HÜDA PAR GİK üyesi Ramanlı: “İSLAM DÜŞMANLIĞI SİSTEM KAYNAKLI BİR PROJEDİR”

Son dönemlerde İslam’a ve değerlerine yönelik saldırıları değerlendiren HÜDA PAR GİK Üyesi Serkan Ramanlı, “Bir proje dâhilinde ve sistemsel olarak devlet eliyle İslam inancı ve dindar insanlar uzun yıllar boyunca Müslüman halka kötülendi. Toplum inancından uzaklaştırıldı. Bunun neticesi olarak bugün kendini bilmez, halkın inancına saygısı olmayan bir nesil türedi. İslam’ın şiarlarına ve Müslüman kadının örtüsüne bu denli hadsiz bir eylem içerisinde bulunan kimselerin ciddi bir şekilde kınanması gerekiyor. Bu çevreler, insan hakları, düşünce, inanç ve ifade özgürlüğü denilince mangalda kül bırakmazlar. Ama söz konusu İslam olunca ne temel insan haklarını ne de inanca saygıyı bilirler.” şeklinde konuştu.

Ekleme: 18.09.2021 07:00:00 / Güncelleme: 20.09.2021 06:51:00 / Güncel / İstanbul Haberleri
Destek için 

MEHMET ERKAN YAVUZ - DOĞRUHABER

HÜDA PAR Genel İdare Kurulu (GİK) Üyesi Serkan Ramanlı, konuk olduğu Rehber TV’de Olcay Ersoy’un iç gündeme ilişkin sorularını yanıtladı. İslam’a ve İslami değerlere yönelik saldırılar başta olmak üzere Yargıtay binasının dua ile açılmasından duyulan polemiği değerlendiren Ramanlı, 12 Eylül darbesi yıldönümünde darbe geleneğini ve Türkiye’nin kriz üreten ekonomi politikasına değindi. Halkın inancına, inançla şekillenmiş gelenek ve göreneklerine yönelik ciddi saldırıların olduğunu söyleyen Ramanlı, “İnanç değerlerimize ve sembollerimize yönelik bu türden saldırlar, sistematiktir. Yani bireysel, bir grubun, bir hizbin veya bir kliğin saldırıları şeklinde gerçekleşmektedir. Bu coğrafyanın Avrupalılaşma sürecinden başlayarak Cumhuriyetin kurulmasından sonra da devam eden bir süreçtir.” dedi.

“SİSTEM, BU DENLİ SALDIRILARA ZEMİN HAZIRLANMIŞ OLUR”

Mevcut sistemin sorunlar ürettiğine dikkatleri çeken Ramanlı, “Yüzyıldan fazla bir süredir İslam ülkelerinin tamamında inancımıza, sembollerimize, şiarlarımıza, Müslüman kadınların örtüsüne, camilere ve ezanlara yönelik saldırılar gerçekleştiriliyor. Türkiye de bu saldırılardan nasibini ziyadesiyle almış bir ülkedir. Örneğin Türkiye’de Arapça ezan yasaklandı. Camiler ve medreseler kapatıldı. Kur’an öğrenmek yasaklandı. 28 Şubat sürecinde Cuma namazı vakti, mesai saatlerine göre değiştirildi. Bütün bunları bu ilke gördü ve yaşadı. Bir proje dâhilinde ve sistemsel olarak devlet eliyle İslam inancı ve dindar insanlar uzun yıllar boyunca Müslüman halka kötülendi. Toplum inancından uzaklaştırıldı. Bunun neticesi olarak bugün kendini bilmez, halkın inancına saygısı olmayan bir nesil türedi. İslam’ın şiarlarına ve Müslüman kadının örtüsüne bu denli hadsiz bir eylem içerisinde bulunan kimselerin ciddi bir şekilde kınanması gerekiyor. Bu çevreler, insan hakları, düşünce, inanç ve ifade özgürlüğü denilince mangalda kül bırakmazlar. Ama söz konusu İslam olunca ne temel insan haklarını ne de inanca saygıyı bilirler. Bu tür kişilere herkesten önce mensubu oldukları yapılar veya partiler izin vermemeli ve kınamalıdır. Zira mensubu oldukları partinin yöneticileri de seçmenleri de neticede bu halkın birer ferdidir. Halkının inancını ve sembollerini hedef alan bu türden faaliyetlere rıza göstermemelidirler. Bu kişilerin kendi anne ve babasının inancına ve şiarlarına bu denli düşmanca ve hadsizce saldırmasının müsebbibi sistemin kendisidir. Sistem, halkın inancına uygun şekilde inşa edilmezse, zihinsel bir hastalığın müptelası insanların bu denli saldırılarına zemin hazırlanmış olur.”

“YARGININ ONLARCA SORUNU VAR, NİTELİK VE NİCELİK SORUNU HALEN DEVAM EDİYOR”

Yargıtay binasının dua ile açılmasından duyulan rahatsızlık ve sonrasında oluşan polemiği değerlendiren Ramanlı, “Yargının içinde bulunduğu hal maalesef güven vermiyor. Yargının onlarca sorunu var, nitelik ve nicelik sorunu halen devam ediyor. 15 Temmuz sonrasındaki ihraçlar ve yeni atamalar üzerinden de batığımızda, yargı ciddi bir darbe aldı ve halkın yargıya olan güveni çok yüksek seviyelerde değil. Yargının onca sorunu varken, ana muhalefet partisinin sırf Diyanet İşleri Başkanının, Yargıtay Binasının açılışında dua etmesine laikliğe aykırılık gerekçesiyle takılması çok gariptir. CHP’nin laiklikle ilgili bir endişesi varsa ‘Diyanet İşleri özerk olsun’ desinler. Onların zihniyetine göre devlet; dini kontrol altına aldığı sürece sorun yok ama din; devlet işlerinde görünür hale geldiğinde sorun var. Onların çok öykündüğü, benimsediği, çok hayranlıkla izlediği devletlerin çoğunda, devlet başkanları göreve İncil üzerine yemin ederek başlıyorlar. Buna dair hiçbir eleştirileri yok. Bu başlı başına bir çelişkidir. CHP’ye tavsiyemiz, böylesine basit, toplumda karşılığı olmayan, kendilerini küçük düşürecek argümanlarla hareket edeceklerine yargının ve toplumun diğer gerçek sorunlarıyla ilgilensinler. Yoksa bu hareket tarzıyla bir yol almaları mümkün değil.” ifadelerine yer verdi.

“VESAYET SİSTEMİNİN GETİRDİĞİ İMKÂNLARLA DARBELER ÇOK KOLAY YAPILABİLİYOR”

  1. Yılında 12 Eylül darbesini ve sonrasını değerlendiren Ramanlı, “darbe, vesayet sisteminin getirdiği bir imkân. Kolay olduğu için darbe yapılabiliyor. Tek gecede birkaç tankla bütün ülkeyi ele geçirebiliyorsunuz. Bu darbe mekaniğini işlevsel kılan yine sistemin kendisidir. Çünkü sistem vesayet üzerine kurulu bir sistemdir. Laiklik ve Türklük esasına göre şekillenmiş düzen devam ettiği müddetçe sorun yok ama bir kırılma yaşandığında ya da Batı’daki sözüm ona müttefiklerin menfaatlerine halel getirecek bir düzeye gelindiğinde hemen askeri vesayet kendisini gösteriyor ve darbeler icra edilmeye çalışılıyor. Türkiye’de kendi kendini idare edebilen, kendi idarecisini hür iradesi ile seçebilen, o seçtiği idareciden hesap sormasını becerebilen bir toplum düzeni yerine, devletten korkan, memur gördüğünde önünü ilikleyen, medeni cesareti olmayan ve vatandaşlık bilincinden yoksun bir toplum düzeni oluştu. Herkes devletten korkar oldu. Devlet, ‘baba’ oldu ama zalim bir baba oldu. Dolayısıyla toplum kendisini idare eden yönetimi şekillendirme konusunda geliştiremedi. Bu ülke, dünya ekonomik gelişmişlik sıralamasında en altlarda olmayı hak ediyor mu? Hayır, hak etmiyor. Bu kadar geniş nüfus sahip, işgücü imkânı olan, yeraltı ve yerüstü zenginlikleri olan bu ülke maalesef ne bilimsel ne ekonomik ne de kültürel anlamda bir üst lige çıkmayı başaramıyor. Birileri mütemadiyen halk iradesi ve hükümet idaresi üzerinde vesayet kurmaya alışmış, gelişmesine müsaade etmiyor.” diye kaydetti.

“GEÇMİŞTE YAPILAN DARBELER GELECEĞİMİZİ ÇALDI”

Darbelerin oluşturduğu tahribatlara da değinen Ramanlı, “İnsanın manevi ve maddi iki yönü vardır. Siz maddi yönüne sürekli engeller koyarsanız, manevi yönünü de tıkarsanız insanın gelişmesi mümkün değildir. Eğer sürekli toplumun inancıyla çatışır halde olursanız, topluma bir ideoloji dayatırsanız, diliyle çatışırsanız -ki Kürt dili üzerinde yıllardır bir asimilasyon var- öte yandan yeraltı ve yerüstü zenginliklerini bilinçli veya bilinçsiz şekilde birilerine peşkeş çekerseniz, uluslararası ittifaklar adı altında kendi insan kaynaklarınızı kaçırtırsanız olacağı budur. Çünkü toplum kendi kendini yönetmiyor. Toplum kendi kendini yönetebilse bu tür sıkıntılar ortadan kalkacaktır. Geçmişteki yaşanan darbeler bizden adeta geleceğimizi çaldı. Olmamız gereken yerlerden çok çok gerilere düştük. Önceki darbelerin meydana getirdiği yıkımın tarifi bile çok kolay değil. Teşebbüs aşamasında bile kalması büyük maddi ve manevi kayıplara sebebiyet veriyor. Söz gelimi 15 Temmuz darbesi gerçekleşmediği halde sırf bu teşebbüs yüzünden Türkiye ekonomik ve insani anlamda çok ciddi kayıplar yaşadı. Peki, bundan sonra da darbelerin önü kapatıldı mı? Hayır, kapatıldı diyemeyiz. Taşlar düzgün yerine oturtulmadığı ve devlet, ele geçirilmesi gereken bir güç merkezi olarak görüldüğü müddetçe darbe tehlikesi her zaman vardır.” dedi.

“TÜRKİYE EKONOMİK BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNİ GÜÇLENDİRECEK ADIMLAR ATMALIYDI”

Ekonomik sorunlara da dikkat çeken Ramanlı, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Şu an herkeste ekonomik bir sıkıntı var. Ekonomik veriler açıklanıyor, ülkenin büyüdüğü ifade ediliyor. Bunu açıklayan TÜİK’in rakamlarına halkın pek itibar ettiğini düşünmüyorum. Çünkü halkta ekonomik büyümenin bir yansıması yok. Zengin daha da zenginleşirken, fakir daha da fakirleşiyor. Toplumun büyük kesimi ücretle çalışanlardan oluşuyor. Alım gücünün düştüğü, enflasyonun açılanan resmi rakamların çok üzerinde olduğunu herkes biliyor. Evet, kabul edelim, hiçbir iktidar ‘Ben kötü yönetiyorum, ekonomide işler iyi gitmiyor’ demez, diyemez. Kendince ekonominin bazı iyi yönlerini gösterir ama kötü yönlerini göstermek istemez. İşsizlik rekor seviyede, hayat pahalılığı son 15 yılın en yüksek seviyesini gördü. Alım gücü çok düştü, insanlar bir yıl önce aldıkları ürünün aynısını bir sonraki yıl iki kat fiyata alabiliyor. İnşaat girdi maliyetlerinin yükseldiğini bu sebeple konut fiyatlarının arttığını görüyoruz. Kiraların astronomik seviyelere çıktığını biliyoruz. Hükümetin ekonomi yönetiminin ciddi anlamda sıkıştığını görüyoruz. Bu sıkışmanın biri dış etkenler diğeri ise iç etkenler olmak üzere iki sebebi var. Evet, Türkiye sıkıntılı bir coğrafyada yer alıyor. Küresel emperyalist sistemin Türkiye üzerinden bölgeye dair projeleri var, Türkiye o plan ve projelerin bir parçası olmadığı zaman, küresel sermayenin Türkiye’ye akışını engellemeleri mümkündür. Türkiye, İsrail’le dost olmadığı, emperyalistlerin bölgedeki ayak oyunlarına eklemlenmediği sürece Türkiye’yi bir ölçüde ‘terbiye etmek’ için sıkıntıya sokmak için çalışacaklardır. Ama buna mukabil bağımsız, kendi iradesiyle hareket eden, emperyalistlerin projelerine alet olmadan yol yürümeye çalışan bir iktidar olma iddiasında olan bir Türkiye için dış etkenlere karşı savunma mekanizmalarının güçlendirilmesi lazımdır. Popüler tabirle Türkiye, ekonomik bağışıklık sistemini güçlendirecek adımlar atmalıyken bu adımlar zamanında atmadı maalesef. Biz mütemadiyen parti olarak ekonomik konusunda hükümete “Denk bütçe yapılsın gelirden fazla harcama yapılmasın, devlet ayaklarını yorganına göre uzatsın.” şeklinde tavsiyelerde bulunduk.”