Ruanda’da 1994 yılının nisan ve temmuz aylarında 3 ay boyunca çoğunluğu Tutsi olan 800 bin kişi katledildi.
Olaylar, Tanzanya’da Ruanda Yurtseverler Cephesi (RYC/RPF) ile barış müzakerelerinden dönen Ruanda Devlet Başkanı Juvenal Habyarimana’nın Falcon 50 tipi uçağının nereden geldiği belirlenemeyen bir füze tarafından 6 Nisan 1994’te düşürülmesiyle başladı.
Habyarimana’nın öldürülmesinden bir gün sonra Hutu hükümetinin talimatıyla Tutsi soykırımı başladı.
Katliamlar, Ruanda Silahlı Kuvvetleri (FAR) ve Interahamwe Hutu milislerinin yanı sıra Tutsi karşıtı çok sayıda Hutulu sivil tarafından gerçekleştirildi. Yaklaşık 100 gün süren katliam sonucu 800 bin ila bir milyon Tutsi katledildi.
Soykırım, 4 Temmuz'da Paul Kagame liderliğindeki Ruanda Yurtsever Cephesi'nin (RYC/RPF) önderliğindeki Tutsi güçlerinin başkent Kigali'ye girmesiyle sona erdi.
Afrika'da 20. Yüzyılın başında ve sonunda iki büyük katliam yaşandı
20. yüzyılın ilk soykırımı, Namibya’da Almanların eliyle gerçekleşti. 1904-1909 yılları arasında yaklaşık 100 bin Namibyalı, Alman askerlerince katledilirken öldürülen insanların kafatasları gemilerle Alman üniversitelerine taşındı.
Aynı yüzyılın son soykırımı da yine Afrika’da bu sefer Ruanda’da gerçekleşti. İki hadisenin de Afrika’da cereyan etmesinin yanında diğer bir benzerlik de bu soykırımların sömürgecilikle yakından ilişkili olmalarıydı.
Ruanda nerededir?
Ruanda, Afrika kıtasının orta bölümünün doğu kısmında yer alan ve denize kıyısı bulunmayan bir ülkedir. Ülkenin sınır komşuları Uganda, Tanzanya, Burundi ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti oluşturmaktadır. Başkenti Kigali'dir.
Ruanda nüfusu
Ruanda nüfusunun yüzde 90'ı Hutu, yüzde 9'u Tutsi, yüzde 1'i Prigme idi. Prigmeler yaşam alanı ve kültür olarak diğerlerinden farklı olsa da o güne kadar bir arada yaşayan Tutsi ve Hutular birbirlerinden çok farklı görülmüyordu.
Önce Alman, daha sonraki yıllarda ise Belçika kolonisi haline getirilen Ruanda’da 3 topluluk (Hutu, Tutsi ve azınlık Pigmeler) sömürgecilerin gelişine kadar beraber yaşarken sömürgeci dış güçlerin gelişiyle toplumsal yapı değişime uğradı.
Belçikalıların Tutsilerden ayrıcalıklı yönetici bir sınıf oluşturma siyaseti, sömürgecilik sonrasında kanlı çatışmalara zemin hazırladı. Avrupa’daki ırkçılık anlayışının Ruanda’da tatbik edilmesi akraba toplulukları birbirine düşman hale getirdi.
Sayısal üstünlüğe sahip Hutuların kabullenemeyeceği bu durum 1950’lerin sonunda etnik çatışma riskini gündeme getirmeye başladı.
1959 yılında Tutsi kralının tahtından indirilmesi, iki akraba topluluk arasında daha sonraki yıllarda soykırıma dönüşecek olayları başlattı. 1959 olaylarında kaçan Tutsilerin geri dönüş çabaları, 1963 yılında Cyanika ve Kaduha gibi bölgelerde 21 bin kişinin ölümüyle sonuçlandı.
1959-1963 yılları arasında yaşanan olaylara, 1973-1974 yıllarında yenileri eklendi. Bütün bu olaylarda Tutsiler, etnik soykırıma tabi tutuldu. Sağ kalanlar Burundi, Demokratik Kongo Cumhuriyeti ve Uganda’ya göç ettiler.
Çevre ülkelerde artmaya başlayan Tutsi nüfusu, bu ülkelerde organize olarak Paul Kagame önderliğinde silahlı Ruanda Vatansever Cephesi’ni (Rwandan Patriotic Front/RPF) kurdu. Bu silahlı oluşum, daha sonraki yıllarda Tutsilerin katliamdan kurtarılması için tek umut haline gelecekti.
https://ilkha.com/dunya/ruanda-da-5-bin-kisilik-yeni-toplu-mezar-bulundu-141862
Adım adım soykırım
1950'den sonra Hutular desteklenince ilk 'öç alma' 1959'da başlıyor. Belçika desteği ile ayaklanan Hutular, yaklaşık yirmi bin Tutsi'yi katletti. Olaylardan kaçan iki yüz bin çevre ülkelerin kamplarına kaçmıştır. 1962 yılında Ruanda bağımsızlığına kavuştu. İktidara gelen Hutu Hükümetinin ilk işi Tutsilerin haklarını budamak olmuştur.
Ordudaki Hutu subayları, Hutulu milisleri eğitiyordu. Ülkenin ekonomisi kötü olduğundan ateşli silah temin etmek kolay değildi. Bu yüzden Fransız tüccarlar vasıtasıyla Çin'den yüz binlerce satır ve pala satın alındı.
Dünya tarihinin en kanlı günlerinden biri
Katliam için her şey hazırdı. Katiller satırlarını biliyorlardı. 6 Nisan 1994 tarihinde bir Hutu olan Ruanda devlet başkanının uçağı başkent Kigala'da düşürüldü. Bu, ülkede bir kaos ortamı oluşturdu.
6 Nisan günü dünya tarihinin en kanlı günlerinden biri yaşandı. Ülkenin resmi devlet radyosundan yapılan katliam çağrısı ile Irkçı Hutular başta eğitimli Tutsiler olmak üzere önceden belirlediği tüm Tutsileri doğramaya başladı.
Parası olan Tutsiler, ücret karşılığında ateşli silahlarla öldürülmeyi seçebiliyorlardı. Parası olmayanlar ise pala, bıçak, taş ile acı çektirilerek öldürüyorlardı. Artık yorulan Hutular dinlenmek için yakaladıkları Tutsilerin kaçmamaları için aşil tendonlarını kesiyorlardı.
Hutu Hükümeti ve Birleşmiş Milletler soykırıma göz yumdu
Hükumet, olaylara müdahale etmiyor, hatta göz yumuyordu. Hatta ve hatta ordu, saldırganlara silah temin ediyordu.
Tutsilerin artık tek umudu Birleşmiş Milletler (BM) idi. Olaylardan önce Ruanda da görevli BM yetkilileri, Genel Sekreterliğe katliam uyarısında bulunmuş ve önlem almanın gerekli olduğu iletilmişti. Katliam sırasında Ruanda da 2 bin 500 BM askeri vardı.
Olaylarda 10 Belçika askeri öldüğü bahanesi ile BM Güvenlik Konseyi aldığı kararla asker sayısının 240'a düşürülmesine karar verildi. Yani BM, Tutsileri Hutulara teslim ediyordu.
BM çekilince meydan milliyetçi Hutulara kalır
BM askeri gücü de ülkeyi terk edince artık katliamın şiddeti insan aklının hayal edemeyeceği yerlere geldi. Ülkede artık ceset koyacak yer kalmadı. Ülkedeki Kagere Nehrinden bir günde 60 bin insanın cesedi kıyıya vurdu. Radyolar sürekli 'Böcekleri ezin! anonsu yapıyorlardı.
Hutuların, silah sahibi olacak kadar dahi paraları olmadığı için Tutsiler önce boğularak öldürülür, ancak boğarak öldürme yöntemi fazla efor gerektirdiği ve bu yöntemle az sayıda Tutsi öldürülebildiği için farklı bir yol aranır.
Bu esnada Fransız tüccarlar, Tutsilerden yağmaladıkları paralar karşılığında Hutulara satmak üzere Ruanda'ya gemilerle Çin'den temin ettikleri ucuz balta, satır ve palaları getirirler.
Rivayete göre 5 sente Çin’den alınan bir balta, sefalet içindeki Ruanda’da bir dolara alıcı bulabilmişti.
https://ilkha.com/dunya/ruanda-katliami-sorumlu-felicien-kabuga-fransa-da-yakalandi-125254
Soykırımın Sonuçları
Hutu milisleri, artık öldürecek Tutsi bulamıyorlardı ve bu yüzden sinirlenip ölü Tutsi kadınlara tecavüz ediyorlardı.
100 gün içinde yaklaşık bir milyon sivil katledilmiştir. Soykırımdan sadece 300-400 bin arasında Tutsi kurtulabilmiştir. 250-500 bin kadına tecavüz edilmiş, bu kadınlar 20 bin kadar çocuk doğurmuştur. Hayatta kalanların 75 bini soykırım sonucu öksüz kalmıştır.
Fransa'nın soykırımdaki rolü
Tutsileri kurtarmak için ülkesinin doğusundan başlayarak ilerleyen Paul Kagame önderliğinde silahlı Ruanda Vatansever Cephesi (Rwandan Patriotic Front/RPF) önüne kattığı katliamcı Hutularla beraber katliamın kalbi olan başkent Kigali'ye doğru ilerliyordu.
Hatta ilerlerken katliama bulaşmamış Hutulara dokunulmadığı söyleniyor. Ülkede Tutsiler için işler iyiye gittiği anda Fransa bir karar alıyor. Şu ana kadar katledilenler için kılını kıpırdatmayan Fransa, bir anda "Ruanda'da soykırım var, bunu durduracağız" diyerek Hutulara soykırımı durdurması! için silah yardımında! bulunuyor. Yanlış tarafa, yanlış amaçlara yardım! yağdırıyor.
Bu da yetmezmiş gibi ülkenin batısına asker konuşlandırıp orayı kendi kontrolüne alıyor. Bu bölgeye Turkuvaz adını veriyorlar. Buraya Tutsilerin silahlı gücü olan RYB/RPF'nin girmesine izin verilmez ama içeride de katliamın devam etmesini sağlarlar. Katliamcılar, Fransa koruması altında katliama devam eder.
Ruanda Vatansever Cephesi (Rwandan Patriotic Front/RPF) yavaş yavaş kasabaları ve insanları kurtarıyordu. Nihayetinde BM Güvenlik Konseyi, katliamın başladığı 6 Nisan tarihinden 2 ay geçtikten sonra haziran ayında Ruanda'da katliam yaşandığını kabul etti ve Ruanda için toplanma kararı aldı.
Toplantılarda bölgeye gönderilecek barış gücü askerlerinin masrafları konusunda uzun uzun tartışıldı. Toplantılarda Fransa olayların soykırım olmadığını! ve hükumeti destekleyerek bu sorunun çözülebileceğini küstahça öne sürüyordu.
Eski Fransa Cumhurbaşkanı François Mitterand: "O ülkelerde bir soykırım yaşanması o kadar da önemli bir şey değil."
Fransa, sömürgecilik faaliyetleri kapsamında koloniler kurarak özellikle Afrika'daki sömürgelerinde büyük katliam ve zulümler yapmıştır.
1524'te Afrika'nın kuzeyinde ve batısında yirmiden fazla ülkede sömürgecilik faaliyetleriyle hakimiyet kurdu. Fransa'nın iki milyondan fazla Afrikalının hayatını kaybetmesinde sorumluluğu bulunuyor.
Tarihin en büyük soykırımlarından biri olarak kabul edilen 800 bin kişinin öldürüldüğü 1994 Ruanda soykırımında Fransa'nın rolü büyüktür.
Fransa'nın Hutu Hükümetine silah ve istihbarat sağladığı tespit edilmiştir.
Eski Fransa Cumhurbaşkanı François Mitterand, "O ülkelerde bir soykırım yaşanması o kadar da önemli bir şey değil." ifadesini kullanmıştır.
Fransa istihbaratının suikasttan haberi vardı
2017 yılında Fransız basını tarafından elde edilen bazı belgelerde, Fransız dış istihbarat servisi DGSE’nin Ruanda Devlet Başkanı Habyarimana’ya düzenlenecek suikasttan önceden haberdar olduğuna dair kanıtlar bulunduğu iddia edildi.
Bu iddiaya göre, Fransız istihbaratı ABD tarafından desteklenen Ruandalı siyasetçi Paul Kagame’ye bağlı güçlerin yerden havaya fırlatılan 2 füze elde ettiklerini biliyordu ancak Habyarimana’ya düzenlenecek suikasti, İngilizce konuşan Tutsi azınlığın Ruanda’dan tasfiye edilmesi için bir fırsat olarak görmüşlerdi.
Fransız uzmanlar, Fransa'nın Ruanda soykırımını yapanları desteklediğini düşünüyor
Fransız uzmanlar, Ruanda soykırımında yüz binlerce kişinin ölümünden sorumlu tutulan isimlerden Felicien Kabuga'nın başkent Paris'te yakalanmasının iyi bir gelişme olduğunu ancak Fransa'nın, Ruanda soykırımı yapanlarını desteklediğini ve bunlarla mücadele edecek güçlü siyasi bir iradenin bulunmadığını belirtti.
Belçika başbakanı özür diledi
Belçika Başbakanı Charles Michel, 1994’de uluslararası toplumun büyük hatası olduğunu kabul ederek Ruanda halkından ülkesi adına özür diledi: "Burada tarihteki hatasını gözlerinizin içine bakarak olanlarda kendi payını ve sorumluluğunu kabul etmek isteyen bir ülke adına konuşuyorum. Ülkem adına sizden özür diliyorum. Burada yaşananlar uluslararası toplumun bir başarısızlığıdır."
Soykırıma karşı Mücadele Ulusal Komisyonu Başkanı Jean-Damascene Bizimana, uluslararası toplumun soykırımdaki rolüne parmak basarak, "Her türlü işarete rağmen, kimse kılını kıpırdatmadı. Şimdi de suçluları iade etmeyi ya da yargılamayı reddediyorlar. Bu ülkelerden bazılarında soykırımcılar rahatça yargılanmadan yaşamlarını sürdürüyorlar" diyerek isim vermeden Fransa’yı hedef aldı.
1994 soykırımı sırasında sınır bölgelerinden Ruanda’ya giriş yapan Ruanda Vatansever Cephesi (Rwandan Patriotic Front/RPF) milisleri, adım adım ilerleyerek başkent Kigali’yi kuşatma altına aldılar.
RPF, 40 bin kişilik Hutu ordusunu ve 2 milyondan fazla sivil Hutu'yu Burundi, Tanzanya ve Zaire gibi ülkelere sürgün ettikten sonra Ruanda'nın kontrolünü ele geçirdi.
Bu adım, bütün Tutsilerin yok edilmesinin önüne geçerken Paul Kagame’nin Ruanda siyaset sahnesine devlet başkanı olarak çıkışının da önünü açtı.
Temmuz 1994'te bir Hutu olan Pasteur Bizimungu'nun başkan ve RPF komutanı Paul Kagame'nin başkan yardımcısı olduğu yeni bir hükümet kuruldu. Kagame daha sonra 2000 yılında başkan olarak seçildi.
1994’ün temmuz ayında olaylar sona ererken sokakları, kiliseleri ve okulları cesetlerle dolu bir Ruanda ortaya çıktı.
Aralık 1996'da Ruanda'da ilk soykırım davası 'Ruanda için Uluslararası Ceza Mahkemesi' tarafından açıldı. (Bu mahkeme savaş suçu işleyenlerin yargılanması için Birleşmiş Milletler'in öncülüğünde kuruldu, çünkü Ruanda'daki yargı kurumları işlemez haldeydi.)
Ruanda 20. yüzyılın önemli derslerinden biridir. Ayrımcılığın ve ırkçılıkla siyaset yapmanın ne tür kanlı olaylara yol açabileceğinin en açık göstergesidir.
Ruanda Soykırımı, İslam’a dönüşü hızlandırdı
1994 yılında yakın tarihin en kanlı soykırımına sahne olan ve 100 günde 800 bin kişinin vahşice katledildiği Ruanda’da, İslam’a dönüşün hızlandığı kaydediliyor.
Hutuların katliamı sırasında sığındıkları kiliselerin kendilerine sahip çıkmadıklarını belirten Tutsiler, kendilerine Müslümanların sahip çıktığını ve bu yüzden İslam’a girdiklerini ifade ediyorlar.
BBC, soykırımın 25. yıldönümü vesilesiyle Ruandalıların İslam'a girişine dair bir haber yayınladı. Habere göre, Ruanda'daki Müslümanlar nüfusun yüzde 1'ini geçmezken kanlı soykırımdan sonra Müslüman nüfus yüzde 10'u geçmiş durumda. Bazı araştırmalara göre ise Müslüman nüfusun yüzde 15'i aştığı ifade ediliyor.
Katliamdan kurtulmak için kilise ve hastanelere sığınan Tutsiler, rahipler ve doktorlar tarafından cellatları Hutulara teslim edildi. Katliamdan kurtulabilen Ruandalı Tutsiler, insanların kurtulmak için sığındığı kiliselerde vahşice öldürüldüğünü, papazların da katillere yardım ettiğini belirtiyorlar.
Katliamdan kaçan Tutsilere, Müslümanlardan başka sahip çıkan, kucak açan olmadı. Müslümanların bu davranışı, Tutsilerin İslama girmelerinde derin bir etkisi oldu. Hutuların saldırılarında rahiplerin de eşlik etmesinin Hıristiyanlıktan İslam'a dönüşü arttırdığına dikkati çeken BBC, son yıllarda çok sayıda Tutsi'nin İslam'a girdiğini açıkladı.
Ruanda'daki Müslümanlar Birliği Genel Sekreteri Ramdani Rogema ise, BBC'ye “O zamanlar Müslümanlar çok fazla hayat kurtardı. Bu da İslam'a dönüşü artırdı” değerlendirmesinde bulundu.
İlk Müslüman bakan
1994 yılından sonra Ruanda devlet başkanı, ülke tarihinde ilk kez Müslüman bir bakan atayarak daha önce hiçbir devlet kurumunda resmi görev verilmeyen Müslümanların siyasi temsilini en üst düzeye çıkardı.
Ramazan Bayramı, resmî tatiller arasında sayılıyor. Daha önceki yıllarda hep dışlanmış bir azınlık olan Müslümanlara artık saygı ve minnetle bakılıyor. Ruandalı Müslümanlar kardeşlik prensibiyle Ruanda’nın geleceğinde çok önemli bir rol oynayacak olgunlukta olduklarını ispatladılar.
Bütün Müslümanları temsilen bağımsızlıktan iki sene sonra 1964’te kurulan Ruanda Müslümanları Birliği adıyla bir örgüt bulunuyor. Müftülük bünyesinde yaklaşık 600 cami, 600 Kur’an Kursu, 12 lise ve 7 ilkokul eğitim veriyor. (İLKHA)