HÜDA PAR’dan ‘anadilde eğitim’ açıklaması

HÜDA PAR Genel Sekreteri Şehzade Demir, haftalık gündem değerlendirmesinde Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un ‘anadilde eğitim’ açıklamasına değindi. Demir, “Anadilde eğitim yasağı, Türkiye’nin çözmesi gereken temel sorunlardan biridir” dedi.

Ekleme: 12.04.2021 14:15:57 / Güncelleme: 12.04.2021 14:34:04 / Güncel
Destek için 

HÜDA PAR Genel Sekreteri Şehzade Demir, yaptığı açıklamada; Milli Eğitim Bakanının anadilde eğitim açıklaması, enflasyon, Türkiye’nin korkunç uyuşturucu tablosu, Danıştay’ın TSK’da başörtüsü kararı, işten çıkarmalarda keyfilikler, Güvenlik Soruşturması Yasası ve gıda güvenliği gibi gündemin öne çıkan konularını değerlendirdi.

MİLLİ EĞİTİM BAKANININ ANADİLDE EĞİTİM AÇIKLAMASI

Milli Eğitim Bakanı’nın ‘anadilde eğitim’ açıklamasını değerlendiren Demir, “Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, Anayasa’nın 42. Maddesi’ne atıfta bulunarak “Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez” ifadesini kullandı. Evrensel hukuk ilkeleri ile insani temel hak ve özgürlükler hususunda mevcut olan ihlal ve ihmallerin temel dayanağının askeri cunta tarafından hazırlanan 1982 Darbe Anayasa’sı olduğu aşikârdır. Sayın bakanın açıklaması da göstermiştir ki; mevcut anayasa, yok sayma ve ötekileştirme temeli üzerine inşa edilmiştir. Evrensel hukuk ilkelerinin, eğitimde fırsat eşitliğinin, eşit vatandaşlık ilkesinin ve adaletin yok sayılması anlamına gelen anadilde eğitim yasağı, Türkiye’nin çözmesi gereken temel sorunlardan biridir. Bu tür insani temel hak ve özgürlüklere dair yasakların “dogma” haline getirilmesi, kardeşlik ve huzurun sağlanmasına asla müsaade etmeyecektir. Türkiye, bu kısır döngüden bir an önce kurtarılmalı, İslam medeniyetinin birliktelik ve kardeşlik değerlerini ikame etmelidir.”

ENFLASYON ENDİŞELENDİRİYOR!

“Enflasyon artışı, son yedi aydır, aralıksız bir şekilde sürüyor.” diyen Şehzade Demir, sözlerine şöyle devam eti: “Mart ayı tüketici enflasyonu %16,19; üretici enflasyonu ise %31,2 oldu. Asıl endişe veren husus üretici enflasyonunun bu kadar yüksek seyretmesidir. Zira hayat pahalılığının temelinde; üretim maliyetinin çok yüksek olması yatmaktadır. Hükümetin ve ekonomi bürokrasisinin tek haneli enflasyon vurgularının sadece sözde kalması, piyasadaki güvensizliği artırmaktadır.  Ekonominin daha fazla zarar görmeden istikrara kavuşması ve temel ekonomik göstergelerin düzelmesi için çok daha seri ve somut düzenlemeler yapılmalıdır. Sadece Mart ayında üretim maliyetlerindeki artış %4,13’e ulaştı. Üretim sektörünün bu artışlarla baş edebilmesi mümkün değildir. Fiyat istikrarının sağlanabilmesi için ekonomi yönetiminin üretime ve maliyetlerin düşürülmesi boyutuna odaklanması gerekir.  Öte taraftan Ramazan ayında artan gıda talebinin karşılanması, arzdan kaynaklanacak sorunların çözümü ve haksız kazançların önüne geçmek için de gerekli tedbirler alınmalı, vatandaşların mağdur olması önlenmelidir.”

TÜRKİYE’NİN KORKUNÇ UYUŞTURUCU TABLOSU

 

Açıklanan bir raporda Türkiye’nin uyuşturucu sorununa ilişkin önemli tespitlere yer verildiğine değinen Demir, “Gün geçtikçe uyuşturucu madde ile tanışan birey sayısı üzücü bir şekilde artmakta ve önlemler bu bağlamda yetersiz kalmaktadır. Uyuşturucu madde kullanım oranları küresel bazda düşüşe geçerken, Türkiye’de artmaktadır. Uyuşturucu madde bağımlılığını artıran sebepler arasında; aile kurumunun zayıflatılarak çocukları kontrol edecek yapıdan uzaklaşması, gençlerin manevi değerlerden uzak bir şekilde yetiştirilmesi, sosyal medyada yaygınlaşan kötü arkadaşlık ortamları, polisiye tedbirlerin uyuşturucu baronlarından ziyade sokaktaki çetelere yönelik olması gibi hususlar sıralanabilir.

Özendirilen sınırsız özgürlük anlayışı ile aile ortamı dışında yaşama kültürünün teşvik edilmesi, yeni nesil üzerindeki kontrolü her geçen gün zayıflatmaktadır. Son zamanlarda aile kurumunun aldığı yara herkesin malumudur. Artan aile içi şiddet ve geçimsizliğin yanı sıra yaygınlaşan boşanmaların çocuklar üzerinde sebep olduğu psikolojik travmalar ağır tahribatlar oluşturmaktadır. Sorumluluk ve aile kurma bilincinden uzak, geleceğimizi teslim etmede tereddüt yaşayacağımız nesillerin yetişmesi büyük bir tehlike olarak önümüzde durmaktadır. Kötü alışkanlıklar ve madde bağımlılığı ile mücadele ederken polisiye tedbirler ile birlikte bu saiklerin ağır tesiri de hesaba katılmalıdır.” ifadelerini kullandı.

“DİN VE VİCDAN HÜRRİYETİ YÖNETMELİKLERLE GÜVENCEYE ALINAMAZ”

Danıştay’ın TSK’da başörtüsü kararıyla ilgili de konuşan Demir,  “Milli Savunma Bakanlığı tarafından 2017 yılında  “Türk Silahlı Kuvvetleri Kıyafet Yönetmeliğinde” yapılan bir değişiklik ile TSK’da görevli kadın personelin başörtüsü takmasının önündeki engeller kaldırıldı. Statükonun ve oligarşik vesayetin devamından yana olan kesimlerce,  TSK personeline başörtüsü serbestisi getiren düzenlemeye karşı açılan dava Danıştay 2. Dairesi tarafından ret edildi. Kararın gerekçesinde Türkiye’de başörtüsünün, tarihi, dini ve kültürel boyutlarına işaret edilerek kamu yararına ve hukuka aykırılık bulunmadığı ifade edildi. Yüksek mahkemelerin bu ve buna benzer kararlarını temel insan hakları ve özgürlükler anlamında atılmış önemli adımlar olarak görüyoruz. Ancak açılan bu dava, her ne kadar haklı ve hukuki gerekçeler ile ret edilmiş ise de ülkemizde var olan başörtüsü sorunu ile diğer temel hak ve özgürlükler, anayasal güvenceye kavuşturulmadığı müddetçe benzer sorun ve tartışmaların devam edeceği görülmektedir. Hali hazırda çeşitli kurum ve kuruluşlarda, başörtüsü serbestliği sadece bir yönetmelikle ayakta durmaktadır. En temel haklardan olan “din ve vicdan hürriyeti” yönetmeliklerle güvenceye alınamayacağı gibi değişen yöneticilerin inisiyatifine terk edilemez. Kısmen ve dönemsel olarak sağlanan “başörtüsü serbestisinin yer ve zaman sınırlaması yapılmaksızın anayasal güvence altına alınması ertelenemez bir sorumluluktur.” dedi.

İŞTEN ÇIKARMALARDA KEYFİLİKLER ÖNLENMELİDİR

Kod-29 zulmüyle işçilerin mağdur edildiğini ifade eden HÜDA PAR Genel Sekreteri Şehzade Demir, “İşten çıkarmalarda uzun zamandır tartışma konusu olan “Kod 29” uygulaması, neden olduğu mağduriyetler ile tartışılmaya devam etmektedir. SGK verilerine göre yasağın sürdüğü 2020 yılında 176 bin 662 kişi, “Genel ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan davranışları” düzenleyen “Kod 29” kapsamında işten atıldı. Bu kapsamda işten çıkarılanlar kıdem ve ihbar tazminatlarını alamıyor ve işsizlik maaşından yararlanamıyorlar. Yaşadıkları sicil sorunları yüzünden yeni iş bulmada da zorluk yaşıyorlar. Önlerinde kalan tek yol, mahkemelerde suçsuz olduklarını ispat etmeye çalışmaktır.

Artan şikayetler ve suistimaller üzerine SGK, “Kod 29” uygulamasında değişik gerekçeler için farklı kod uygulamasına geçti. Yapılan değişiklik “Genel ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan davranışlar”ı ayrıştırsa da, pratikte işverenin keyfi tutumunun önüne geçmeyecektir. Tazminatsız işten atmalarda kodlar değişse de işverene yine ispat sorumluluğu getirmemektedir. Kısa çalışma ödeneğinin sonlandığı, işten çıkarma yasağının da Mayıs ayında sonlanacağı düşünüldüğünde, ücretsiz izne çıkarma furyasıyla beraber “Kod 29” veya yeni türevleri kapsamında işten atmaların daha da artacağı öngörülmelidir. Bunun önüne geçmek ve şimdiye kadar yaşanan mağduriyetleri giderecek bir düzenleme ivedilikle yürürlüğe konmalı, işverene de işten çıkarmalarda beyan yerine ispat sorumluluğu getirilmelidir.” şeklinde konuştu.

GÜVENLİK SORUŞTURMASI YASASI

Meclis’ten geçirilen Güvenlik Soruşturması Yasasının keyfiliğe neden olacağı uyarısı yapan Demir, sözlerine şöyle devam etti: “Kamuya ilk kez veya yeniden atanacak çeşitli kamu görevlilerine yönelik güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasını içeren kanun teklifi, tüm tepkilere rağmen TBMM genel kurulunda kabul edildi. Güvenlik soruşturması prosedürünün, devlet memuriyetine girecek kişilerin yakınlarına uygulanmasından vazgeçilmesi ve sadece kişinin kendisinin baz alınması elbette teklifin ilk haline göre olumlu bir gelişmedir. Buna rağmen öğretmenlerin de güvenlik soruşturması uygulamasına dâhil edilmesi, “İlişik”, “irtibat”, “iltisak” gibi soyut kavramlara tekrar yer verilmesi,  suiistimaller ile keyfiliklerin önünü açmaktadır. Masumiyet karinesi gibi Anayasal bir hakka rağmen kişiyi idare karşısında savunmasız bırakacak bu uygulamanın arşiv kaydı ile sınırlandırılması, hukukun üstünlüğünün gereğidir. Bu anlamda Sayın Cumhurbaşkanını; söz konusu tasarıyı bir kez daha görüşülmek üzere parlamentoya geri göndermeye davet ediyoruz.”

“TÜRKİYE TARIM POLİTİKASINI GÜNCELLEMELİDİR”

Koronavirüs sürecinde daha da belirginleşen gıda güvenliği konusada yer verilen gündem değerlendirmesinde, “Dünyada ve Türkiye’de salgın süreci ile beraber sağlık ve gıda sektörleri en kritik alanlar olarak temayüz etmiştir. Dünyada sağlık, enerji, gıda ve su, adeta ülkelerin milli güvenlik konuları haline gelecek şekilde büyük önem kazanmıştır. Bu nedenle ülkeler, bu ürünlerde kendine yeterlilik için çeşitli stratejiler geliştirmektedirler. Özellikle gıda güvenliği,  ülkeleri gıda milliyetçiliğine itmiş; gıda tedarik zinciri, gümrükler, kotalar ve ihracat vergileri konularına yeni düzenlemeler getirildiği için gıda ürünlerinin fiyatları son 10 ay boyunca artmıştır. Dünya gıda fiyat endeksi 2014’ten bu yana en yüksek seviyeye çıkmıştır. Türkiye tarım politikasını güncellemelidir. Özellikle düşük gelirli vatandaşların temel gıda ürünlerine ulaşabilmeleri ve satın alma gücüne erişmeleri sağlanmalıdır. Yeme ve içme yerlerinin plansız bir şekilde kapatılması, bazı gıda ürünlerinde talebin azalmasına, en çok tüketilen patates ve soğan gibi ürünlerin üreticilerin elinde kalmasına neden olmuştur. Bu durum üreticileri tedirgin etmektedir. Bu anlamda; arz talep ilişkisinin yanı sıra sektörel dengelerin korunması da bir zorunluluktur. Mağduriyetler ile sektörel dengesizliklerin önüne geçmek için piyasaya hukuki güvence sağlayacak olan sözleşmeli tarım modeli bütün ürünlere ve ülkenin tamamına yaygınlaştırılmalıdır.” ifadelerine de yer verildi.

İlgili Haberler