Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, özel bir TV kanalında gündemle ilgili soruları yanıtladı.
Prof. Dr. Melih Bulu'nun Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğüne atanması konusundaki tepkiler ve sonrasında yaşanan tartışmaları değerlendiren Kalın, üniversitelerde rektör atama sisteminin son 2 yıldır Cumhurbaşkanı tarafından yapıldığını anlattı.
Kalın, rektörlerin geçmişte de cumhurbaşkanları tarafından atandığına işaret ederek, seçim yapılırken de nihai olarak seçim sonuçlarının cumhurbaşkanının önüne gittiğini ve cumhurbaşkanının takdiriyle bir rektör atamasının yapıldığını hatırlattı.
Dünyanın değişik ülkelerinde seçimlerin yapıldığı sistemler bulunurken, direkt atama yöntemiyle görevlendirmelerin yapıldığı modellerin de bulunduğunu aktaran Kalın, Türkiye'de rektörlük seçimleri modellerinin bir dönem denendiğini ancak bunun kendine göre birçok kusurlarının ortaya çıktığını söyledi.
Kalın, üniversitelerde seçim yapılmasıyla ilgili kampanyaların üniversiteleri gereksiz yere politize eden, bölen kampanyalara dönüştüğünü dile getirerek, şunları kaydetti:
"Dönem dönem sayısal olarak dile getirilen şikayetlerden bir tanesi, sosyal bilimcilerin özellikle tıpçılara karşı hiçbir şanslarının olmadığıydı. Bugünkü modele geçilmesinin temel sebebi de üniversitelerdeki seçim sistemi tartışmalarını bir kenara koymaktı.
Bir taraftan baktığınızda daha demokratik, daha katılımcı, daha doğru gibi görünüyor ama mahsurlarını dikkate aldığınız zaman üniversiteleri gerçekten gereksiz yere politize eden bütün bu kampanya öncesi, sonrası, bir rektör seçildikten sonra yaşananlar, kadrolaşmalar... Bu tartışmaların önünü, sonunu göremediğiniz başka bir furyanın içine giriyordunuz."
"Yeni sistemde bütün üniversitelere rektörler böyle atanıyor"
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın burada yasalar çerçevesinde bir takdirde bulunduğunu anlatan Kalın, "YÖK belli isimler getirdi, o da onların içinden bir tanesini seçti. Şimdi bu itirazı yapan öğrenciler ve onlara destek veren diğer çevreler, 'Biz rektöre değil bunun atama usulüne karşı çıkıyoruz' diyorlar. Yeni sistemde bütün üniversitelere rektörler böyle atanıyor. Vakıf üniversitelerinde, özel üniversitelerde onların önerdiği isim tercih ediliyor ama devlet üniversitelerinde, kamu kaynakları kullanan bir üniversitede rektörün cumhurbaşkanı tarafından atanması mevcut uygulamayı ifade ediyor." diye konuştu.
"Tartışmalar, başka yere kaydı"
İbrahim Kalın, geçmişte seçim yoluyla yapılan atamalarda üniversitelerde kutuplaşmanın yaşandığını aktararak, "Gerçekten üniversitenin akademik, bilimsel enerjisini siyasal alana kaydıran, çekişmelere ve başka tartışmalara kaydıran bir modeldi o model. Burada 2-2,5 yıldır rektörler böyle atanıyor. Burada 'Boğaziçi'ne istisna yapın' demek de herhalde makul bir talep olmayacaktır." dedi.
Tartışmaların daha sonra başka bir yere kaydığına dikkati çeken Kalın, şöyle konuştu:
"Maalesef bir siyasi parti bunu kendi siyasi meselesi haline getirmeye çalıştı. İl başkanı üzerinden vs. konu, parti siyasetine dönüştürüldü. Buna da doğal olarak tepki geldi. Burada rektörün yetkinliği tartışılmıyor usul tartışılıyor, bu şekilde atanması doğru değildi deniliyor. Ben de diyorum ki mevcut yasalar içinde atamalar zaten böyle yapılıyor şu anda. Bu da bir tecrübeye dayalı olarak tercih edilmiş bir sistem."
"Rektörün performansına bakıp bunun esas alınması gerekir"
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Buradaki tartışmanın, rektör atanması meselesinde Cumhurbaşkanının bir yetkisinin sorgulanması, bunun tartışmaya açılması noktasına getirilmesi, siyaset açısından da üniversite açısından da sağlıklı bir durum değil. Özellikle de bir partinin bunu politize edip kendi siyasi gündemine eklemlenmeye çalışması Boğaziçi Üniversitesine de oradaki öğrencilere de haksızlık."
"Meseleye nasıl bir çözüm bulunabilir?" sorusuna yapılması gereken şeyin basit olduğu yanıtın veren Kalın, rektörün performansına bakılıp bunun esas alınması gerektiğini vurguladı.
Kalın, "Burada usul tartışmaya açıldığında yani 'Bu yetkiyi kullanamazsın' tarzı bir siyasi çıkış ki maalesef bu siyasi partinin, CHP'nin yaptığı bu oldu. Ondan dolayı mesele bu kadar büyüdü. Konu ile ilgisi, alakası olmayan bir kesimler tartışmaya girdiler, gittiler oraya öğrencilere destek vermek adına başka bir siyasi gündemle oraya yöneldiler ve mesele bir üniversite, rektör, akademik standart, seviye vb. şeylerden çıktı başka bir siyasi alana kaydı. Tam da bunun olmaması gerekiyordu zaten. Bir siyasi parti bunu böyle politize ettiğinde üniversite ortamına huzur getiriyor mu? Üniversitenin akademik, ilmi, bilimsel çalışmalarına katkı sağlıyor mu?" değerlendirmesini yaptı.
Protestolar sırasında "Kayyum rektör istemiyoruz" sloganıyla ilgili görüşü sorulan Kalın, Rektör Prof. Dr. Melih Bulu'nun buna gayet makul, medeni ve demokratik bir şekilde cevaplar vermeye çalıştığını ifade etti.
Kalın, Bulu'nun öğrencilerle konuşmaya çalıştığını söyleyerek, "Ama şimdi 'Benim dediğim olacak, sen kayyum rektörsün' diye bir şey dayattığınız zaman da mevzu başka bir yere kayıyor. " dedi.
Bir üniversite rektörünün sadece o üniversiteden atanması gerektiği konusunda dünyanın hiçbir yerinde, üniversitesinde böyle bir kuralın olmadığını aktaran Kalın, bazı teamüller öyle olmuş olabilir ama bunu bir hukuki umre haline, kural haline getirilmemesi gerektiğini söyledi.
"CHP İstanbul İl Başkanı üzerinden konu siyasallaştırıldı "
Kalın, Cumhurbaşkanının da önüne gelen dosyaları incelediğini dile getirerek, herhangi bir üniversiteye rektör olacak kişinin akademik birikimine, yöneticilik tecrübesi ve diğer yönlerine baktığını aktardı.
Konunun başka bir zemine kaydırıldığını vurgulayan Kalın, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Üniversiteli öğrenciler, akademisyenler kendi dinamikleri çerçevesinde, kendi tartışma zeminleri içinde bu konuyu devam ettirselerdi belki daha sağlıklı bir tartışma zemini olacaktı ama konu politize edildi, siyasallaştırıldı, özellikle CHP İstanbul İl Başkanı üzerinden konu siyasallaştırıldı ve tartışma, oraya gidip bir meşru cumhurbaşkanının kullandığı bir yetkinin sorgulanması meselesine dönüştü."
"Kılıçdaroğlu'nun ifadesi son derece tehlikeli bir ifadedir"
İbrahim Kalın, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'la ilgili sözleri üzerine şunları söyledi:
"Kılıçdaroğlu'nun 'sözde cumhurbaşkanı' ifadesi son derece tehlikeli bir ifadedir. Bu, seçilmiş bir cumhurbaşkanının meşruiyetini tartışmaya açmaktır. Bu, bir kere Cumhurbaşkanı'na son seçimlerde oy veren yüzde 52,5 yani neredeyse 26-27 milyon insana bir saygısızlıktır. Milli iradeyi yok sayan bu tür yaklaşımlar, cumhuriyete ve demokrasiye karşı bir tehdittir, bir tehlikedir.
Siz seçilmiş, görevinin başında olan, kanunlar, kurallar çerçevesinde görevini icra eden meşru cumhurbaşkanına 'sözde' yani 'meşruiyeti olmayan' yaftasını vermeye çalışırsanız, çok ciddi bir tehlikeyle karşı karşıyayız demektir, muhalefet adına da. Muhalefetin demokrasiyi, millet iradesini sindiremediği, özümseyemediği anlamına gelir bu.
Cumhurbaşkanının politikalarını beğenmeyebilirsiniz, eleştirebilirsiniz, bu ayrı bir şey ama meşruiyetini bu şekilde sorgulamaya açmaya çalışırsanız, gayret ederseniz, demokrasiyi zedelersiniz, yaralarsınız. Bu da maalesef CHP'nin geçmişinde bulunan bir takım şaibeli dönemleri akla getirir. Son günlerde, son dönemlerde darbe imaları konuşuldu.
İster istemez darbe karşıtı olan herkes bunlara da tepki gösterdi. Tekrar bu tür şeyleri akla getirmeye başlar. Meşru, seçilmiş, seçimle işbaşına gelmiş bir cumhurbaşkanının görevini, yetkisini, konumunu, makamını bu şekilde sorgulamaya kalkarsanız, 'sözde' veya benzeri ifadelerle, sakil ve kerih ifadelerle, buradan demokrasimiz, cumhuriyetimiz zarar görür.
Bunlar son derece tehlikeli ifadeler ve Sayın Kılıçdaroğlu'nun bunu düzeltmesi gerekir. Bu mantıkla gidecek olursak Meclis'in meşruiyetini de sorgulamaya başlarsınız, Kılıçdaroğlu'nun meşruiyetini de sorgulamaya başlarsınız, bunun sonu gelmez. Milletin iradesine saygısızlıktır bu her şeyden önce."
"Cumhurbaşkanlığı yetkisini Sayın Recep Tayyip Erdoğan'a veren millettir"
Böyle bir yaklaşımın demokratik siyasette yeri olamayacağını dile getiren Kalın, "Bu tartışmanın veyahut kendince meydan okumanın, sorgulamanın yapılacağı yer sandıktır. Sandığa gittiğinizde milletten oy istersiniz, seçilirsiniz, ondan sonra rakibinizi alt ettiğinizi söylersiniz. Seçilmiş, seçimle iş başına gelmiş bir cumhurbaşkanına, 26 küsur milyon insanın oy verdiği bir cumhurbaşkanına siz 'sözde cumhurbaşkanı' diyemezsiniz, onun meşruiyetini tartışmaya açamazsınız. Siz o makamda da değilsiniz, öyle bir yetkiniz de yok. Cumhurbaşkanlığı yetkisini Sayın Recep Tayyip Erdoğan'a veren millettir ve bunu muhakeme edecek kişi de Sayın Kılıçdaroğlu değildir." dedi.
"Demokratik refleksin harekete geçmesi gayet normal"
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, "Darbe konusu Türkiye'nin gündeminde midir?" sorusunu şöyle yanıtladı:
"Türkiye'de darbeler dönemi sona ermiştir. Millet bunu 15 Temmuz'da çok net bir şekilde göstermiştir. Hala bu darbe meselesini gündemde tutmaya çalışan ve bunun üzerinden bir takım imalarda bulunan, kendilerince siyaset yapmaya çalışan belli kesimlerin olduğu da bir gerçek. Darbeden ziyade darbe lobiciliği yapan, adeta darbe pazarı kurmaya çalışan belli kesimler var. Bu konularda açıklama yapan kişileri görüyoruz, bazen bir kişi olabiliyor, bazen bir grup olabiliyor, bazen bir grubun yahut bir partinin temsilcisi olabiliyor. 2021 yılına girdiğimiz günlerde birisi çıkıp bu açıklamayı yapıyorsa, insanların buna tepki göstermesinden daha doğal ne olabilir? Yahut '27 Mayıs darbesi şunlar olsaydı aslında olmazdı.' demek geriye doğru, aslında 'Darbe sivillerin suçudur, onlar şunları yapsalardı askerler müdahale etmeyecekti gibi.' bir okumayı beraberinde getiriyor."
İlker Başbuğ'un açıklamasıyla ilgili olarak da Kalın, "Bir siyasi analiz yaparken de geçmişe dönük analizlerin de bugünün siyasetiyle çok iç içe geçtiğini göz ardı etmemek lazım. Sayın Başbuğ'un böyle bir niyeti olmamış olabilir, darbeye zemin hazırlayacak bir yaklaşım ortaya koyma niyetiyle bunu söylememiş olabilir. Ama bizim demokrasimiz o kadar kırılgan süreçlerden geçti ki... Bunları yaşamış bir ülke olarak ister istemez birileri bu dönemleri çağrıştıracak bazı ifadeler kullandığında demokratik refleksin harekete geçmesi gayet normal." diye konuştu.
Kalın, şöyle devam etti:
"Amerikan Kongresini basan o güruh siyasiler tarafından nasıl tarif edildi? 'Bu bir darbe girişimidir.' dediler. Amerikan Kongresini ele geçirmeye çalışmak bir kalkışmadır.
Orada tanklar, uçaklar harekete geçip Amerikan Senatosunu bombalamadı, yüzlerce insan ölmedi, meclis bombalanmadı veyahut başkanın canına kast eden bir hareket olmadığı halde bir grup insan -ki korkunç bir şey herhangi bir demokrasi için çok kötü görüntülerdi- Amerikan Kongresine girince 'Bu bir darbe girişimidir.' diye ifade ediliyorsa, bizim yaşadıklarımızı bir kıyaslayın.
Amerika'daki birçok kişi Türkiye'de yaşanan 15 Temmuz darbesine darbe bile diyemedi. Amerikan Kongresine bir grup insan girip oraya buraya saldırıp vandalizm yaptığında kendilerince 'Bu seçim sonuçlarını kabul etmiyoruz, seçimi çaldınız.' dediğinde buna darbe diyor. Bunları yan yana bir koyun. Burada demokratik refleksin harekete geçmesi normal.
15 Temmuz'dan sonra ben Türkiye'de tekrar, milletin bu iradesi diri olduğu, bu bilinci yerinde olduğu müddetçe bir darbe ihtimalini görmüyorum. Milletimiz, 15 Temmuz'da darbecilere nasıl cevap verdiyse, bundan sonra bu yola tevessül edecek kişilere de zikri, fikri, pozisyonu, apoleti, siyasi kimliği ne olursa olsun gerekli cevabı mutlaka verecektir."
"Bir dönem CHP'nin iktidar formülü, CHP artı ordu eşittir iktidar idi"
Muhalefet partilerinin darbe konusundaki açıklamalarına ilişkin soru üzerine Kalın, "Darbe meselesi, geçmişte yaşadıklarımızdan bağımsız olarak değerlendirebileceğimiz bir şey değil. Bir şekilde bu darbelerin içinde siviller de oldu. Askeri yanına alarak iktidar olmak isteyen siyasi partiler de oldu. Bir dönem CHP'nin iktidar formülü, CHP artı ordu eşittir iktidar idi." dedi.
Kalın, Türkiye'de bazen sivil siyasetin o kadar itibarsızlaştırıldı ki adeta askeri darbelere zemin hazırlandığını, sivil siyasetin bilerek itibarsızlaştırıldığını söyledi.
Buna malzeme veren siyasetçilerin de olmuş olabileceğini ama bunların hiç birinin bir askeri darbenin meşru zemini olamayacağını vurgulayan Kalın, "Çıkıp bugün birileri 'Ben şunu sevmiyorum, beğenmiyorum. Nasıl gidecekse, nasıl giderse gitsin, darbe ile bile olsa gitsin' dediğinde, insanların buna demokratik bir refleks tepki göstermesi gayet normal. Bu, Türkiye'nin demokratikleşme bilinci açısından sağlıklı bir şey. Sıkıntılı olan bu tür yollardan, yaklaşımlardan medet uman birilerinin bulunuyor olması." değerlendirmesini yaptı.
"Siyaseti ve devlet kurumlarını sağlam zemin üzerinde inşa etmemiz gerekiyor"
İbrahim Kalın, siyaset ve devlet kurumları zaafa uğradığında darbe türü müdahalelere zemin hazırlandığını söyleyerek, "Geçmişte de darbe yapmak isteyenler bu iki şeyi yaptılar. Dolayısıyla siyaseti ve devlet kurumlarını sağlam zemin ve temeller üzerinde inşa etmemiz gerekiyor. Bunun için milletin iradesi esastır, sandığa gitmek esastır. Milletin onay vermediği hiç bir yapının, modelin yaşayamayacağını herkesin kabul etmesi esastır." dedi.
Ortak zeminin, siyasetin demokratik bir zeminde ilerlemesi gerektiği ilkesi olduğunu vurgulayan Kalın, bu sağlandığında, hem siyasetin hem de devlet kurumlarının güçlü olduğu bir zeminde darbe imkanı ve ihtimalinin çok zayıflayacağını dile getirdi.
Kalın, aslolanın demokrasiyi seçimlerle, Anayasa'nın çizdiği kural ve kanunlar çerçevesinde işletecek bu modeli hep birlikte yaşatmak ve buna zarar verecek imalardan, açıklamalardan, bunun meşruiyetini tartışmaya açacak pozisyonlardan kaçınmak gerektiğini söyledi.
Siyasi liderlerin, bir konuda görüş belirtirken bu hassasiyeti bu ortak zemini dikkate alarak siyaset yapmalarının önemli olduğunu anlatan Kalın, "Özellikle 15 Temmuz'dan sonra milletimizin darbelerin karşısında dimdik duran bir millet olarak bundan gerekli dersleri çıkardığına inanıyorum." dedi.
"Erken seçim bizim gündemimizde yok"
İbrahim Kalın, "İktidar ve muhalefet bloğunda ittifaklar şekillenir mi önümüzdeki süreçte?" sorusu üzerine, şu yanıtı verdi:
"Siyaset dinamik bir süreç şimdiden bir şey söylemek için çok erken. Ama her bir siyasi partinin belli ilkeleri vardır. İttifak kurarken de bu ilkelere en uygun başka aktörlerle birlikte hareket ederler. 2023 seçimlerine 2,5 yıl var ve erken seçim diye bir şey söz konusu değil.
Erken seçim bizim gündemimizde yok. Seçimler 2023'te zamanında olacak. O zamana kadar da Cumhur İttifakı sağlam bir şekilde, gayet güçlü bir şekilde bu süreci devam ettirecek. Bu ittifaka katılımlar olabilir, bunun için şimdiden bir şey söylemek için erken. Diğer partiler değerlendirirler. Kendi siyasi hedefleri çerçevesinde bunu anlamlı bir adım olarak değerlendirirlerse olabilir. Bu manada ittifaklar kapılarını kapatmazlar diğer aktörlere.
Türkiye'de bir hükümet krizi yok. Türkiye'de yüzde 50'lerin üzerine çıkmış bir Cumhur İttifakı var ve şu an iktidarda olan, ülkeyi yöneten bir Cumhurbaşkanı var ve onun bir kabinesi var. Dolayısıyla erken seçimi konuşmayı dahi gerektirecek bir tablo söz konusu değil. Bu, suni bir gündem olarak dile getirildiği zaman demokrasinin işleyişine, ekonomiye ve yatırımcıya da zarar veriyor."
Sosyal medya platformları ve Türkiye
Türkiye'de de son bir yılda bu şirketlerin durumunun gündeme geldiğini anımsatan Kalın, şöyle devam etti:
"Bu şirketlerin Türkiye'de ofis açmaması konusu. Çok basit bir soru sorduk. Avrupa'da açıyorsunuz. 'Durumumuz farklı' dediler. Şimdi ofis açmaya başladılar. Alternatifler üretilecektir. Biz de kullanıyoruz ister istemez. Son birkaç gündür görüyorum ve çok haklı bir tepki. Ben de buna destek oluyorum. Ben de büyük ihtimalle kapatacağım WhatsApp'ı. Onay vermeyeceğim.
Bir Avrupa vatandaşına sağladığı istisnayı bana neden sağlamıyor? Veya benden istediği şeyleri neden onlardan istemiyor? Burada ne oluyor? Hangi bilgileri nereyle paylaşacak, beni hangi kümenin parçası olarak görüyor?
Son tahlilde bunu eşit vatandaşlar olarak alıp kullanmıyor muyuz? O da bu kullanım üzerinden para kazanıyor. Bizim üzerimizden para kazanıyor. Biz WhatsApp'a para ödemiyoruz ama başka yerlerden para kazanıyor. Bilgiyi de kullanıyor, bir borsa değeri oluşturuyor."
Yılın ilk kabine toplantısı ve COVID-19 aşısı
Kalın, yarınki kabine toplantısında COVID-19 aşısının da gündemde olacağını belirterek, Sağlık Bakanı Fahrettin Koca'nın da bir sunum gerçekleştireceği bilgisini verdi.
Aşı kaynaklarının çeşitlendirilmesi için çalışmalar yapıldığını aktaran Kalın, şöyle devam etti:
"Almanya'da Pfizer BioNTech'le de görüşmeler yapıldı. Belli sayıda aşılar kontrata bağlandı. Başka yerlerden de alternatif açılar gelmeye devam edecek. Yerli ve milli aşı çalışmalarımız devam ediyor. Birçoğunda faz 2 çalışmaları sonuçlandırıldı. O da en kısa sürede devreye girecek. Mart-nisanı bulabilir.
Aşı geldiği andan itibaren vatandaşlarımızın aşı olma konusunda bir tereddüt göstermelerine gerek yok. İlk planda sağlık çalışanları, 65 yaş üstü ve diğer vatandaşlarımız belli bir program çerçevesinde aşılanmaya başlayacak. Bu konuda bilimsel araştırmalar hangi istikameti gösteriyorsa o yönde çalışmalar da yoğunlaştırılarak devam edilecek.
Bunlar Sağlık Bakanlığı uzmanları, Bilim Kurulu ve diğer uzmanlar gözetiminde yürütülen bir süreç. Biz de aşılama sürecinin bir an önce başlamasını istiyoruz. Bunun için Sağlık Bakanlığımız yoğun bir çalışma yapıyor. Bakanımız yoğun bir mesai harcıyor.
Salgınla ilgili tedbir uygulayınca sonuç alıyoruz ama salgını tamamen ortadan kaldıramıyoruz. Son dönemde uyguladığımız tedbirler hemen vaka sayılarını ve vefat sayılarını aşağı çekti. Yeterli değil. Aşı sürecinin başlaması lazım. Mevcut tedbirler bir müddet daha devam edecek. Tedbirlerin uygulanması ve aşılama sürecinin seyrine bağlı olarak şekillenecek. Bu dinamik bir süreç. 'Şu tarihte bitti.' diyemeyiz. Kimsenin elinde böyle bir sihirli değnek yok.
Okullar ve yüz yüze eğitimde 15 Şubat'a kadar süreci izleyeceğiz. Bakacağız. Aşı ve diğer tedbirler arzu edilen neticeyi verirse o zaman yüz yüze eğitim değerlendirilebilir ama vermezse ister istemez mevcut tedbirler devam edecek. Aldığımız tedbirlerin netice verdiğini görüyoruz. Bir ara hatırlayın vaka sayıları ciddi yükselmişti. Şimdi inişe geçti ama arzu ettiğimiz düzeyde değil. Virüs ortadan kalkmadı."
Kalın, aşılama ve tedbirlerin sonuç vermesinden sonra önlemlerin yeniden değerlendirilebileceğini ifade ederek, devletin işletme sahipleri için elinden geleni yaptığını söyledi.
Yeni destek paketinin şu anda gündemde olmadığını belirten Kalın, sürecin seyrine göre devletin gerekeni yapacağını anlattı.
Vatandaşlar aşı seçebilecek mi?
İbrahim Kalın, vatandaşların aşı seçme imkanı olup olmayacağı konusunda ise şunları kaydetti:
"İlk planda ilk gelen aşıyı olma prensibiyle hareket ediyoruz biz de dahil olmak üzere. Aslolan bu. Farklı yöntemler, Çin aşısı daha geleneksel inaktif aşı, BioNTech mRNA ile yapılacak. Neticede hepsinin hedefi aynı, virüse kaşı size bağışıklık kazandırmak. Hangisi önce geliyorsa, bilimsel olarak da bunlar kesin ispat edildikten ve Sağlık Bakanlığınca onaylandıktan sonra... Şöyle bir düşünceye kapılmak da bana çok doğru gelmiyor. Benim Çin aşısı olan doktor arkadaşım var. 'Hiçbir yan etki görmedik, 8-9 değerinde antikor geliştirdik bir haftada.' dediler. Gönüllü oldular."
Kaynak, TRT Haber