Sevgi, yaratılış sebebi kâinatın…
Sevgi, kalbimizdeki sonsuz muhabbet hissi…
Sevgi, harcadıkça çoğalan, çoğaldıkça mutluluğumuzu artıran yegâne his…
Sevgiyle birleşir kalpler, yaklaşır bireyler, yeşerir en güzel ümitler… Sevgidir yaşama sebebimiz. İçimizde yaşama sevinci olmasa ne yapardık?
Sevgisiz bir kalp, sahibine yüktür. Çünkü o soğuktur, katıdır, ağırdır. Çevresinde hep kötülük görür. İyiyi dahi kötü görür. “İnadın gözü kördür; meleği şeytan görür.” der Bediüzzaman hazretleri.
Sevgisiz kalp sahibine yüktür de seven bir kalp sahibine yük olmaz mı? Elbette olur. Herşeyin fazlası zarar derler ya. Sevginin de fazlası zarardır, ağırdır, yüktür hem kendine hem karşıdakine.
Efendimiz (ASV): Sevdiğini ölçülü sev, belki bir gün düşmanın olur. Kızdığına da ölçülü kız, belki bir gün dostun olur.”(Tirmizî, Birr ve’s-Sıla, 60) buyurmuşlardır.
Sevgide çoğu zaman ölçüyü kaçırıyoruz. Sevgimiz bizi saadete değil felakete götürebiliyor. Gerek kendimize gerek sevdiklerimize bizzat sevgimizle zarar verebiliyoruz. Mesela bir annenin, çocuğu üşümesin diye onu sabah namazına kaldırmaması ölçüsüz bir sevgidir. Yine çocuğuna olan sevgisinden dolayı, çocuğunun ödevlerini kendisi yapan bir baba da ölçülü sevmiyor demektir.
Neyi nasıl sevmemiz gerektiği Kur’an ve sünnette açıkça belirtilmişken kalp işte, söz dinlemiyor, yine de aşırı seviyor. Kalbimizin yaramaz çocuk misali söz dinlememesi de dünya imtihanlarının en büyüklerinden olsa gerek. Zira kalp imtihanı bazı peygamberleri bile yormuş. Bakınız Hz. Yakub, oğlu Hz. Yusuf’a olan sevgisinin acısını 36 yıl boyunca çekmiş. Bu süreçte ağlamaktan gözlerini kaybetmiş. Beli bükülmüş, saçları ağarmış.
Ölçülü sevmek bir yana, günümüz insanının çoğu neyi sevip neyi sevmemesi gerektiğini bile bilmiyor. “Bu asrın felaketi şudur: İnsanların kalpleri var fakat bu kalple neyi seveceklerini bilmiyorlar.” der Muhammed İkbal. Bütün bu kargaşa, keşmekeş ve gerek ferdi gerek toplumsal sıkıntılar, neyi seveceğini bilmemekten kaynaklanıyor. Üçüncü sayfa haberlerinin geneli bu yanlış sevgilerin sonuçlarından oluşuyor.
İnsan, fıtraten Allah’a sevgi besler. Hangi inançtan olursa olsun. İnkâr da etse bu böyledir. Çünkü Allah sonsuz güzellik, paklık, kemalat ve ihsan sahibidir. Dikkat ettiysek bu dört özellik her türden insanı cezbeder. Örneğin bir bebeği herkes sever. Çünkü paktır, günaha bulaşmamıştır. Her kim olursa ona karşı muhabbet besler.
Alanında uzman ve işini severek yapan birini de sever, takdir ederiz. Biri bize iyilik yaparsa da ona karşı hemen yelkenleri suya indiririz. “İnsan, ihsanın kölesidir.” buyurur Hz. Ali (RA). Bu tür insanları severken; aslında Allah’ın isimlerinin tecellilerini gördüğümüz için severiz. Demek ki; sevmelerin tamamı Allah’tan gelip Allah’a ulaştırdığı ölçüde güzeldir, değerlidir.
Ölçü önemli… Her şeyde olduğu gibi sevmede de ölçü… Belki de her şeyden daha fazla ölçülü olmamız gereken şey, sevmede ölçülü olmaktır. Mağazadan bir nevresim takımı aldığınızda, paketin üzerindeki ölçüden küçük veya büyük ise değiştirebiliyor, tüketici haklarına şikâyet edebiliyorsunuz. Çünkü nevresimin boyutu büyük de olsa ölçüsü kaçmıştır. Sevgi de böyledir. Ölçüsü kaçtıysa sorun var demektir. Hem sevgi nevresim değildir ki; fazlalığını çıkarıp yastık yapasınız?
Ölçüsüz sevmenin en büyük zararlarından biri de insanı kör etmesidir. Efendimiz (ASV) “Bir şeyi çok sevmen seni kör ve sağır eder.”(Müsned, 36/24, 21694) buyurmuşlardır. Aşırı sevginin hastalığa dönüşme gibi bir yönü de vardır. Birçok psikolojik sorunun kaynağı aşırı sevmektir. Sevdiğini kıskanmak, kaybetme korkusu, aşırı bağlılıktan gelen bazı davranış bozuklukları, kendini değil hep karşıdakini düşünerek kişinin kendisine saygısını yitirmesi, aşağılık ve düşüklük hissi vs.
Peki, sevgimizin ölçülü olması için ne yapmalıyız? Elbette her işimizde olduğu gibi sevmemizde de Allah rızasını gözetmeliyiz. Allah rızası için sevmenin şartları da şunlardır:
İhlas: Sevgimizde sadece Allah’ın rızası gözetilmelidir. Böylelikle “Sev beni, seveyim seni.” alışverişinin ve “Ben seni sevdim sen de beni sev.” beklentisinin yükünü taşımaz insan.
Efendimiz (ASV) şöyle buyurmuştur:
“Arşın etrafında nurdan yapılmış bir takım minberler/yüksek tahtlar vardır. Üzerinde bir takım insanlar bulunur; onların giysileri nurdur, yüzleri de nur gibi parlamaktadır. Onlar peygamber ve şehit değillerdir; fakat peygamber ve şehitler kendilerine gıpta/hayranlık ile bakarlar.” Ashab (r. anhum):
“Ey Allah’ın Rasûlü, onların kimler olduğunu bize açıklayın.” Dediler. Rasulullah (ASV) şöyle buyurdu:
“Onlar Yüce Allah için birbirini seven, meclis kurup sohbet eden ve birbirilerini ziyaret eden kimselerdir.”
Amel: Her sevgi ispat ister. Sevdiğimizi iddia ettiğimiz kişinin acılarına, ihtiyaçlarına ve sevinçlerine kayıtsız kalamayız. Aksi taktirde sevgimiz eksik kalır. Seven, sevdiğinin çilesini çekmeye talip olmuş demektir. Nasıl olur da onu zor zamanlarında yarı yolda bırakır? Yahut onun başarılarıyla sevinmez, onu tebrik etmez?
Vefa: Seven sevdiğine hem yaşamında hem de ölümünden sonra vefalı olmalı, varlığında gösterdiği vefanın belki daha fazlasını yokluğunda da göstermelidir. Özellikle dostlarımızın sevdiklerini onların vefatından sonra gözetmek, en güzel vefa örneğidir. Hasan Basri hazretleri: “Önceki salihlerden birisi, din kardeşi vefat ettikten sonra kırk sene onun ailesinin bakımını üstlenirdi. Bu durumdaki aileler, yakınlarının sadece zatını kaybetmiş olurlardı.” diyerek vefanın, sevginin tezahürlerinden olduğunu belirtmiştir.
Allah için seven, sevilen, sevgide ölçüyü kaçırmayanlardan olmak duasıyla… Rahman’a emanet olun.
Sezgin Özbay | Nisanur Dergisi | Mart 2021 | 112. Sayı