Peygamber Efendimiz’in manevi terbiyesinden geçerek onun emir ve buyruğuna aşk ile bağlanan Sahabe Efendilerimizin hayatından Ramazan-ı şerifle ilgili birbirinden güzel örnekler bulunuyor.
Ebû Ümâme-radıyallahu anh- Peygamber Efendimiz’e: “–Bana öyle bir amel tavsiye et ki, Allah Teâlâ beni onunla mükâfatlandırsın” diye bir talepte bulunmuştu. Rasûlullah Efendimiz: “–Sana orucu tavsiye ederim, zira onun bir misli yoktur!” buyurdular. (Nesâî, Sıyâm, 43)
Ümmü Eymen-radıyallahu anh- Allâh’a ve Rasûlü’ne hicret etmek üzere yola çıkmıştı. Oruçluydu. Yanında ne yiyecek, ne binek, ne de su kabı vardı. Tihâme çöllerinin şiddetli sıcağı altında yol alıyordu. Açlıktan ve susuzluktan ölmek üzereydi. İftar vakti geldiğinde başının üzerinde bir hışırtı işitti. Başını kaldırdığında beyaz bir iple asılmış bir kova gördü. Kendisi şöyle der:
“–Kovayı aldım, kanıncaya kadar içtim. Ondan sonra artık bir daha susamadım.”
Oruç tutarken şehit olmak!
Ümmü Eymen-radıyallahu anh- acaba susuzluk hisseder miyim diye kızgın güneşin altında oruç tutar, Kâbe’yi tavâf ederdi, ancak yine de susuzluk hissetmezdi. Bu durum ölünceye kadar böyle devam etti. (Abdürrazzak, Musannef, IV, 309; Ebû Nuaym, Hilye, II, 67; İbn-i Hacer, İsâbe, VIII, 170; İbn-i Sa‘d, VIII, 224)
Hazret-i Hamza -radıyallahu anh- Uhud Harbi’ne giderken oruca niyetlenmişti. Şehîd olursam Rabbimin huzûruna oruçlu olarak çıkayım, diye düşünüyordu.
Enes bin Mâlik-radıyallahu anh- şöyle der:
Üvey babam Ebû Talha-radıyallahu anh- Rasûlullah zamanında, düşmanla daha kolay cenk edebilmek için fazla nâfile oruç tutmazdı. Rasûlullah Efendimiz’in vefâtından sonra ise ben Ebû Talha’yı hiç oruçsuz görmedim. Sadece Ramazan Bayramı ve Kurban Bayramı günleri oruç tutmazdı. (Buhârî, Cihâd, 29)
Cihadı oruca tercih ederdi!
Ebû Talha-radıyallahu anh- harp meydanlarının en cesur kahramanlarından biriydi. Düşmana karşı kuvvetli olmak için nâfile oruca fazla yönelmez, cihâdı oruca tercih ederdi. Ancak daha sonra cihâda çıkması seyrelince oruca yöneldi ve çoğu vaktini oruçla geçirdi. Peygamber Efendimiz’den sonra bu minvâl üzere 24 sene yaşadığı rivâyet edilir.
Hazret-i Enes’in bildirdiğine göre Ebû Talha-radıyallahu anh- ömrünün sonlarına doğru:
“Ey mü’minler! Sizler gerek hafif, gerek ağırlıklı olarak hep birlikte seferber olunuz, Allah yolunda mallarınızla ve canlarınızla cihâd ediniz. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.” (et-Tevbe, 41) âyet-i kerîmesini okudu. Ardından: “–Allah Teâlâ bize gerek yaşlı gerek genç olarak hep birlikte seferber olmamızı emrediyor. Benim savaş malzemelerimi hazırlayın!” dedi. Çocukları:
“–Babacığım, biz senin yerine cihâd ediyoruz!” dedilerse de o ısrar etti. Eşyalarını hazırladılar ve Ebû Talha-radıyallahu anh- bir deniz seferine katıldı. Bu sefer esnâsında vefât etti. Cesedini ancak yedi gün sonra toprağa verebildiler. Ancak bu zaman zarfında mübârek vücûdunda hiçbir değişme ve kokma olmadı. (İbn-i Hacer, Fethu’l-Bârî, [Cihâd, 29])
Asr-ı saadet’te Ramazan-ı şerif!
Ebû Bürde-radıyallahu anh- ile Yezîd bin Ebî Kebşe bir seferde arkadaşlık etmişlerdi. (Oruç tutmaya çok ehemmiyet veren) Yezîd, bu seferde de oruçlu idi. Ebû Bürde-radıyallahu anh- ona şöyle dedi:
“Ben (babam) Ebû Mûsâ’yı şöyle derken defalarca işittim:
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Kul hasta olur veya sefere çıkarsa mukîm ve sıhhatliyken yaptığı (nâfile) ibadetlerin sevâbı aynen kendisine yazılır.” (Buhârî, Cihâd, 134)
Asr-ı Saâdet’te Ramazan-ı Şerîf ayları büyük bir coşku ve heyecanla yaşanır ve mü’minler bu rûhânî havayı evlâtlarına da teneffüs ettirirlerdi. Nitekim Hazret-i Ömer radıyallahu anh hilâfeti döneminde Ramazan’da sarhoş olan birine: “−Yazıklar olsun sana! Bizim çocuklarımız bile oruç tutmaktadır!” demiştir. (Buhârî, Savm, 47)
Ebu’d-Derdâ radıyallahu anh oruca ne kadar kıymet verdiğini ifâde ederek şöyle buyurur:
“Üç haslet olmasaydı dünyada kalmak istemezdim: Alnımı yere koyarak gece-gündüz Yaratan’ıma secde etmek ve bu şekilde ebedî hayatıma hazırlanmak, günün en sıcak anlarında (oruç tutarak) susuzluğa katlanmak, meyvenin iyisi seçildiği gibi sözlerin iyisini seçen kimselerle oturmak.” (Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, II, 11/1193)
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Asrı Saadet Toplumu, Erkam Yayınları