Bineğiniz Hangisi; Burak Mı Yoksa Dolap Beygiri Mi?

İnsanoğlu, umut ve hayalleri ile ayaktadır. Umut ve hayallerimiz, dünya üzerindeki rolümüzü tayin ederler. Umut ve hayallerimiz ya dünyamızı ve ahiretimizi abat eder ya da berbat eder.

Ekleme: 15.06.2022 15:50:56 / Güncelleme: 15.06.2022 15:51:01 / İnzar Dergisi
Destek için 

 İnsanlık tarihinin umut ve hayaller üzerine inşa edildiğini söylemek abartı olmaz. Umudunu ve hayallerini yitirmiş birey ve toplumların dünya sahnesinde oynayabileceği kayda değer bir rol yoktur. Hayallerimizin ve umutlarımızın kalitesi, hayatımızın kalitesini belirler. Elbette hayal ve umutların inşasında inançtan örf, bireysel faktörlerden toplumsal motivasyon unsurlarına kadar birçok faktörün etkisi vardır. İnançlarımız ve umutlarımız, adeta hayat projeksiyonumuzdur. Bu itibarla; umut ve hayallerimizin hangi dinamikler çerçevesinde biçimlendiğine dikkat etmek gerekir.

Bazı umut ve hayaller vardır ki; boş bir seraptır ve sahibini,  ömür boyunca peşinden koşturur. Böylelikle son nefesi tüketiriz.  Ömür sermayemiz, boş  ve ham bir hayalin kurbanı olur. Ama bazı hayaller ve umutlar vardır ki, hayatın kalbine kazılan bir sondajdır. Hayali olmayanın hayatı da yok gibidir. Zaten hayattan hayalleri ve umutları çekip aldığınızda elinizde hayat diye sadece bir posa kalır.

Hayal kurmayı hayatımızın vazgeçilmez bir parçası haline getirelim ve çevremize de bunu aşılayalım. Hayat mücadelesinde olmaz ise olmazımızdır bu itici güç.

Elbette bir mü’minin, hele hele bir İslam davetçisinin hayalleri; insanların kahir ekseriyetinden farklı olur. Daima hayallerimiz, ufuk çerçevemizi genişletmelidir. Hayal kurmaktan korkmayalım. Yeter ki bu hayallerimiz yokluğa ve abesiyet diyarına kürek çekmek olmasın. Bu hayaller hem dünyaya hem de ahirete uzanan Rabbani bir vasıta olsun. Birçok hamlenin nüvesi, aslında küçük bir hayal ve onun yanına katık yapılmış bir umuttur. Bu nüve; yeşerir, dal budak salar, bir orman olur. Kim demiş bir çiçek ile bahar gelmez diye? Eğer o çiçek umut iksiriyle sulanıyorsa, o çiçek bir gülistanın sancağı olur ve bir baharın resmi olur. O yüzden bırakın hayal kuşunuz hayat ufkuna, hayatın derinliklerine kanat çırpsın.

Tul-i emel ile Rabbani yolculuğa bizi çıkaracak olan hayal gemisi arasında ince bir fark vardır. Birisi bir girdap boşluğunda döndürüp yokluk ve mahrumiyet dalgalarına teslim ederken, diğeri ise muzaffer bir kul olarak bizi selamet sahiline çıkarır.

Bugün hayatımızın bir parçası ve vazgeçilmezi  haline gelen buluşların hikâyesine bakın; umudu ve hayali görürsünüz. Kazanılan zaferleri ve kurulan imparatorlukları irdelerseniz yine hayalin ve umudun ayak izlerine rastlarsınız. Hayatın kendisi bir umuda meftun değil midir?

Bu itibarla; hem kendimiz hem de toplum noktasında bilinç ve şuur sahibi insanlara büyük görevler düşmektedir. Hayalleri ve umutları ölen insanların, adeta gezen ölüler oldukları fikrinden hareketle; uçan kuşun kanadını hiçbir zaman kırmamak lazımdır. Özellikle bu noktada yöneticilere, eğitimcilere ve İslam davetçilerine büyük görevler düşmektedir. Rahmani hayal ve umutlarının peşinden koşan gençlerimizin umutlarını söndürmeyin. Bilin ki, bir insana yapılabilecek en büyük kötülüklerden birisi budur. Genç iken hayallerini öldürdüğünüz insanları diri diri toprağa gömdüğünüzü bilin. Bırakın hata yapsınlar. Yapılan hatalar düzeltilir, telafi edilir; ama ölen ruhların ve umutların dirilmesi zordur. Bir insanı yere düşürmeyin; yere düşenin elinden tutmayı, hayat felsefesi haline getirin. Ama ideallerine meftun olan gençleri, yontmak ve hayallerini öldürmeden rehberlik yapmak yerine mahkum etmeye kalkışırsanız belki de büyük bir yeteneği ve cevheri daha doğmadan ya da emekleme aşamasında iken gömmüş olursunuz. Nasıl ki emekleyen ya da yeni yürüyen çocuğa maraton koşucusu muamelesi yapılmayacaksa, gençlerimize ve ideallerine meftun insanlarımıza da bu şekilde davranmak lazımdır.

Hangimiz hata yapmayız ki? Belki de hata diye gördüğümüz hamleler, bir inkişafın doğum sancıları olabilir. Muhatabımızın özellikle de gençlerimizin ufku, bizim ufkumuzdan daha geniş olabilir. Neden kendi ufkumuzu kainatın son sınırı ya da Kaf dağı gibi gençlerimizin önüne engel olarak koyuyoruz?

İnsanlarımızın hayallerini ve umuda doğru koşu heyecanlarını önemseyelim ve bunu da onlara hissettirelim. Hayallerine ve umutlarına saygı duyulan insanların büyük bir kısmı hedeflerine varır. Yeter ki daha başlangıç aşamasında bu umutların üzerine uğursuz bir karabasan gibi çökmeyelim.

Bugün teknolojinin zirvesinde olan kimi şahsiyetlerin hayat hikayesini ve umuda yolculuk yaptıkları ilk dönemleri okuduğunuzda, asla vardıkları noktayı hayal dahi edemezsiniz. Eminim ki şimdi onlara saygı duyup ulusal kahraman olarak görenler zamanında belki bu mucitlere kahkaha ile gülmüşlerdir.

Bugün dış dünyada gördüğümüz medeniyetin çekirdeği; hayal ve umut idi. Dünün tatlı ve heyecan verici hayalleri bugünün realitesi oldular. Aynı şekilde bugünün hayalleri ve umutları da insanlığın geleceğini ve yarınlarını inşa edecektir. Buna emin olabilirsiniz. Milyonlarca cesurca hayal kuran bireyin hayallerinin bileşkesi, insanlığın ulaştığı medeniyet seviyesi olarak karşımıza çıkacaktır. Ete ve kemiğe bürünmüş bir insanlığın nüvesi yine hayaller ve umutlar olacaktır. Medeniyet binasının duvarındaki taşları kaldırırsanız, o taşların altından umut ve hayallerin fışkırdığını görürsünüz.

Kimi zaman çocuklarımız bizlere geleceğe dair hayallerini anlatırlar. Atalet prangalarına esir olmamış o hayaller belki de büyük bir inkişafın habercisidir. Ama birçok insan ya çocuğu ve genci konuşturmaz ya da gülüp geçer. Ve en kötüsü olur: “ uçan kuşun kanadı kırılır.”

Gelelim İslam davetçilerine…

Bugünkü hayallerimiz insanlığın şafağında gerçekleşecek Rabbani bir devrimin nüvesi, Rabbani bir diyarın ormanı olabilir. Önemli olan; ruhumuz, benliğimiz, terimiz, kanımız ve gayretimiz ile umut ağacını sulamaktır.

Biz hayal ve umutlarımıza neyi kılavuz yaparsak ve hayallerimizde kendimizi nerede görürsek; hayatta, bu hayallerimizin biraz altında bir realite bizi bekler. Hayallerimizin baremini yüksek tutalım. Biz kendi dünyamızda kendimize ve mücadelemize aşağıda bir yerlerde bir konum layık görüyorsak insanlardan bunun daha fazlasını bekleyemeyiz. Hayat içerisindeki değerimiz ve rolümüz, hayallerimiz kadardır dersek yanlış olmaz. Kendilerine karşı cömert olmayana hayat cömert olmaz. Siz ayakkabılığın yanındaki bir yeri hayatınız boyunca kendinize mekan olarak seçerseniz kimse sizi başköşeye oturtmaz. Seyis olmayı kafasına koyan ve hayallerini seyisliğin süslediği bir at bakıcısı, asla vezir olamaz. Kim niye seyis ruhlu, karakterli birisini vezir yapsın? Zaten kendisinin de dünyasında azizlik ve vezirlik gibi bir  hedefi yoktur. Onun dünyasının sınırları, kişilik kalesinin burçları seyisliktir ve hedef bayrağını ancak bu burçlara dikebilir. Bir insanın elleri altındaki imkanlar ne olursa olsun yükselebileceği yer ancak hayallerinin ulaştığı yerdir. Ama hayalleri büyük olan insanlar ise hangi zor şartlar altında olursa olsun hayal gemileri onları menziline ulaştırmıştır. Her türlü zorluğa rağmen, olumsuzlukların kuşatmasını kırıp surlarda mukaddes bir delik açmışlardır. Her devlet adamı, sanatçı, bilim adamı, yazar, alim veya sanatçı imkanların vahasında dünyaya gelmemiştir. Çöldeki serap içerisinde onları vahalara ulaştıran umutları ve hayalleri olmuştur.

Bunun birçok örnekleri vardır. Somut bir örnek olma bağlamında hepimizin Ömer Muhtar ve Çağrı filmlerinden tanıdığı Mustafa Akad sadece bir örnektir.

Gelin, umut ve hayal burakına binip menziline ulaşan Mustafa Akad’a hep beraber  kulak verelim:

“Ben, Halepli bir gümrük memurunun oğluyum. Babam, birçok çocuğu aynı anda büyütmeye çalışan; yoksul, fakat son derece namuslu bir adamdı. 18 yaşıma bastığımda, ona Amerika Birleşik Devletleri’ne gidip ‘film yönetmeni’ olmak istediğimi söyledim. Bu, 1940’ların Halep’inde, benim yaşadığım küçük kasabada adeta şakadan farksız bir istekti. Müslüman bir Arab’ın Hollywood’a gitmesi ve sinema sektöründe söz sahibi olması hayâl bile edilebilecek bir durum değildi. Fakat, babam bu düşüncemi büyük bir ciddiyetle dinledi. Bu konuşmanın üzerinden kısa bir zaman geçtikten sonra, henüz 18’imde, beni Şam Havalimanı’ndan Los Angeles’a uğurlarken elini cebine atıp 200 dolar çıkardı. ‘Ne yazık ki bütün birikmiş param bu oğlum, daha fazlası olsaydı onları da gözümü kırpmadan verirdim’ dedi. Sonra, diğer cebinden de bir Kur’an-ı Kerim çıkardı. Mukaddes kitabı avuçlarımın arasına şefkatle sıkıştırırken, ‘Senin için yapabileceğim tek şey, sana bunları vermektir. Bundan sonraki günlerde belki görüşürüz, belki de hiç görüşemeyiz. Ancak şunu asla unutma, dualarım seninledir. Allah, giriştiğin bu davada yolunu açık etsin’ diyerek bana gözyaşları içinde sarıldı. Yarım yüzyılı geride bırakan Hollywood maceram, işte bu veda ânıyla başlamıştır. Onun, ideallerime verdiği bu içten desteği ömrüm boyunca hiç unutmadım. Babam, o günlerde böylesine ileri görüşlü davranmasaydı, ‘Çağrı’ da olmazdı, ‘Ömer Muhtar’ da…”

Davaları büyük olanların hayalleri de büyük olur. Madem umudun ve hayalin böyle engel tanımaz bir gücü vardır; o halde bu gücü, baki ve kalıcı hedefler için seferber etmeliyiz. Adanmışlığın neferi olmalıyız. Her şeyden önce yüreğimizi ve zihnimizi cennete çevirmeli; oradan başlayan kutlu bir kalkış ile bu dünyayı insanlık için cennete çevirme gayretimiz olmalıdır. Hayallerimizin kalitesi adeta hedeflerimizi bize doğru çeken bir mıknatıs gibi olmalıdır.

Hayal et ve hayallerini umut gemisine bindir. Kimseden noksan değilsin. Yeter ki hayallerini bindirdiğin umut gemisinin altına gayret, sebat ve istikrar pompalamasını bil.

Yüreğinde koca bir dünya taşıyanların başarısı kaçınılmazdır. Ama yürekleri sadece yumrukları kadar olanların kabukları da ancak fındık kadar olur.

Göklere hükmeden bir kartal ya da kümeste ömür tüketen bir tavuk olma tercihi size ve hayallerinize kalmış.

Hayal kurmayı kendinize çok görmeyin. Ama o hayal de hayal olmalıdır. Öyle hayal vardır ki burak gibidir. Sahibini yıldırım gibi hem bu dünya da hem de ahirette menziline ulaştırır; sırat köprüsünü yıldırım hızı ile geçer. Öyle hayaller de vardır ki dolap beygiri gibidir. Kıyamete kadar etrafında döner ve sahibini hüsrana uğratır. Sahibi hiçbir zaman hedefine varamaz. Ömür sermayesi ile beraber her şeyini kaybeden müflis bir tüccar gibi kalakalır. O halde hayal kurun; ama hayalleriniz ham hayaller olmasın. Hayal kurun; ama hayalleriniz, dolap beygiri gibi değil, sizleri menzilinize taşıyan burak gibi olsun.

Selam ve dua ile

İNZAR DEGİSİ - MEHMET ZÜLKÜF YEL