Misyonerlikten İslam davetçiliğine: Musa Bangura

İlginç bir hayat hikayesi olan Sierra Leoneli Musa Bangura, çağımızın Mus’ab Bin Umeyr’i olarak anılıyor. Bir rahipken İslam ile tanışan Musa, daha sonra İslam yolundaki çalışmalarıyla adından sık sık söz ettiriyor. İşte Sierra Leoneli Musa Bangura’nın hayat hikayesi…

Ekleme: 13.08.2021 11:14:51 / Güncelleme: 13.08.2021 11:14:51 / İslam
Destek için 

Bir rahipken İslam ile tanışan Sierra Leoneli Musa Bangura’nın hayat hikayesi oldukça etkileyici. İşte Sierra Leoneli Musa Bangura’nın hayat hikayesi…

 

Musa Bangura artık meydanlardadır. İnsanlara artık hakkı ve hakikati anlatacaktır. Bir bisiklet alır ve ilk olarak bir rahipken gittiği ve misyonerlik faaliyetlerine başladığı köye gider. İnsanlar şaşkındır. Ama onlar da kısa sürede yeniden Müslüman olurlar. Musa Bangura köy köy, kasaba kasaba dolaşmaya başlar. Gittiği her yerde yine büyük ilgi görür ve hayırlı dönüşlere, uyanışlara vesile olur.

“İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü men eden bir topluluk bulunsun. İşte onlar, kurtuluşa erenlerdir!” (Âl-i İmran, 104)

Yce Allah, Kur’ân-ı Kerim’de, Âl-i İmran, Araf, Tevbe, Hac ve Lokman Sûrelerinde, Müslüman toplumlarda “onlara iyiliği emredecek ve onları kötülükten sakındıracak”, dolayısı ile irşat ve davet vazifesinde sürekli olarak çalışacak insanların bulunmasını emretmektedir. Bazı müfessirler Allah’ın bu emrinin Müslümanlara farz-ı kifaye hükmünde olduğunu belirtmişlerdir.

Bu davetçiler toplumlarına iyiliği emredecek, iyiliği yayacak, iyi, doğru ve güzel olana özendirecek, insanlara hakikati anlatıp aydınlığa çağıracaklardır. Ve bu davetçiler toplumlarını kötülükten men edecek, kötü olanı, çirkin işleri, fenalığı yasaklayacak, fuhşiyatı, ahlâksızlığı, bozgunculuğu engellemek için çalışacak, insanları şirkin ve küfrün zifiri karanlığından koruyacaklardır.

İşte şimdi sizlere hikâyesini anlatacağım Sierra Leoneli Musa Bangura, hayatı, yaşadıkları ve mücadelesi ile tam da böyle bir davetçi. Kendimizi sorgulayacağımız ve ibret alacağımız çok farklı bir hayat hikâyesi var.

“Sierra Leone” demişken, bu ülke, eminim bazılarımızın belki adını hiç duymadığı, duyanların ise haritada yerini göstermekte zorlanacağı küçük bir Afrika ülkesidir. Sierra Leone Cumhuriyeti, Batı Afrika'da yer alan, kuzeydoğusunda Gine, güneydoğusunda Liberya ve güneybatısında Atlas Okyanusu bulunan, yüzölçümü 71 bin 740 kilometrekare olan tropikal iklime sahip bir ülkedir. Portekizliler ülkeye, bölgede bol miktarda aslan bulunmasından dolayı “aslanlı dağlar” veya “aslanlı sıradağlar” anlamına gelen bu ismi vermişler. Toplam nüfusunun 6 milyon 500 bine yakın olduğu tahmin ediliyor.

İngiliz sömürgeciliğinden sonra 1961’de bağımsızlığına kavuşan ülke, maalesef 1990’lardan 2002’ye kadar çok yıkıcı sonuçları olan bir iç savaş yaşamış. Bu savaş sonunda yüz binlerce insan katledilmiş ve 2 buçuk milyon kişi mülteci konumuna düşmüş.

Başta elmas olmak üzere yeraltı madenleri bakımından oldukça zengin olan ülke halkı Batılı sömürgecilerin oyunları yüzünden bu zenginlikten faydalanamıyor. Ve en üzücü olanı, Batı’nın hâlâ çok etkili olduğu düzenleri yüzünden dünyanın en fakir dört ülkesinden biri durumunda. O kadar ki, insanların çoğu, günde bir defa yiyecek öğün bulabiliyor. Nüfusunun yüzde 60’ı Müslüman, yüzde 20’si Animist, yüzde 15’i Hıristiyan ve yüzde 5’i diğer dinlere mensup. Daha önceleri Müslüman oranı daha yüksekmiş ama misyonerlik faaliyetleri yüzünden bu oran düşmeye başlamış. İşte böyle bir ortamda başlıyor Musa Bangura’nın hikâyesi…

Musa Bangura kimdir?

Musa Bangura, Müslüman olmadan önce Hıristiyan olan ve asıl adı “Mark Moses Bangura” olan bir Sierra Leone vatandaşı. Hatta ilginç olan, onun sıradan bir Hıristiyan olmayıp, hem kendisinin, hem de babası ve abisinin kilisede papaz olmaları. Evet, yanlış okumuyorsunuz; o ve ailesi, kendilerini Hıristiyan misyonerlerin hizmetine adamış, üstelik kiliselerde rahiplik yapan insanlar…

Zekâsı ve aklı onun daha çocukluğunda fark edilmesini sağlar. Abisi gibi o da ilk önce kilise okuluna gönderilir. Buradaki başarısı üzerine daha sonra bir papaz okuluna gider. Buradan da başarı ile mezun olur. Ancak kilise yetkilileri bu genç rahibi hemen bir kilisede görevlendirmek yerine, Nijerya’da bir Evangelist okuluna gönderirler. Mark Moses bu okuldan sıradan bir papaz değil, fanatik bir Evangelist rahip olarak mezun olur.

Kilise yetkilileri onun büyük ikna kabiliyetini ve dini anlatma beceresini görüp çok etkilenirler. Ve yine ona hemen bir görev vermeyip bu defa Güney Afrika Cumhuriyeti’nde bulunan özel bir misyoner okulunda eğitime gönderirler. Bu özel okuldaki eğitimin esas vazifesi ise, öğrencilerine, “Müslümanları nasıl Hıristiyanlaştırabileceklerini” öğretmektir.

Buradan mezun olunca memleketine geri döner. Mark Moses artık üst düzey eğitimli bir rahip olarak misyonerlik faaliyetleri için hazırdır. Kilise ona görev verir. O da hızla misyonerlik faaliyetlerine başlar. Tabiî bu arada kilisenin tüm maddî imkânları emrine verilir. Evi, arabası ve her türlü maddî ihtiyacı ânında karşılanır. 

Mark Moses, Müslümanların yoğun olarak yaşadığı yerlerden başlamak üzere köy köy, kasaba kasaba, insanları Hıristiyan olmaya davet eder. Aldığı özel eğitimler ve yüksek ikna kabiliyeti sayesinde fakir ve cahil bırakılmış Sierre halkı, ona gittiği her yerde ilgi gösterir. Kısa sürede epey taraftar kazanır ve onları Hıristiyan olmaya ikna eder. Babası başta olmak üzere ailesi ve kilise kısa sürede gösterdiği başarısından dolayı oldukça memnundur. Hayatı böyle sürüp giderken, bir gece hayatını tamamen değiştirecek bir rüya görür Mark Moses.

Rüyasında bir ses ona, “Neden karanlıkta ısrar ediyorsun, neden aydınlığa çıkmıyorsun, neden insanları karanlığa çağırıyorsun?” diye sorar. Uyandığında bu rüyadan çok etkilense de, “Herhâlde bu şeytanî bir rüya, benim aklımı çelmeye çalışıyor” diye düşünür. Bir hafta sonra yeniden aynı rüyayı görür. Bu sefer etkisinden kurtulamaz ve soluğu kilisedeki bir papazın yanında alır. Ona durumunu anlattığında, papazın cevabı, “Sen çok etkili bir rahip olduğun için şeytan seninle uğraşıyor, aldırma” şeklinde olur.

Fakat daha sonra tekrar aynı rüyayı görür. Aldığı yanıtlar onu tatmin etmeyince, bu sefer de soluğu de çocukluk arkadaşı olan bir câmi imamının yanında alır. Rüyasını ona da anlatır. İmam arkadaşı ona unutamayacağı şu yorumu yapar: “Kardeşim, sen çok şanslı bir insansın. Bak, Allah seni hiçbir aracı olmadan dinine davet ediyor, neden hâlâ bekliyorsun?”

Bu cevap Mark Moses’i çok etkiler ve Müslüman olmaya karar verir. Temizlenir ve hemen câmiye gider. Bir Cuma günüdür. Cuma namazı vakti, Bangura’yı gören cemaat önce çok şaşırır. Mark Moses neticede çok çekindikleri ve faaliyetleri ile bu bölgede İslâm’a büyük zarar vermiş bir isimdir. Niyetini anlayınca, şaşkınlık, yerini sevinç ve gözyaşına bırakır. Muhabbetle sararlar etrafını, kucaklaşırlar. 

Mark Moses o Cuma vaktinde şahadet getirir ve Müslüman olur. Mark Moses olan adını ise “Musa” olarak değiştirir.

 

Mark Moses artık ölmüş, Musa olarak yeniden doğmuştur. Ve kendine ilk şu soruyu sorar: “Bundan sonra ne yapacağım? İslâm’a ve Müslümanlara nasıl hizmet edeceğim?”

Onun Müslüman olduğundan ne eşinin, ne ailesinin, ne de kilisenin haberi vardır. Üstelik o günlerde başkent Freetown’da yapılacak bir toplantıyı yönetmekle görevlidir. Musa, oturum başkanı olarak katıldığı bu toplantının açılış konuşmasında o kadar Hıristiyan’ın arasında şöyle der: “Ben artık ne bir rahip, ne de bir Hıristiyanım. Ben bugünden itibaren bir Müslümanım.”

Tüm salon buz kesilir. Şaşkınlıklarını uzun süre atamazlar. Homurtular ve sesler yükselmeye başlayınca Musa toplantıdan ayrılır.

Hıristiyan meclisi, durumunu görüşmek üzere apar topar toplanır. Meclise katılan ve kendisi de papaz olan abisi meclise şöyle der: “Siz onun ne kadar yetenekli biri olduğunu biliyorsunuz, eğer onu şimdi durdurmazsak, bir daha durduramayız.”

Meclis kararı onaylar. Musa bir şekilde durdurulmalıdır. Babası onu reddeder. Ailesi ona sırtını döner. Kilise tüm mal varlığını elinden alır.  Ancak Musa Bangura, şartlar ne olursa olsun asla kararından vazgeçmeyeceğini onlara bildirir. Musa, artan baskı ve tehditler üzerine ülkenin Müslüman Âlimler Birliği Başkanı’nın yanına sığınır. Altı ay kadar onun yanında gizlenir. Bu süreç onun için yine hayırlısıdır, zira bu sürede İslâmî eğitimini tamamlar. Altı ayın sonunda Şeyh Mustafa, ülkenin ünlü papazlarına mektuplar yazarak Musa’nın kendi korumalarında olduğunu, başına bir şey geldiği takdirde bedel ödeyeceklerini bildirir. Sonuçta kilise meclisi, Musa’nın peşini bırakarak güvenlik sözü vermek zorunda kalır.

Musa Bangura artık meydanlardadır. İnsanlara artık hakkı ve hakikati anlatacaktır. Bir bisiklet alır ve ilk olarak bir rahipken gittiği ve misyonerlik faaliyetlerine başladığı köye gider. İnsanlar şaşkındır. Ama onlar da kısa sürede yeniden Müslüman olurlar. Musa Bangura köy köy, kasaba kasaba dolaşmaya başlar. Gittiği her yerde yine büyük ilgi görür ve hayırlı dönüşlere, uyanışlara vesile olur.

O artık hak dâvâya teslim olmuş ve hakikat için sonuna kadar mücadele eden bir irşat ve davet gönüllüsüdür. Tek başına bir bisikletle köy köy dolaşarak bu dâvânın istediği hızda yayılmayacağını anlayan Bangura, misyoner rahiplere ve Hıristiyan din adamlarına meydan okumaya karar verir ve şöyle der onlara: “Eğer ben kazanırsam siz Müslüman olacaksınız, siz kazanırsanız ben Hıristiyan olacağım.”

Bu programlar sonrası 650 papaz ve cemaatlerinden pek çok kişi Müslüman olmuştur. Musa’nın şöhreti hızla yayılır. O kadar ki, artık karşısına çıkmaya cesaret edemezler.

Bu güzel insan, “Why Islam?” adıyla bir yardım teşkilâtının başında mücadelesine ve kendisini adadığı dâvâya hizmet etmeye devam ediyor. Allah ecrini arttırsın ve mâkâmını âli kılsın!

 

ORHAN MÜCAHİT- haberajandanet.com