Hak ile meşgul olmayanı batıl işgal eder

İslâm, insanların hayatında fiilen, sadece inanç ve ibadet alanına inhisâr eden, biraz ahlâk hassâsiyeti getiren, ama sosyal-ekonomik hayatta etkisi çok sınırlanmış bir hâle gelme riski ile karşı karşıya mı?

Ekleme: 09.02.2022 08:37:32 / Güncelleme: 09.02.2022 08:38:23 / İslam
Destek için 

Batıʼda, Hristiyan ülkelerde, kapitalizm ile dînin karşılaştığı bütün sahalarda din kenara çekildi, yerini kapitalizme bıraktı. Türkiye ise yeni kapitalistleşen bir ülke. Kapitalizmin etkisi arttıkça bizde de olacak olan budur, Müslümanların yaşadığı kişilik kaybı böyle bir durumdan kaynaklanıyor, deniyor. Kapitalizm, iktisâdî ve ictimâî sahada Müslümanların belini bükecek mi? Yani İslâm, insanların hayatında fiilen, sadece inanç ve ibadet alanına inhisâr eden, biraz ahlâk hassâsiyeti getiren, ama sosyal-ekonomik hayatta etkisi çok sınırlanmış bir hâle gelme riski ile karşı karşıya mı?

MERHAMETLİ OLACAKSIN
Kapitalizmin doğup yayıldığı toplumların ekseriyeti Hristiyan toplumlardır. Hristiyanlık; “Rabbin Îsâ olduğunu bil, o sana yeter.” der. “Sezarʼın hakkı Sezarʼadır.” der. İktisâdî ve ictimâî hayatı tanzim etmek gibi bir derdi yoktur. Yani telkin ettiği şeylerin toplum hayatında bağlayıcı bir tarafı yok. Merhametli olacaksın diyor, o kadar. Merhametli olmak da herkesin anlayışına göre değişiyor. Meselâ zalim bir patron da; “Ben merhametliyim.” diyebiliyor.

Bu bakımdan kapitalizmin, önünde mânevî değerler nâmına hiçbir engel bulunmadığı böyle toplumlarda hızla yayılması gâyet tabiîdir.

Fakat İslâm, iktisâdî ve ictimâî hayata dâir, müʼminlerin önüne pek çok kâide koyar. Müʼminler bunlara riâyet ettiği takdirde, ruhsuz ve acımasız bir iktisâdî hayatın toplumu kuşatması mümkün değildir. Lâkin müʼminler ictimâî ve iktisâdî hayattaki vazifelerini yerine getirmedikleri takdirde, “Tabiat boşluk kabul etmez.” kâidesi gereğince, bu alanları başka sistemlerin doldurması kaçınılmazdır.

KENDİNİ HAK İLE MEŞGUL ETMEZSEN BÂTIL SENİ İŞGÂL EDER
İmâm Şâfi buyurur:

“Kendini hak ile meşgul etmezsen bâtıl seni işgâl eder.”

Demek ki bu hususta da asıl mesʼûliyet, Müslümanlara düşüyor. Çünkü İslâm, Hakkʼın rızâsına uygun yaşamanın ölçülerini bildirir; onu yaşamaksa Müslümanın vazifesidir.

İslâmî hassâsiyetler yaşanırsa, kapitalizmin iktisâdî hayatımızı istilâ etmesi mümkün değildir, fakat İslâmî ölçülerden ne kadar fire verilirse, o nisbette kapitalizm davet edilmiş olur.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Müslümanın Para ile İmtihanı, Erkam Yayınları - İslam ve İhsan

Hak İle Meşgul Olmayan Kalbi, Bâtıl İşgal Eder

Hakk’a kulluğu layıkıyla idrak edebilmenin en mühim şartı; her an ilahi kameraların önünde bulunduğumuzu, Rabbimizin bizi her an gördüğünü, hatta bizimle beraber olduğunu bilmektir. Yani “Maiyyet: Allah ile beraberlik” şuuruyla gönlümüzü manen diri ve zinde tutarak hâl ve hareketlerimize çekidüzen verebilmektir.

Allah Teâlâ bizlere şah damarımızdan bile daha yakın olduğunu bildirmektedir (Bk. Kaf, 16). Mühim olan, bizim de bu hakikatten gafil kalmayıp Allah ile olabilmemizdir. Zira Hak ile meşgul olmayan bir kalbi bâtıl işgal eder. Allah ile olan bir kalbe, dünya işleriyle meşguliyetten dolayı bir zarar gelmez. Fakat dünya telâşının Hak’tan gafil bıraktığı bir kalp ile yapılan ibadetlerden bile bir hayır gelmez.

Dolayısıyla gönüllerde Allah ile beraberlik şuurunu daimi kılmak elzemdir. Bunun en güzel yolu ise; heyecan, vecd ve istiğrak içinde “Zikrullah”a devam etmektir. Zira hiçbir zaman nisyan ve gaflet illetlerinden tam olarak kurtulamayan insanoğlunun, Allah’ı çokça hatırlamaya ve kalben O’nun ile beraber olmaya her zaman ve mekanda ihtiyacı vardır.

İman muhabbetiyle dolu bir gönül, zaten Rabbini zikretmeden huzur bulamaz. Onun nazarında zikir; yemek-içmek ve teneffüs etmek kadar vazgeçilmez bir ihtiyaç, hatta en büyük lezzet hâline gelir. Onu hiçbir dünyevi meşgale ve nefsani cazibe Allah’ın zikrinden alıkoyamaz.

Fakat zikrin hakikatine erebilmek için Cenab-ı Hakk’ı manen gönülde hissetmek, her şeyin O’ndan olduğunun idraki içinde bulunmak ve bedeni haram ve şüphelilerden muhafaza etmek gerekir. (Osman Nuri Topbaş, Hak Dostlarının Örnek Ahlakından, s.4)