28 Şubat Postmodern Darbeydi HEDEF İSLAMİ KİMLİKTİ

Askeri vesayetin öncülüğünde yargı, bürokrasi, medya ve sermaye bileşenlerinin kirli ittifakıyla İslam'ı ve onun yaşamdaki pratiklerini hedef alan 28 Şubat süreci, Türkiye tarihinde kara bir leke olarak duruyor. 28 Şubat’ın hedefinde Müslümanların olduğunu ifade eden İnsan Hakları Cemiyeti Başkanı Av. Mehmet Karadağ, “28 Şubat sürecinde yargı kullanılarak mütedeyyin insanlar ciddi anlamda mağdur edilmiştir. 28 Şubat döneminde ve sonrasında İslami kesime yönelik ciddi gözaltılar, keyfi tutuklamalar ve cezalandırmalar oldu. İnsanlar camilerden toplanarak cezaevlerine konuldu.” şeklinde konuştu.

Ekleme: 26.02.2021 06:57:34 / Güncelleme: 26.02.2021 09:33:36 / manşetler
Destek için 

Haber Merkezi

"Etkileri gerekirse bin yıl sürecek" denilen 28 Şubat 1997'deki Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısının üzerinden 24 sene geçti. Özellikle Müslümanların inancını ve yaşayışını hedef alan darbe sonrası geçen yıllara rağmen mağdurlar o gün yaşadıkları acı dolu günleri unutamıyor. Postmodern darbenin yıldönümünde gazetemize değerlendirmelerde bulunan İnsan Hakları Cemiyeti Başkanı Av. Mehmet Karadağ 28 Şubat’ta hedefin İslami kimlik olduğuna dikkat çekti.

DARBE DÖNEMİNDE HEDEF ALINAN KESİM DİNDARLARDI

“28 Şubat darbe döneminde hedef alınan kesim dindar ve mütedeyyin kişilerdi.” diye konuşan Karadağ, “28 Şubat sürecinde yargı kullanılarak mütedeyyin insanlar ciddi anlamda mağdur edilmiştir. Dolayısıyla yargısal alanda mağdur edilen, yani yargı kullanılarak cezalandırılan insanların mağduriyetleri çözüme kavuşmadı, günümüzde de devam ediyor. Özellikle kamu alanlarında çalışan mütedeyyin kişilere yönelik mağduriyetler yaşatıldı. Uydurma soruşturma, idari cezalar ve deliller ile bir kısmı görevinden edildi, bir kısmı da ağır idari cezalara maruz bırakıldı. O dönemlerde görevinden alınan memurların bir kısmı hala görevine dönemedi. Bu noktada mağduriyetler hala devam etmektedir. Geçtiğimiz yıllarda bu mağduriyetlerin giderilmesi adına bir yasa çıkarıldı, fakat çıkarılan yasanın çerçevesine uymadığı ileri sürülerek bir kısım memur görevine dönemedi. Bu anlamda yetkililerin, işlerine dönemeyen, mağduriyetleri devam edenlerin sorunlarını çözüme kavuşturmalıdır.” İfadelerini kullandı.

İSLAMİ KESİME YÖNELİK CİDDİ GÖZALTILAR, KEYFİ TUTUKLAMALAR VE CEZALANDIRMALAR OLDU

28 Şubat kalıntılarının temizlenmesi gerektiğine dikkat çeken Karadağ şunları söyledi; “28 Şubat döneminde ve sonrasında İslami kesime yönelik ciddi gözaltılar, keyfi tutuklamalar ve cezalandırmalar oldu. İnsanlar camilerden toplanarak cezaevlerine konuldu. Bu hadiseler de çok ağır mağduriyetlere neden oldu ve bunun etkileri hala da devam etmektedir. Hatta yargılama usullerine uyulmadan yargılanıp müebbet veya ağırlaştırılmış müebbet hapse çarptırılan mütedeyyin insanlar var. Bu kişilerin dosyaları incelendiğinde o dönemdeki hukuka göre bile, ceza almaması gereken kişilerin 28 Şubat yargısı tarafından cezalandırıldığını görürüz. Bu mağdurların bir kısmı da haksız bir şekilde cezaevinde kalmaya devam ediyor.  28 darbesi ve kararları milletin nezdinde yok hükmündedir. Dolayısıyla 28 Şubat sürecinde alınan siyasi yargı kararları yok sayılmalı, idari yönden mağdur olan ve cezaevlerinde olan kişilerin mağduriyetleri giderilmelidir. Bunun yolu da o dönemde alınan yargı kararlarının iptalinden geçiyor.”

BAŞÖRTÜLÜ ÖĞRENCİLERE BÜYÜK HAKSIZLIK YAPILDI

Bu süreçte uygulanan başörtüsü yasağı nedeniyle eğitimine ara veren binlerce öğrenci arasında bulunan Nuray Canan Songür, yaşadıklarını anlattı. Songür, 28 Şubat'ın hiç hatırlamak istemediği bir tarih ve kendisi için acılarla dolu bir dönem olduğunu söyledi. Siyasetçiler, başörtülü öğrenciler ve akademisyenler başta olmak üzere toplumun büyük bir kesimine haksızlık yapıldığını ifade eden Songür, 28 Şubat'ın sıkıntılı, zorlu ve mücadeleyi omuzlamak zorunda kaldığı bir dönem olduğunu belirtti. 28 Şubat döneminde İstanbul Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu'nda 2. sınıfta öğrenci olduğunu kaydeden Songür, "Okulumuz bitmek üzereydi. Başörtüsü yasağı başlayınca okula devam edememeye başladık. Akabinde protesto eylemleri oldu. Biz, inancımızdan dolayı başörtülü olduğumuz için okullarımıza belli bir süre devam ettik. Daha sonra yayınlanan bir genelde ile anayasal olan, inancımızı taşıyabilme hakkımıza müdahale edildi ve okullara alınmamaya başlandık." diye konuştu.

"BAŞÖRTÜNÜZLE OKULA GELMEYİN, DEDİLER"

Bölüm müdürünün sadece başörtülü öğrencileri bir odaya davet etmesiyle okulda yasağın başladığını anlatan Songür, şunları kaydetti: " 'Başörtüsü artık okullarda yasaklandı, siz de başörtünüzle okula gelmeyin lütfen ya da örtünüzü açın. Bu sizin için zorlu bir süreç olacak, bunu kabul ediyoruz ama çok abartılacak bir şey de yok. Size vereceği psikolojik tahribattan, uyum sorunundan dolayı belki dersleriniz olumsuz etkilenecek diye düşünüyorsunuz ama siz sadece sınavlarda başınızı açarsanız, biz size okulu bitirme garantisi veriyoruz. Hem okulunuzdan bu yıl mezun olacaksınız hem de İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde sizi istihdam edeceğiz' diye ucuna da ödül koydukları bir teklifle geldiler. Benim sınıfımda arkadaşlarımızdan 10 kişi başörtülüydü. Bir kısmı bıraktı. Bir kısmı sınavlarda başörtüsünü açarak kağıdını aldı, sınavını alıp tamamladı. Ben o gün sınavımı vermek istiyorsam ve sınıfa başörtüsüyle girdiysem çok büyük bir olay oluyordu. Diğer kişilere sınav kağıdı verildiği halde sınav yapılamıyordu, sınav iptal ediliyordu."

HEM FİZİKEN HEM DE PSİKOLOJİK OLARAK ZARAR GÖRDÜK VE BİR SÜRÜ BEDEL ÖDEDİK

Songür, okulların kapanmasına az bir süre kala sınava girmek için sınıfa girdiğinde öğretmeni Çiğdem Yalvaç'ın başörtülü olduğu için kendisine sınav kağıdı vermediğini ve çok hiddetlendiğini, "Ya insan gibi giyin gel ya da başörtünü aç ya da çık sınıftan." dediğini aktardı. Songür, başörtüsü yasağının bir zulüm ve haksızlık olduğunu, birçok kişiyi mağdur ettiğini dile getirerek, "Peki ortada bir suç var, suçlu var. Suçlu varsa bir cezası olmalı diye düşünüyorum. O dönem akademisyenlerden Nur Serter olsun, Kemal Alemdaroğlu olsun çıkıp başörtüsü yasağını destekleyen hatta mimari olarak nitelendiren insanlar, hiçbir şey olmamış gibi hayatlarına devam edebildi. Biz ise hem fiziken hem de psikolojik olarak zarar gördük ve bir sürü bedel ödedik." Değerlendirmesinde bulundu.

İSTİFAYA ZORLANAN FATMA ÖĞRETMEN, MARUZ KALDIĞI HAKARETLERİ UNUTAMIYOR

28 Şubat sürecinde başörtüsü yasağı nedeniyle öğretmenlikten istifa etmek zorunda bırakılan Fatma Aygün, hakaretlere maruz kaldığı o acı günleri hüzünle hatırlıyor. Nevşehir'de bir beldede sınıf öğretmeni olarak görev yaparken 28 Şubat sürecinde, başörtüsü nedeniyle hakkında defalarca suç duyurusunda bulunulan Aygün, baskılara dayanamayarak 2000 yılında istifa etti. Mahkeme kararıyla 2 yıl sonra görevine dönen ve bir süre önce 20 Temmuz İlkokulu'nda müdürlük görevine getirilen Aygün, yaptığı açıklamada, o dönemde yaşadığı zor günleri unutamadığını belirtti. Aygün, 28 Şubat'ta ilk muhtıradan sonra psikolojik baskıların arttığını ifade ederek, "Kılık kıyafet kuralına uymadığımızdan ceza veriyorlardı. Denetim için geldiklerinde bize çok hakaret ediyorlardı, keşke ceza vermekle kalsalardı. Başörtülü olarak bahçeden içeriye sokmuyorlardı." dedi.

"BASKILAR NEDENİYLE İSTİFA ETMEYE MECBUR KALDIM"

Yaşadığı stresin ailesine ve sınıfındaki çocuklara da yansıdığını aktaran Aygün, mesleğini ve öğrencilerini çok sevdiği halde baskılar nedeniyle istifa etmeye mecbur kaldığını anlattı. Aygün, istifa sürecinden önce hastalandığı için İl Milli Eğitim Müdürlüğüne sevk almaya gittiğinde, kamu kurumuna başörtülü girmesini bahane eden yetkililerce kapı dışarı edildiğini, bu durumun da istifa kararı almasında etkili olduğunu söyledi.

"O DÖNEMDE, 'BAŞINI AÇ, HER ŞEY DÜZELECEK' DİYORLARDI"

Yeni neslin elde edilen hak ve hürriyetlerin kolay kazanılmadığını bilmesi gerektiğini, bunun ülkenin müreffeh geleceği açısından önemli olduğunu vurgulayan Aygün, şöyle konuştu: "Başka bir suç isnat edemiyorlardı. Başörtülü olduğumdan dolayı hakkımda günlük tutanak tutulmuş. Sürekli ceza aldım, sonra da bakanlık müfettişleri geldi, onlardan da ceza aldım. Hiçbir suç işlemiyorsunuz, sadece Rabbinizin emrini yerine getiriyorsunuz. Bugün özgürlüğümüzü kazandıysak Cumhurbaşkanımızın mücadeleleri sonucundadır. O dönemde, 'başını aç, her şey düzelecek' diyorlardı. Ben de 'başımı açmayacağım, siz 15 güne bir ceza verseniz de hayatımda bir şey değişmeyecek' dedim. Müfettiş gelince okuldaki çocuklar, 'öğretmenim seni kitaplığa saklayalım' diyordu. Neydi benim suçum? O çocukların psikolojisini düşünebiliyor musunuz? Aslında, kafayı başörtüsüne takmış görünseler de geri planda milletimin çocuklarına verdiğim vatan, millet, peygamber ve Kur'an sevgisine takmışlardı. Esas mesele başörtüsünden ziyade buydu."

MAHİYE EBE 28 ŞUBAT SÜRECİNDE GÖRDÜĞÜ BASKILARI ANLATTI

Kayseri'nin Develi ilçesine bağlı bir köyde ebe olarak çalışırken 28 Şubat sürecinde başörtülü olduğu için istifaya zorlanan Mahiye Geçeli, o dönem yaşadıklarını unutamıyor. Mahiye Geçeli, 1999 yılında Develi merkeze toplantıya çağrıldığını, istifa için gittiğini bildiğini ancak bunu kesinlikle yapma niyetinde olmadığını ifade etti. İstifa gününü anlatan Geçeli, şöyle devam etti: "O odadaki insanları biliyorum, siyah bir perde çekilmiş gibiydi. Doktorlar, 'Bizim senden dolayı başımız çok ağrıdı. Bugün bu odadan ya istifa etmiş olarak ya da başını açmış olarak çıkacaksın' dediler. Dua ediyorum, 'Rabbim sen görüyorsun' diyorum. Tüm mülki amirler vardı o odada, il milli eğitim müdürü ne alaka, o bile vardı. Ben bir sandalyede oturuyorum. Dediğim hiçbir savunmanın, cümlenin, noktanın onlar için anlamı yoktu. O odada uzun süre kaldım, neler yaptığımı, nasıl çalıştığımı anlattım. En sonunda ben 'Başörtülü olduğum için başımı açmam isteniyor. Bunu kabul etmiyorum, istifa ediyorum' diye dilekçe yazdım ancak onu alıp yırttılar, 'Ailevi nedenlerle işimi bırakacağım' diye dilekçe yazdırdılar." İstifanın ardından kendisini sudan çıkmış balık olarak tarif eden Geçeli, bu dönemde depresyona girdiğini, bir iş başvurusu sırasında adını dahi unuttuğunu, söyleyemediğini kaydetti.