TOPARLANMA İHYA VE İNŞA ZAMANI

Kahramanmaraş merkezli depremler sonrası yaralar sarılmaya çalışılıyor. On binlerce canımızı kaybettiğimiz depremler sonrası yeniden toparlanmaya ihtiyacımız var. 13 milyon insanın etkilendiği depremler sonrası şimdi ihya ve inşa zamanı… Konunun uzmanları bu depremlerden ders çıkarılması gerektiğine dikkat çekerek, yeni inşa edilecek binaların depremlere dayanıklı ve insan odaklı yapılması çağrısında bulundu. İTTİHADUL ULEMA Genel Başkan Yardımcısı Molla Beşir Şimşek ise “Biz Müslümanız ve hayat devam ediyor. İlelebet bu musibeti ilk günkü gibi acılarla sürdüremeyiz. Müslümanların Allah’a tevekkül etmeleri lazım. Bu musibetlerden daha çabuk kurtulabilmemiz için manevi olarak kendimizi iyi motive etmemiz lazım.” ifadelerini kullandı.

Ekleme: 25.02.2023 05:00:34 / Güncelleme: 25.02.2023 05:01:02 / manşetler
Destek için 

HABER MERKEZİ

6 şubatta Kahramanmaraş’ta meydana gelen depremler sonrasında on binlerce insan hayatını kaybederken, yüzbinlerce kişi de yaralandı. 13 milyon insanın derinden etkilendiği depremler sonrasında yaralar sarılmaya çalışılıyor. Özellikle İslami STK’ların deprem bölgesinde yürüttüğü çalışmalar depremzedelere umut olurken Türkiye olarak yeniden toparlanmaya ihtiyacımız var.  Konuyla ilgili gazetemize değerlendirmelerde bulunan uzmanlar insan odaklı ve depreme dayanıklı yapılar için çağrıda bulundu.

YAPILAR MÜHENDİSLİK KURALLARINDAN UZAK BİR ŞEKİLDE İNŞA EDİLMİŞ

Türkiye’nin birinci dereceden deprem kuşakları üzerinde bulunduğuna dikkat çeken Yüksek Mimar Müslüm Botan, “Bununla birlikte Türkiye’nin, tüm illerdeki mevcut yapı stokuyla olası büyük depremlere mukavemet göstermesi son derece güçtür. Bunun en acı örneği şüphesiz 6 Şubat Kahramanmaraş depremi oldu. İki gerçeği daha dikkatlere sunmakta fayda var. Birincisi, Türkiye halkı, kentleşme politikaları öncesine yani 1950’lere kadar ahşaptan, topraktan ya da taştan inşa edilmiş 2-3 katlı müstakil evlerde ve bu evlerin oluşturduğu kimlikli şehirlerde yaşamaktaydı. İkincisi, bugün Türkiye nüfusunun %80’ninden fazlası betonarme apartmanlarda yaşıyor. Ve bu yapı stokunun ezici çoğunluğu mühendislik kurallarından uzak bir şekilde inşa edilmiştir. Bu durum, özellikle İstanbul gibi büyük şehirlerimizde olası bir depremde yüzbinlerce insanın ölümü ve yüzbinlerce insanın evsiz kalması anlamına geliyor.” İfadelerini kullandı.

DEPREM KUŞAĞINDA BULUNAN TÜRKİYE’DEKİ 7 MİLYONA YAKIN YAPI DAYANIKSIZ

İstanbul gibi bir yerde kentsel dönüşümün de çare olamayacağına işaret eden Botan, “Betonarme apartman öncelikle insanın tabii ihtiyaçlarını yani psikolojik, biyolojik ve sosyal ihtiyaçlarını karşılamakta yetersiz kaldığı bir gerçek. Ama daha önemlisi, “kentsel dönüşüm” adı altında yanlış veya doğru yöntemlerle inşa edilmiş olan bu yapıları, ömrünü tamamlaması durumunda yeniden dönüştürüp yerine yeniden yapmak oldukça güçtür. Dolayısıyla söz gelimi İstanbul’da mevcut yapıların dönüştürülmesi imkânsız görünmektedir. Dolayısıyla betonarme yapılardaki kolon-kiriş-beton kalitesi gibi yapı elemanlarını tartışmaya açmak kalıcı çözümler getirmemektedir maalesef. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na göre, birinci derece deprem kuşağında bulunan Türkiye’deki 7 milyona yakın yapı dayanıksız. Kentsel dönüşümle bu yapıların dönüştürülmesi mümkün değildir. Nitekim yerinde kentsel dönüşümün de çare olmadığı geçen yıllar içinde görmüş olduk. O halde ivedilikle bu sorunlu betonarme yapılardan kurtulmamız gerekmektedir.” Şeklinde konuştu.

İNSANİ ÖLÇEKTE YENİ ŞEHİRLER İNŞA ETMEK ÜZERİNE KONUŞMALIYIZ

İnsanı merkeze alan yeni şehirler inşa etmek gerektiğine dikkat çeken Botan, “İlkesel bir tavırla; doğru planlamayla, doğru malzemeyle ve insani ölçekte yeni şehirler inşa etmek üzerine konuşmalıyız. Deprem riski taşıyan şehirlerimizdeki insanları kusurlu betonarme yapılarda yaşamaya mahkûm etmeden -başta özellikle depremden etkilenmiş insanlarımızı- yeni kurulacak şehirlere taşımalıyız. Yeni şehirlerimizin özellikle konut yapılarını betonarme yerine geçmişte olduğu gibi ahşap, toprak veya çelik gibi doğal/sürdürülebilir malzemeden doğru tekniklerle inşa etmeliyiz. İnşa edilecek olan yapılarda tek kıstas “sağlamlık” olmamalı; bilakis psikolojik sosyal ve fiziksel anlamda güzel bir çevre sunmalı. Bu çerçevede aşamalı bir şekilde şehirlerimize kaybettikleri kimliklerini yeniden kazandırmaya çalışmalıyız.” dedi.

KONUNUN UZMANI BİLİM VE MESLEK İNSANLARINA DANIŞILARAK SÜREÇ YÜRÜTÜLMELİ

“TOKİ eliyle inşa edilecek konutlar bu noktada önem arz ediyor.” Diye konuşan Botan son olarak şöyle konuştu; “Kahramanmaraş depremi sebebiyle acil ihtiyaçtan dolayı hızlı bir konut üretimi gerekmektedir. Yeni konutlar bu çerçevede sağlamlıkla beraber biyolojik, psikolojik ve sosyokültürel yönden önemli niteliklere de sahip olmalı. Devlet eliyle öyle bir planlama yapılmalı ki, her ailenin, ihtiyaç duyduğu büyüklükte evini inşa edebilmesi gerekir. Bu ise uzun vadede hayata geçirilmesi gereken bir planlama. Bu konuda Türkiye’de konunun uzmanı bilim ve meslek insanları var, onlara danışılarak süreç yürütülmelidir.”

İNŞAAT SEKTÖRÜNDE ÇALIŞANLARA DEPREM BİLİNCİ VERİLMELİ

Türkiye'de inşaat sahasında çalışan işçi, müteahhit, mühendislerde deprem bilinci konusunda ciddi bir sıkıntının olduğunu belirten İnşaat Mühendisi Selman Zengin, güvenli bina yapımında olması gerekenleri anlattı. Depremlerle birlikte hatırlanması gereken hususun binaların depreme dayanıklılığı olduğunu ifade eden Zengin, "Bir diğer soru işaretiyse, yeni yapılan binaların depreme uygun tasarlanıp tasarlanmadığıdır. Özellikle 2018 deprem yönetmeliğine göre tasarlanan yapılarda bu ve benzeri depremler rahatlıkla atlatılabilir. Binalar 7.6, 7.7 büyüklüğünde bir depremi atlatabilirler. Bina hasar alabilir fakat tuzla buz olmayacaktır." dedi.

"SAHADA BUNUN KARŞILIĞINI ALAMIYORUZ"

Deprem bilinci konusunda işçilerin çok yetersiz olduğunu belirten Zengin, "Özellikle demir, kalıp işçilerimiz… Eline çekici alan kalıpçı olabiliyor. Eline tel makasını alan demirci olabiliyor. Dolaysıyla yeni deprem yönetmeliğine ne kadar uygun bir yapı tasarlarsak tasarlayalım sahada bunun karşılığını alamıyoruz. Dolayısıyla işin işçi boyutunda iyi bir sertifikalandırma sürecine geçmemiz gerekiyor. Bu kısmen uygulanıyor ama bu çok bakir bir alan. Doğru bir sertifikalandırma var, bir mesleki yeterlilik belgesi veriliyor fakat çok yetersiz. Bunun daha da sıklaştırılmasını, denetimin artmasını uygun görüyoruz." ifadelerini kullandı.

"ELİNDE SERMAYESİ OLANLAR RAHATLIKLA MÜTEAHHİT OLABİLİYOR"

Mühendislik fakülteleri ve inşaat mühendislerindeki mezun sayılarının çok artmasından dolayı da mühendislerin yetersiz kaldığını, buna rağmen sahada statik tasarım yapabildiklerine işaret eden Zengin, şunları söyledi: "Bunun da herhangi bir denetimi olmuyor. Özellikle bilgisayar programları kullanılarak yapılan bu statik hesapların deprem anında tecrübesiz mühendislerce nasıl çalışılacağının bilinmemesi ciddi sorunlara neden olabiliyor. Son zamanlarda görüyoruz ki elinde sermayesi olanlar rahatlıkla müteahhit olabiliyor. Müteahhit olunabilmesi için belli başlı aşamalardan geçmesi gerektiğini düşünüyorum."

“MANEVİ OLARAK KENDİMİZİ İYİ MOTİVE ETMELİYİZ”

Alimler ve Medreseler Birliği (İTTİHADUL ULEMA) Genel Başkan Yardımcısı Molla Beşir Şimşek, konuyla ilgili gazetemize konuştu. “Biz Müslümanız ve hayat devam ediyor.” diyen Şimşek, “İlelebet bu musibeti ilk günkü gibi acılarla sürdüremeyiz. Bu fıtrata da aykırıdır. İster istemez gün geçtikçe tesirinin de acısının da yavaş yavaş kabuk tutması gerekiyor. Müslümanların Allah’a tevekkül etmeleri lazım. Bu musibetlerden daha çabuk kurtulabilmemiz için manevi olarak kendimizi iyi motive etmemiz lazım. Bu musibetin Allah’tan geldiğini bilip, Allahu Teala’ya şükrettiğimiz ve bu musibete sabrettiğimiz müddetçe, Allahu Teala bizi güzel günlere daha da yaklaştıracaktır inşallah. Yani böyle bir şekilde kendimizi teselli etmemiz lazım. Allahu Teala her şeye kadirdir. Musibet vermeye kadir olduğu gibi, bu musibeti bizden kaldırmaya da gücü vardır. Ve bugün yıktığı bu dünyamızı, çok daha iyi bir dünya ile değiştirmeye de gücü vardır. Çünkü O sonsuz mülkün sahibidir. Sanki her şey bu musibetten ibaretmiş gibi artık bununla yatıp, bununla kalkıp sürekli moralimizi motivasyonumuzu bozmanın bize bir faydası yok. Manevi olarak da bize zarar verir. Çünkü Rabbimizin emirlerine karşı biz rızasını aramakla mükellefiz. ‘Allahu Teala’nın bizim hakkımızda tercih ettiğinde bizim için hayır vardır’ diye düşünmemiz gerekiyor.” şeklinde konuştu.

“YARATILIŞ GAYEMİZE DÖNMEMİZ LAZIM”

Manevi bir onarımdan geçmenin önemine değinen Şimşek, “Bu musibete karşı sabırlı olduğumuz takdirde, bu musibeti Allah’tan bildiğimiz takdirde, ücretimizi ve mükâfatımızı Allah’tan beklediğimizde; bu mükâfat bizim yıkılan dünyamızdan çok daha büyük kâr getirecek inşallah. Bunun mukabilinde de böyle bir tavır içerisine girdiğimiz takdirde Rabbimizin hoşnutluğunu kazanmış oluruz. Biz Müslümanlar olarak, bu musibete karşı kendimizi Allahu Teala’nın vereceği manevi nimetlerle teselli etmeliyiz. Çünkü Allahu Teala’nın emirlerine şükürle, sabırla karşılık verdiğimiz takdirde Rabbimizin rızasını kazanırız. Allahu Teala bizi daha büyük nimetlerle donatabilir. O yüzden sabırlı olmamız lazım. Mükâfatımızı Rabbimizden dilememiz lazım. Rabbimizle aramızı düzeltip, yaratılış gayemize dönmemiz lazım. Bu felaketlere sebep olan kusurlarımızı gözden geçirip kendimizi o kusurlardan arındırmamız lazım. Bu şekilde manevi bir onarımdan geçmeliyiz.” dedi.

“YAŞANAN BU MUSİBETİN DÜNYEVİ SEBEPLERİNİ DÜŞÜNMELİYİZ”

Yaşanacak başka afetlerde aynı acıların tekrar yaşanmaması için kim, nerede, hangi hatayı yapmışsa hesap vermesinin bu anlamda önemine vurgu yapan Şimşek, şunları kaydetti: “Dünyevi onarım için biz tekrar hayata sarılmakla mükellefiz. Yaşanan bu musibetin dünyevi sebeplerini düşünmeliyiz. Nerede, kim, hangi yanlışı yaptı? Toplum olarak bunu mutlaka ortaya çıkarmak lazım. Bu yanlışların tekrar edilmemesi için kimin üzerine ne düşüyorsa onu yerine getirmesi lazım. Bu musibetin yaşanmasında hatası olanların ortaya çıkarılıp gerekenlerin yapılması lazım. İşte, ‘Allah’ın emridir, kim ne yapabilir’ demek yetmiyor. Müteahhidinden tutun her kim bu işin içinde hatası, ihmali varsa bunlar hesap vermeli, ortaya çıkarılmalı ki yarın bu tür felaketleri aynı yanlışlarla tekrar yaşamayalım. Müslümanlar olarak bu tür esbabı da (sebepleri) terk etmemeliyiz. Ama bütünüyle musibeti esbablara bağlayıp, Allahu Teala’nın iradesini unutursak felaketlerimiz daha büyük olur. Çünkü biz şuna inanıyoruz ki; bu kâinatın yaratıcısı, idarecisi Allah’tır. Bu kâinatı yoktan var eden Allah’ın bu dünyada olup bitenlerden habersiz olması mümkün değildir. Bu ilahlığın vasfına aykırıdır. Bu tür düşünceler çok tehlikelidir. Müslümanlar olarak kendimizi bu tür şeylerden korumamız lazım. Allah her şeyin sahibidir. Bu musibetle acziyetimizi ve dünyanın faniliğini görmemiz lazım. Salih bir kul olmaktan başka bir tedbirimizin çarenin olamayacağını hesaba katarak Rabbimize yönelmeliyiz. Yoksa deprem ve ölüm korkusuyla sürekli sokakta kalamayız. Rabbimize güvenip her şeyin ondan geldiğini tefekkür edip ona göre teselli bulmalıyız.”