İran`da Cumhurbaşkanlığı Seçimleri (Analiz)

İran`da yapılacak olan cumhurbaşkanlığı seçiminin son haftasına girilirken adaylar kıyasıya mücadele veriyor. Batılı ülkeler ile çevre ülkelerin de yakından takip ettiği seçim sonrasında özellikle İran`ın nükleer programı, dış politikası ve Suriye meselesinde nasıl bir adım atacağı merak ediliyor.

Ekleme: 07.06.2013 13:57:00 / Güncelleme: 07.06.2013 13:57:00 / Siyaset Gemisi
Destek için 

Riyad Makayev / Doğruhaber 

İSTANBUL - İran yönetimi hakkında medya ve uzmanlar arasında şöyle bir fikir yaygın: Sanki Ali Hamaney liderliğindeki İran, küçük bir grup yöneticinin kontrolüyle totaliter bir devlet olarak yönetiliyor. Ruhani lider, İran Anayasası`na göre mevcut Cumhurbaşkanını görevden alma yetkisine sahip ve seçimlerde yeni bir başkan seçilse de dış politikada bağımsız hareket etme özgürlüğü çok sınırlı. Yani bu seçimlerde İslam Cumhuriyeti`nin dış politikasında herhangi bir değişiklik olmayacak mı, yoksa değişik programları olan adaylar yine de var mı? Şu anda İran etrafında dönen hadiseler, ABD ve İran ilişkileri, Suriye`de yaşanan iç savaş, İran`ın nükleer programı vs. bu gelişmelerin hepsi İran`da yapılacak seçimlerin sonucuna ve İran`ın dış politikasına bağlıdır. Tabi ki ruhani lider önemli bir faktör, ancak son söz yetkisi hâlâ İran halkınındır.

 
Ali Hamaney ve İran siyasi elitlerinin özellikleri
Dış politikada ruhani liderin "her şeye gücünün yettiğine" dair çok yaygın olan bir kavram yanlışını burada düzeltelim. Ali Hamaney, sadece dış politikada siyasi elitlerin stratejileri ile ilgili tartışmada en üst hakem rolünü oynar ve toplantılarının kontrolünün ve dengelerinin İslam Cumhuriyeti sistemine göre yürütülmesine dikkat eder. Ancak siyasi elitler arasındaki hizip savaşları, ne İmam Humeyni ne de mevcut ruhani lideri tüm müdahalelere rağmen İslam Cumhuriyeti`nin varlığı müddetince durdurmaya güç yetirememiştir.
 
Bu siyasi hiziplerin mücadelesinde negatif bir şey yoktur. Böyle bir mücadelenin varlığı Batı`nın deyimiyle sağlıklı bir toplumun ve demokrasinin işaretidir. İran`ın siyasi elitleri medyada açıkça görüşlerini ifade etme hakkına sahip. Mecliste rahatlıkla her konuyu tartışabiliyorlar. Yerel seçimler ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri için rahatlıkla propaganda çalışmaları yürütebiliyorlar. Ancak, bazı ütopik görüşlere yani İslam Cumhuriyeti ile bağdaşmayan görüşlere sansür uygulanmaktadır.
 
İran`ın demokratik siyasi sisteminin bir sonucu olarak ruhani lider ve siyasi elitler arasında dış politika yaklaşımları konularında çatışmalar sıklıkla görünür. En prestijli İran Ayetullah`ı olan Mesbah Yazdi, "Son 24 yıldır görev yapan tüm İran cumhurbaşkanlarının, ruhani liderin tartışmasız otorite olduğuna inancı eksikti" diyerek bu durumu belirtmişti. Bugün, durum daha dramatik. Varlığının yeni aşamasında, İslam Cumhuriyeti yeni tehdit ve sorunlarla karşı karşıya kalmıştır. Ve bu cumhurbaşkanlığı seçimleri, aday takımlar arasında daha şiddetli dış politika konularında tartışmalara yol açmıştır. Eleştiri, Ahmedinejad`ın mevcut yönetiminin taktik eylemlerine karşı değildir. Bu seçimde, İran siyasi elitlerinin uluslararası ilişkilerde yaklaşımlarının değişmesi gerektiğinden bahsediliyor.
 
Batı İran`da siyasi hiziplerin, aynı Batı`daki değerlerle eşit kılmak için uğraşmaktadır. Yani Reformcular, gelenekçiler ve pragmatist ile muhafazakârlar arasındaki mücadeleye dönüştürmek istemekteler. Ancak öyle bir yaklaşım İran halkının yok oluşuna sebep olacaktır. Batı değerlerinin yok olmaya mahkûm olan değerler olduğunu İran liderleri gayet iyi anlamaktadır.
 
Seçimlerde aday olacak gruplar
İran toplumunun çoğunluğunda ülkenin bağımsızlığı için garantör olarak barışçıl nükleer programa ihtiyacı olduğundan şüphe duyulmuyor. İran`da reformcular "Barışçıl Atom" programını en radikal biçimde destekliyorlar. Bunun en belirgin örneği de eski nükleer konularda ana müzakereci olan Ali Laricani, Hasan Ruhani ve şimdiki Said Celili`nin aday listesinde yer almasıdır.
 
Hükümet yanlısı adayların takımının konumu yeterince açık. Nükleer araştırma programına devam, uranyumu yüzde 20 zenginleştirme, İran`da nükleer santrallerin inşası… ABD ve israil`in istediği gibi hareket etmeyi düşünmüyorlar. ABD ve israil`in planlarını göz önüne aldığımızda bu tür bir radikalizm oldukça anlaşılabilir bir durumdur. Mevcut hükümet şimdiye kadar bu programı tüm zorluklara rağmen sürdürmüştür.
 
Diğer ciddi adayın 2+1 (Ali Ekber Velayeti, Gholam-Ali Haddad-Adel ve Muhammed Bagher Ghalibaf) grubun daha yapıcı bir konumu var. Onlar, yüzde 20 uranyum zenginleştirmeden vazgeçmeyi, ABD ile doğrudan görüşmeleri ve daha geniş uluslararası işbirliği vadediyorlar. Ama bu grubun şartları NPT imzalandığı gibi yaptırımlar tamamen kaldırılması ve tam olarak nükleer araştırma yapma hakkı tanınması koşuluyladır.
 
Eski cumhurbaşkanları Haşimi Rafsancani ve Hatemi ile ilişkili siyasi elitin görüşü ise nükleer program konusunda Batı ile geçici uzlaşma değil geniş bir anlaşmanın sonuçlanmasına ilişkin odaklanmak gerektiğini söylüyorlar. Bu anlaşma, göründüğü gibi sadece yaptırımların kaldırılması için yol açmakla yetinmemeli, aynı zamanda siyasi ve teknolojik olarak ve "İran Atom" üzerinde Batının "patronaj" olması gerekmektedir. Bunun bir örneği, Mısır nükleer programı himayesi ve Suudi Arabistan`da ve BAE`de bugün yapılan nükleer araştırmalarıdır.
 
Kritik dönemde İran seçimleri
İran`da Cumhurbaşkanlığı adayı olarak 40 aday başvurmuştu. Ancak, adayların çoğu 21 Mayıs`a kadar kendi programlarını açıklayarak kendilerini tanıtmak zorundaydı. Çoğu adayın programı İslam Cumhuriyeti ile bağdaşmadığı ve ülkenin önümüzdeki problemlerle alakası olmadığı için elendi. Ciddi adaylar belli oldu.
 
Batı emperyalist güçleri, bölgedeki kontrolü İran yüzünden sağlayamıyorlar. Dolayısıyla bölgede her türlü problem baş gösteriyor. ABD ve İsrail`in istediği; İran`ın Lübnan`daki, Irak`taki, Suriye`deki, Afganistan`daki varlığını bitirmek ve bölgede tek güç olmak. İran bugün ABD ve İsrail`in politikaları yüzünden Rusya, Çin ve Hindistan gibi müttefikleri yanına almak zorunda kalmıştır.
 
ABD ve İsrail`in İslam dünyasında yapmış ve halen yapmaya devam ettiği propaganda ve fitne politikası yüzünden İran`a Sünni Müslümanların desteği pek yoktur. Sünniler hep Şia tehlikesinden bahsedip dururlar. Aslında konu derinden araştırıldığında Sünni ve Şii düşmanlığı dış müdahaleler sonucunda ortaya çıkmıştır. İran, bugün mezhepten dolayı Sünni Müslüman devletler tarafından düşman haline getirilmiştir. Ancak bu düşmanlığın arkasında Batının çıkarları vardır; Sünni devletlerin çıkarları yoktur.
 
Önümüzdeki İran seçimlerinde başa kim gelirse gelsin eğer ABD ve İsrail`in isteklerini yerine getirmeye kalkarsa bölgede büyük çatışmalar çıkar. Ve en çok zarar görecek olan da Sünniler olur.