği gibi kendimizle yabancılaşmayıp özümüzü bulacağız. Sade bir yaşamla da mutlu olacağız.

Sonuç olarak inancın sadece sosyal yapının bir parçası olmadığını aldığımız her nefeste tesirinin olduğunun farkına varılması, Allah’a yakınlığın insanları mutlu, uzaklığın ise mutsuz edeceği bilincinin olması dileğiyle…
 
Hasan YILMAZ