Rusların bir gözü İran’da kalmış!

İslam Dünyası iç ve dış sorunlarla uğraşırken tarihsel birikiminden faydalanamadığı için bir şaşkınlıklar yüzyılı yaşıyor. Osmanlı’nın ‘mecburiyetten’ uyguladığı denge politikası gittikçe temel politika olmaya başladı.

Ekleme: 16.02.2022 10:49:55 / Güncelleme: 16.02.2022 10:55:33 / Dünya
Destek için 

Mustafa Karakaş/Doğruhaber

Müslümanlar ABD’nin işgalciliğinden Rus merhametine sığınmamalı. Zira Rus sömürgeciliği Amerikan sömürgeciliğinden daha az zararlı değildir.

İslam Dünyası’nda Rusya ile en iyi ilişkilere sahip olan devlet İran. Şüphesiz bu ilişkinin en büyük nedeni ABD baskısı. İşin ilginç tarafı tüm bu diyaloğa rağmen Rusların bir gözü hala İran topraklarında kalmış gibi görünüyor.

Hemen olaya geçelim!

Bilindiği üzere 19. Yüzyılın ilk yarısında İran’ın kuzey Bölgesi ve Kafkaslar Rus işgaline uğramıştı.

Meğer Rusların bir gözü hala o topraklarda kalmış.

Rusya’nın Tahran Büyükelçisi Levan Dzhagaryan İran topraklarında işgalin sürmesi için Rus Devletini yönlendiren zamanın büyükelçisi Aleksandr Griboyedov’un anıtı ile bir fotoğrafını yayınladı.

Bahsi geçen Griboyedov İran halkının büyükelçiliği basması sonucu öldürülmüş bir kişidir.

Şimdiki büyükelçi Levan Dzhagaryan işte o günleri hatırlatırcasına anıtın önündeki resmini paylaşınca İran’da geniş çaplı eleştirilere neden oldu.

Basın olaya çok sert tepki gösterdi.

İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Said Hatibzade şimdilik bir gerginliğe gerek olmadığını, ilişkilerin ‘çok boyutlu ve seviyeli’ olduğunu söylemekle yetindi.

Demek ki devlet olarak ne kadar stratejik ilişkiler kursanız da gözleri hala sizin topraklarınızda.

Herhalde bu bir sömürgeci karakteri olsa gerek.

Nitekim Türkiye ABD’nin stratejik müttefiki olduğu halde 15 Temmuz açık bir Amerikan darbesi değil miydi?

Yıllarca “ABD’nin adamı” diye eleştirilen Erdoğan az daha Amerikalılar eli ile katledilmeyecek miydi?

Öte yandan Rus Devlet aklının neredeyse tek bir Rus’un yaşamadığı Kafkaslar ve Kuzey İran toprakları ile ilgili hayaller kuruyor olması durumun vahametini ve İslam Dünyasındaki “dayanışma mecburiyetini” çok açık bir şekilde ortaya koyuyor.