HÜDA PAR'dan CHP'li Bolu Belediyesinin "mülteci" afişine tepki: Düpedüz ırkçılık!

​HÜDA PAR, CHP'li Bolu Belediyesinin astırdığı afişlerle mültecilere ülkeyi terk etmelerini istemesinin ırkçılık olduğuna dikkat çekerek, "İltica gerekçeleri ortadan kalkmadan mültecileri geri dönüşe zorlamak adil ve insanî değildir." dedi.

Ekleme: 24.05.2022 17:05:09 / Güncelleme: 24.05.2022 18:00:44 / Güncel / Ankara Haberleri
Destek için 

HÜDA PAR Genel Merkezi, yaptığı yazılı açıklamayla iç ve dış gündemin öne çıkan konularını değerlendirdi.

Açıklamada, sigorta şirketlerini zamları, CHP'li Bolu Belediyesinin "mülteci" afişi, KHK ile ihraç edilenler, sağlık çalışanlarının sorunları, aileye yönelik saldırılar, zamlar ve kitlesel kıtlık riski ile Finlandiya ve İsveç'in olası NATO üyeliği hakkında görüşlerde bulunuldu.

Son zamanlarda Motorlu Taşıtlar Vergisi (MTV) ve zorunlu Trafik Sigortası primlerinde meydana gelen fahiş fiyat artışlarının milyonlarca araç sahibini mağdur etmeye devam ettiği belirtilen açıklamada, sigorta primlerinde 2021 yılında uygulanan yüzde 1,5’lik aylık zammın, 1 Nisan 2022’den itibaren yüzde 2,25’e çıkarıldığı hatırlatıldı.

"Sigorta şirketlerinin sebep olduğu mağduriyet ve haksız rekabet ortadan kaldırılmalı"

Netice itibariyle poliçe bedellerindeki artış oranının yüzde  300’lere ulaştığı belirtilen açıklamada, "2021 yılında otomobiller için en düşük trafik sigortası bedeli yedinci basamak üzerinden 450 lira iken 2022 yılında bu rakam 1.263 lira olmuştur. Buna mukabil hasar ödemelerinde araç başına teminat bedeli 2021 yılına göre sadece yüzde 16,27 artırılarak 43 bin liradan 50 bin liraya çıkarılmış ve yıl boyunca sabitlenmiştir." denildi.

Açıklamada, "Bununla beraber sigorta şirketleri muhtelif bahanelerle poliçe düzenleme hususunda acentelere sorun çıkarmaya başlamış ve ödeme konusunda taksitlendirmeyi kaldırarak tek tip ödeme gibi uygulamalara geçmiştir. Ayrıca sigorta şirketlerinin kaza oranı yüksek illerde ikamet eden araç sahiplerine poliçe düzenlememe suretiyle kanuni görevlerinden kaçınmaları kabul edilebilir bir durum değildir. Mevcut durum, sigorta şirketleri için devasa bir haksız kazanç kapısı olmuştur. Sigorta şirketlerinin sebep olduğu mağduriyet ve haksız rekabetin ortadan kaldırılması elzemdir. Bu kapsamda araç ve kaza başına belirlenen hasar teminat bedelleri, primlerde yapılan bütün zamlar oranında artırılmalı, haksızlıkların ve mağduriyetlerin önlenebilmesi için güçlü bir denetim mekanizması kurulmalıdır.

"Düpedüz ırkçılık olan bu insanlık dışı tavrı reddediyoruz"

Dünyanın farklı coğrafyalarından milyonlarca kişinin zorunlu sebeplerle Türkiye'de bulunduğuna işaret edilen açıklamada, "Dilleri, renkleri, etnik aidiyetleri farklı olsa da mültecilerin kahir ekseriyeti Müslüman kardeşlerimiz, dindaşlarımızdır. Maalesef son dönemlerde bazı siyasi partiler ve kimi yerel yöneticiler hiçbir ehl-i vicdanın kabul edemeyeceği söylem ve eylemlerle mültecileri hedef haline getirmektedirler. Daha önce mültecilerin nikâhlarını kıymak için olmadık şartlar ileri süren, onlara verilecek suya ayrı fiyat tarifesi getiren CHP’li Bolu Belediyesi bu kez de şehrin işlek caddelerine astırdığı yazılarla mültecilere artık yeter, gidin mesajı verdi. Düpedüz ırkçılık olan bu insanlık dışı tavrı reddediyoruz. Hangi sebeple olursa olsun bütün göçler, sonuçtur. Meseleyi sadece sonuçlar üzerinden değerlendirmek asla doğru değildir. İltica gerekçeleri ortadan kalkmadan mültecileri geri dönüşe zorlamak adil ve insanî değildir." değerlendirmesinde bulunuldu.

İlgili herkesin, mültecilere karşı daha duyarlı hareket etmesi gerektiği ifade edilen açıklamada, "Hükümet, mültecilere yönelik saldırılara karşı önleyici tedbirler almalı, toplumu kaosa sürükleme potansiyeli olan her eyleme anında müdahale etmelidir. Bununla birlikte mültecilerin geri dönüş şartlarının oluşturulabilmesi için bölge ülkeleri ve uluslararası camia ile etkili temaslar yürüterek çözümü hızlandırmalıdır. Bu kapsamda özellikle Türkiye ve İran, daha fazla zaman kaybetmeden Suriye’de siyasi çözüme zemin hazırlamak için inisiyatif almalıdır. Suriye meselesi çözüme kavuşturulabilirse Türkiye’deki mülteci sorunu da önemli ölçüde çözülecektir." denildi.

"KHK ile ihraç edilenler, özel sektörde de iş bulmakta zorlandı"

15 Temmuz menfur darbe girişiminin üzerinden yaklaşık 6 yıl geçtiğinin hatırlatıldığı açıklamada, "Olağanüstü süreçte devlet, tabii bir refleks ile pek çok tedbir almış, irtibat ve iltisaklı görülen on binlerce kişi haklarında bir mahkeme kararı olmadan, Kanun Hükmünde Kararname’ler ile görevlerinden ihraç edilmiştir." denildi.

Açıklamada, devletin, suç işleyenlerle mücadele hakkının olduğu ancak devletin adaletten daha fazla kaçma lüksünün de kalmadığı vurgulandı.

Geçen 6 yıllık sürecin, haklı ile haksızı ve suçlu ile suçsuzu ayırmaya yetecek bir süreç olduğu ifade edilen açıklamada, "Buna rağmen henüz hakkaniyetli bir adım atılmış değildir. Yine KHK ile ihraç edilenler, özel sektörde de iş bulmakta zorlanmış ve büyük bir imtihanla karşı karşıya kalmıştır. Bilmek gerekir ki devletin, vatandaşlarının aç kalmasından elde edeceği bir menfaati yoktur." diye belirtildi.

Açıklamada, "Hakkında hiçbir cezai soruşturma olmamasına rağmen yıllardır başvurusu OHAL komisyonunda bekleyen, ceza yargılamasında beraat kararı almasına rağmen işine iade edilmeyen insanlar vardır. Devlet yargı makamlarının verdiği beraat kararlarına güvenmek zorundadır. Bunun aksi büyük bir haksızlık ve hukuki bir karmaşa anlamındadır. Bu sebeple haklı bir şekilde ihraç edildiği tespit edilemeyen vatandaşlar için bir işe iade prosedürü olmalıdır. Hukuk devleti ilkesinin ve adaletle hükmetmenin gereği budur." ifadelerine yer verildi.

"Sağlık çalışanları en doğal haklarını talep ederken hasta haklarını ihlal etmemeli"

Sağlık meslek örgütlerinin ve sendikalarının neredeyse hepsinin 2022 yılının başlarından itibaren başlattığı grevlerin mayıs ayında da devam ettiğine işaret edilen açıklamada, "Sendikalar özetle; sağlık çalışanlarının ağır iş yüklerine karşılık ücretlerinin çok yetersiz olduğunu ve açlık sınırında yaşamaya mahkûm edildiklerini; 2021 yılında yayımlanan Aile Hekimliği Sözleşme ve Ödeme Yönetmeliği’nin bir ceza yönetmeliği olduğunu, iş barışını tesis edecek şekilde düzeltilmesi gerektiğini; birinci basamak sağlık hizmetlerinin güçlendirilmesi gerektiğini söylüyorlar. Öte taraftan sektördeki şiddet vakalarının önüne geçecek etkin önlemler alınması gerektiğini; resmî kurumlardan istifaların yaşandığını, özel hastanelerde ise işverenlerin ciddi baskılarının olduğunu ve yurt dışına göç olayının artarak devam ettiğini belirtmektedirler." ifadeleri aktarıldı.

Hükümetin, sağlık çalışanlarının bu haklı isteklerini göz ardı etmemesi ve çözüm için harekete geçmesi çağrısında bulunulan açıklamada, "Yaşanan sorunlardan dolayı sağlık hizmetlerinin sekteye uğramaması, sağlık çalışanlarının emeğinin karşılığının hakkıyla verilmesi ve nitelikli insanlarımızın göçünün engellenmesi için gereken düzenlemeler yapılmalıdır. Bazı bölümlerde yaşanan doktor sıkıntısı hasta ve hasta yakınlarını ciddi şekilde mağdur etmektedir. Öte taraftan sağlık çalışanları da en doğal haklarını talep ederken hasta haklarını ihlal etmemeli, yapılan grevler meslek ahlakı ilkeleri ile çelişmemelidir." değerlendirmesinde bulunuldu.

"Aileyi tehdit eden uygulama ve ifsat projelerini önlemek için atılan adımlar çok yetersiz"

İstanbul'da düzenlenen 1. Uluslararası Aile Sempozyumu’nda Cumhurbaşkanı başta olmak üzere devlet erkânının ailenin önemi, korunması ve kutsallığına dair konuşmalar yaptığı hatırlatılan HÜDA PAR açıklamasında, şunlar kaydedildi:

Sempozyum, bir ilk olması itibarıyla önemli bir adımdır. Bunun pratik sonuçlarının da sahaya yansımasını ümit ediyoruz. Bugün aileyi ciddi anlamda tehdit eden uygulama ve ifsat projelerini önlemek için atılan adımlar çok yetersizdir. İfade edilen dilek ve temenniler ile sahada var olan uygulamalar birbirine çok uzaktır. Bugün aile değerlerine saldıran festival, eğlence programları ile diğer etkinlikler desteklenmeye, aileyi yozlaştıran sinema filmleri, diziler ile diğer programlar televizyonlarda yayınlanmaya devam etmektedir. Süresiz nafaka mağdurlarının mağduriyetleri sürmekte, genç evlilik mağdurları ise hâlâ cezaevlerinde tutulmaktadır.

Sayın Cumhurbaşkanı insanların yalnızlaştığını, evlilik oranlarının düştüğünü, boşanma oranlarının yükseldiğini, yaşlı bakımevlerinin sayısının arttığını, akraba sıcaklığının kaybedildiğini vurgulamıştır.  Hastalığın teşhisi anlamında bu tespitler önemlidir ve bir an evvel tedavi sürecine geçilmelidir. Başta 6284 sayılı yasa olmak üzere bir an evvel batı menşeli mevzuattan vazgeçilmeli, değerlerimize uygun politikalar geliştirilmelidir.

"İsteyenin istediği kadar zam yaptığı bir süreç yaşıyoruz"

Zamların son süreçte hayatın bir parçası haline geldiği belirtilen açıklamada, kötü ekonomik şartların dayattığı maliyet artışlarının, belli oranlarda fiyat artışını kaçınılmaz kıldığı ifade edildi.

Açıklamada, "Piyasa şartlarının bozulması toplum açısından birçok zorluğu beraberinde getirirken kriz süreçlerini manipüle ederek zorlu süreçten kârlı çıkmayı meslek edinen ciddi bir kesim de vardır. Artan maliyetlerden yola çıkarak zam üstüne zam yapmak, zamları günlük ve haftalık periyotlarla tekrarlamak, bunun için gerekirse arz talep dengesi ile oynayarak gerekçeler üretmek de adet haline geldi." denildi.

Zam furyasının artık kontrol edilemediği ifade edilen açıklamada, "Çoğu zaman kimin neye göre zam yaptığı da belli değildir. Örneğin ramazan öncesinde şekerin kg fiyatı ortalama 6 TL iken bir anda 14-15 TL’ye kadar yükseldi. Bunun sorumlusu olarak özel sektör gösterildi. Kısa bir süre sonra fiyatlar normale döner gibi oldu. Ancak şekerin kg fiyatı şimdi 20 TL’yi geçti. Temel gıdaların çoğunda aslında zam hikâyesi şekerden farksız değildir. Ardı ardına yapılan ultra zamların neye göre ve hangi verilerle yapıldığı belli değildir. İsteyenin istediği kadar zam yaptığı bir süreç yaşıyoruz. Üstelik buna birçok alanda kamu da dâhildir. Piyasada olumsuz şartların yanı sıra ciddi bir manipülasyon ve kontrolsüzlük vardır. Bu kontrolsüzlüğün önü alınamazsa sonuçlarının kaos olması kaçınılmazdır." değerlendirmesinde bulunuldu.

BM’NİN KITLIK VE KİTLESEL GÖÇ UYARISI

Açıklamada, Birleşmiş Milletler Dünya Gıda Programının (WFP), Ukrayna limanlarının tahıl ihracatına açılmaması halinde kıtlık ve kitlesel göçlerin yaşanabileceği uyarısında bulunduğuna değinildi.

Dünyada gıda güvensizliği ile karşı karşıya olan insanlar, pandemi nedeniyle son iki yılda 135 milyondan 276 milyona çıktığı belirtilen açıklamada, son yaşanan Rusya-Ukrayna savaşının ise dünyayı kıtlık tehlikesiyle karşı karşıya bıraktığı vurgulandı.

Açıklamada, "Tedarik krizi nedeniyle istikrarsızlık, çatışma ve kuraklık ile mücadele eden bölgelerde insanî dram daha da derinleşmektedir. Rusya ve Ukrayna arasında yaşanan savaşın ivedilikle sonlandırılması ve tahıl tedarikine yönelik engellerin kaldırılması için uluslararası iş birliği yapılmalı ayrıca küresel çapta gıda fiyatlarındaki fahiş artış ve enflasyonun yıkıcı etkisine karşı harekete geçilmelidir. Mevcut krizin etkilerinden en fazla etkilenen bölgeler için uluslararası ortak bir fon oluşturulmalı, özellikle sığınmacıların ikamet ettiği ülkelere ekonomik destek verilmelidir." çağrılarında bulunuldu.

"NATO’nun çifte standartlı politikaları karşısında Türkiye’nin ortaya koyacağı duruş çok önemli"

Türkiye’nin İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine karşı tutumuna rağmen ABD ve Avrupa, bu iki ülke lehine söylem ürettiğine dikkat çekilen açıklamada, Rusya-Ukrayna Savaşı arzulandığı gibi dünyada ‘beyin ölümü gerçekleşen’ ittifakların tekrar canlandırma sürecine evrildiği belirtildi.

Açıklamada, "ABD’nin uydusu haline gelen ve dünyanın birçok noktasında istikrarsızlığa hizmet eden NATO üye sayısını artırmaktadır. Sözde müttefiklerin uluslararası sahada Türkiye karşıtı tutumu bugüne kadar defalarca ifşa olmuştur. Bugün yine Türkiye’nin endişeleri göz ardı edilerek karşı cephede yer alınmaktadır." denildi.

Açıklamada, "Türkiye’nin ittifak içerisindeki kararlı tutumu, NATO eliyle İslam topraklarında gerçekleştirilen tahribatlara karşı da devam etmeli, Türkiye sadece ulusal çıkarları için değil ümmetin ve insanlığın istikrarı için de sesini yükseltmelidir. Ne yazık ki NATO’nun Afganistan ve Irak başta olmak üzere bugüne kadar İslam topraklarında milyonlarca masumun ölümüne sebebiyet veren kirli politikalarına karşı durulamamıştır. NATO’nun çifte standartlı politikaları karşısında Türkiye’nin ortaya koyacağı duruş çok önemlidir. Bu rolünü dünyanın, insanlığın ve İslam ümmetinin istikrarının korunması yönünde kullanması, Türkiye’nin bütün dünyaya karşı sorumluluğudur." değerlendirmesinde bulunuldu.

(İLKHA)