İngiltere, ülkeye bağlı gizli ajanların işlediği suçları örtbas etmekle suçlanıyor.
Gittikleri ülkelerde bu ajanların İngiliz yasalarını ihlal ettikleri belirtiliyor.
Ian Cobain, Middle East Eye için kaleme aldığı yazıda, İngiliz ajanlarının işlediği suçları ele aldı.
Gizli İnsan İstihbarat Kaynakları Yasa Tasarısı, İngiliz devletinin, istihbarat ve güvenlik servislerinin yasaları yine yasaları kullanarak çiğnemelerine izin verilmesi için başlattığı son girişimdir.
2011’in ilk aylarında, Muammer Kaddafi ve etrafındakiler artık canlarını kurtarmanın peşine düşmüş halde iken, çok sayıda Libya asıllı İngiliz vatandaşı genç bir şekilde Libya’ya geçerek, silahlı mücadeleye katıldı.
Yıllar sonra, bu kişiler İngiltere’nin dahili güvenlik ajansı MI5’in Libya’ya sağ salim varıp, devrimdeki rollerini oynamaları için kendilerine nasıl muazzam şekilde yardım ettiğini şaşkınlık içinde anlatacaktı.
Libya’dan yaklaşık bir yıl kadar sonra, MI5’in tanımıyla gizli insan istihbarat kaynakları (CHISE), iç savaşa katılarak birlikte savaştıkları militanlar hakkında İngiltere’ye rapor göndermeleri için Suriye’ye de sevk edildi.
Bu söz konusu, devrimciler, ajanlar ve muhbirlerin (CHISE) ortak noktası, İngiltere’nin anti-terör yasalarına göre ciddi suçlar işlemeleridir.
Terörizm Yasası 2000’in 1. maddesi daha açık bir şekilde ifade edilemezdi: Ciddi oranda şiddet kullanmak veya şiddet kullanma tehdidinde bulunmak; mala zarar vermek; “Birleşik Krallık veya başka bir ülkenin hükümetine baskı kurmak amacıyla” herhangi bir elektronik aletin ayarlarını bozmak dahi teröristlik suçudur.”
"Yargılansalar ömür boyu hapis cezası alırlar"
İstihbarat servisleri eliyle iş yaptırılan bu adamlar, mahkeme karşısına çıkarılıp yargılansaydı, çok rahat bir şekilde ömür boyu hapis cezasına çarptırılırlardı.
MI5 ve bu servisin yurtdışı versiyonu olan MI6’in Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da CHIS kullandığı ülkeler Libya ve Suriye’den ibaret değildir.
Bu tür ajanlar İngiltere sınırları içinde de kullanılmaktadır. Örneğin bu ajanlar, İngiltere’nin Kuzey İrlanda’da 30 yıl devam eden çatışmaları bastırmakta kullandığı “silahların” en önemlilerinden birisiydi.
2016 yılında yayımlanan bir araştırmada, polis teşkilatının istihbarat toplama dairesinde görev yapan eski dedektif William Matchett, Kuzey İrlanda’daki ayaklanma döneminde topladıkları istihbaratın %60’ının muhbirlerden (CHISE) geldiğini ve bu sayede her yıl nasıl düzinelerce hayat kurtardıklarını anlatmaktadır.
Mattchett, CHISE ajanlarını, görevli oldukları yeraltı organizasyonlarında paranoya yayan erkek ve kadınlar olarak nitelendirmekte ve onları birer “güç katlayıcısı” olarak tanımlamaktadır. Hiç şüphesiz o dönemde İngiltere hükümetinin ve güvenlik güçlerinin çok işine yarasa da CHIS kullanımı ardında zehirli bir miras bıraktı: ajanların ektiği paranoya toplumda hala yaşamaktadır.
Kuzey İrlanda’daki muhbir kullanımı hususundaki çalışması ile bilinen İsrailli suç bilimci Ron Dudai, “geçmişten gelen açık bir yaradan” bahseder. Bu öyle bir yaradır ki, hukuk ve nizamı koruyan kuvvetlerin özgüvenine saldırır ve “normal” olgusunun yeniden tesis edilmesine engel olur.
Doğal olarak, İngiltere’deki Müslüman cemaatler içindeki varlığı sadece yarı saklı olan muhbirler de MI5 ve polis tarafından buralara yerleştirildi. Bu muhbirler aracılığı ile, 2017 yılında Manchester ve Londra’da gerçekleşen ve toplamda 36 kişinin öldüğü ve yüzlerce kişinin yaralandığı beş ayrı saldırı benzeri potansiyel terörist tehditler hakkında daha fazla bilgi edilmesi amaçlandı.
6 haneli maaşlar
Sağlam kaynaklardan gelen doğrulanmış bilgilere göre İngiltere sınırları içinde görev yapan ve büyük miktarda istihbarat sağlayan bazı muhbirlerin “6 haneli maaşları” olduğu bilinmektedir. Görevleri gereği gizli tutuldukları için de bu muhbirlerin herhangi bir şekilde gelir vergi vermediği varsayılmaktadır.
Bu muhbirler işe başlamadan veya istihbarat servislerinin kullandığı teknik terim ile “yetkilendirilmeden” önce bazı kontrollerden geçirilir ve test edilir. Görevin özelliklerine göre her birkaç hafta veya ay sonra tekrar yetkilendirme sürecine tabi tutulurlar. Bu süreç muhbirin rapor verdiği istihbarat görevlisi değil, MI5 veya MI6 (bazen ikisi birden) bünyesindeki başka bir yetkili tarafından yürütülür.
Her CHIS’e kendisine verilen görev sınırlarının dışına çıkmaması hususunda emir verilir. Peki, hakkında bilgi topladıkları insanlar muhbiri organize bir suç şebekesine katılmak zorunda bırakırsa ne olacak? Sizce şüphe uyandırmadan böyle bir teklifi reddetmeleri mümkün müdür?
Buradaki fayda açıktır: Bir CHIS ajanına suç işlemesi için izin vermek, ileride daha fazla sayıda suç işlenmesini engelleyecek istihbarat akışının devam etmesini sağlar. Eski MI5 direktörlerinden Andrew Parker, bir meclis komitesine verdiği ifadede CHIS ajanlarının “başka türlü elde edilemeyecek türde istihbarat sağladığını ve bu istihbarat sayesinde daha ciddi durumların yaşanmasının engellendiğini, ilaveten CHIS ajanlarının, teknik istihbarat yöntemlerinin size veremeyeceği bir derin bakış açısı sağladığını” söylemiştir.
Ancak işlenmesine izin verilen bu suçlardan bazıları bazen skalanın en uç noktasında olabilmektedir: Örneğin, Kuzey İrlanda’daki karışıklık zamanlarında IRA’in iç güvenlik biriminin başındaki şahıs İngiliz askeri istihbaratına çalışmaktaydı. Bu şahıs görevi gereği, muhbir olduğundan şüphelenilenlerin hangilerinin sorgulanacağına, işkence göreceğine ve infaz edileceğine karar vermekti. Nutting Squad (*Kafakıran Takımı) olarak adlandırılan bu birimin eline düşenler genellikle kafalarına sıkılarak infaz edilirdi.
Ciddi suçlar işleme yetkisine sahipler
Oynanan istihbarat oyunu bir yana, kimin yaşayıp kimin öleceğine İngiliz tarafında kim karar vermişti ve bu karar verme süreci kim tarafından denetlenmekteydi?
İstihbarat servislerinin ajanlarına bu derece ciddi suçlar işleme yetkisi verdiği bir ortamda, bu kurumların hala yasalar çerçevesinde hareket ettiklerini iddia etmek ne kadar mantıklıdır?
Geçtiğimiz günlerde, on yıllardır hakkındaki tartışmaların devam ettiği bu konuyu çözmek için Gizli İnsan İstihbarat Kaynakları (Suça Bulaşma) Yasa Tasarısı isimli yeni bir girişim başlatıldı.
Güvenlik Bakanı James Brokenshire parlamento mensuplarına yasa tasarısını şu ifadelerle açıkladı: “Bu yasa paketinin oylamaya sunulmasının nedeni ülkemizi güvenli tutmak ve bizi güvende tutmak için çalışan kamu yetkililerinin ve operasyonel kurumların ihtiyaç duyduğu araçlara erişimlerinin sağlanmasıdır.”
Perşembe günü yasa tasarısı üzerine hazırlanan komite raporunun görüşülmesi sürecinin ardından Avam Kamarasındaki oylama 313 evet 98 hayır şeklinde sonuçlandı. Böylelikle yasa tasarısı, daha dikkatli incelenmek üzere Lordlar Kamarasına gönderilmiş oldu.
Ancak meselenin çözümü için hazırlanan bu yasa tasarısının içeriğinden herkesin memnun olduğunu söyleyemeyiz.
“Aden Çetesi” ve Kuzey İrlanda
Ne MI5 ne de MI6 ister yurtiçinde ister kolonilerde isterse de yurtdışında olsun, 20. yüzyılın büyük bir bölümünde neyin hukuki olup olmadığı hususuyla çok da ilgilenmek zorunda değildi zira o dönemki hükümetler gayrı resmi adıyla “disavowal (reddetme)” denilen gayet basit bir politika izlerlerdi. Yani devlet görevlileri bu tür istihbarat servislerinin var olduğunu dahi kabul etmezdi.
MI5’in yetki ve faaliyetlerinin sınırlarını belirleyen tek resmî belge bakanlık tarafından 1952 yılında hazırlandı ancak bu belgenin varlığı da 60’lı yılların sonuna kadar İngiliz halkından saklandı.
20. yüzyılın büyük bir bölümünde İngiliz parlamentosunda istihbarat servislerinin faaliyetleri veya bütçeleri hakkında tek bir oturum dahi yapılmadı. Tüm denetleme işleri hükümetin ilgili kısmı içinde, dışarıya kesinlikle sızmayacak şekilde gerçekleştirildi. Ne MI5 ne de MI6 resmi kayıtlara göre var olmadıkları için, mahkemeler de bu servislerin faaliyetlerini görmezden gelmek zorundaydı.
1948 yılında yeni bir Ceza Hukuku Yasası ile, Kraliçe’nin hizmetkarlarının hangi ülkede görev yapıyor olursa olsun sadece İngiliz yasalarına göre muhakeme edilebileceğine dair yapılan değişiklik nedeniyle, Soğuk Savaş boyunca “reddetme” politikasının uygulanmasının önemi bir kat daha arttı.
Bu yasaya göre, örneğin, bir MI6 ajanı Kudüs’teki bir devlet ofisinden bir evrak çalmak için plan yapsa veya Şam’da birilerine şantaj yapmak istese ve yakalansa, Londra’da yargılanmak zorundaydı. İşte bu noktada “reddetme” mekanizması devreye girer ve resmi olarak yakalanan ajanın Kraliçe hesabına çalışmasının mümkün olmadığı zira böyle bir birimin dahi var olmadığı kayıtlara geçirilerek konunun üstü örtülürdü.
1969 yılında Kuzey İrlanda’daki olaylar tekrar kızışmaya başlayınca istihbarat servisleri bölgedeki faaliyetlerine tekrar hız vermek için Belfast’a elemanlarını göndermeye başladı. Bölgeye yeni sevk edilen istihbarat subayları ve askeri personelin çoğunlukla, iki yıl kadar önce İngiltere’nin geri çekilmek zorunda kaldığı Aden’de birlikte görev yapanlardan seçildiği anlaşıldı.
Kendilerine “Aden Çetesi” lakabını veren bu devlet görevlilerinin varlıkları hizmet ettikleri devlet tarafından reddedildiği için halk tarafından bilinmemekteydi.
76 yılında eski Aden ekibi, Özel Hava Teşkilatı (SAS) bünyesindeki askerlerden seçilen özel harekatçılarla birlikte Umman’ın güneyindeki Dhofar’a sevk edildi ve burada Umman Sultanına karşı 11 yıldır devam eden bir isyanın bastırılmasında büyük rol oynadı.
SAS bünyesindeki personel daha sonra Kuzey İrlanda ile İrlanda Cumhuriyeti sınırındaki Güney Armagh’a sevk edildi. Bütün bu görevlerde bulunan eski bir özel harekatçı o günleri anlatırken “İngiltere’de hanım ve çocuklarla az biraz görüştükten sonra hemen yeni göreve çıkarılırdık” ifadesini kullanıyor.
SAS astsubaylarından, İrlanda sınırının her iki tarafından da ajan devşirilmesi için bir plan hazırlamaları istenildi. Söz konusu operasyonlarda görev alan personelin verdiği bilgilere göre, bu planlar, Dhofar’da kullandıkları metotlar temel alınarak hazırlandı. SAS kuvvetlerinin Umman’da kullandığı en işe yarar taktik, yakalanarak esir düşen muhaliflerin “Firqat” adını verdikleri yerel milis kuvvetlerine dönüştürülmesiydi.
İngiliz Kara Kuvvetlerinde görevli bir subay olan Robin Evelengh, henüz daha 70’li yıllar bitmeden yayımladığı kitapta ajan devşirme operasyonlarındaki tehlike hakkında insanları uyararak bu tür operasyonların sağlam hukuki zemine oturtulmasının gerekli olduğunu savundu.
Yine de bu konuda hiçbir şey yapılmadı. Hatta, 80’lerin başında, o zamanlar Kuzey İrlanda’da görevli bir MI5 ajanı olarak görev yapan ve ilerde kurumun başına geçecek olan Patrick Walker, hazırladığı gizli bir rapora dayanarak yerel polis teşkilatını, suçları araştıran bir birimden çok genellikle CHISE devşirerek istihbarat toplamaya odaklı bir birim haline getirdi.
80’li yıllar boyunca süren İrlanda’daki olayların bilançosu neredeyse 3.000 olmuştu. Bölgede görev yapan polis memurları yıllarca, kendilerine istihbarat sağlayan muhbirlere (bu muhbirlere kayıtlara geçmesi açısında “katılımcı” statüsü verilmekteydi) nasıl davranılacağına yönelik açık hukuki düzenlemeler getirilmesini talep etti.
Kendisinden bir miktar mühimmat saklaması istenilen bir muhbirin (CHISE) örneğini veren üst düzey dedektif şunları yazacaktı; “böyle bir durumda muhbirden sorumlu olan ajanın vereceği cevap ne olursa olsun “yanlış” olur”. Yani sorumlu ajan bu vakadaki CHISE’a mühimmatı saklamasını söylese ikisi de hukuka göre suç işlemiş olurken, mühimmatı saklamamasını söylese bu sefer de muhbir üzerine şüphe çekecek ve belki bu şüphe nedeniyle öldürülecekti.
Hükümet danışmanları tarafından hazırlanan özel bir raporda mesele hakkında şu ifadeler kullanıldı: “polis teşkilatının muhbirlere karşı nasıl davranılacağına dair hukuki bir zemin hazırlanması sürecinin hayli yavaş bir şekilde işlemesinin bize faydası olacaktır.”
Gelinen noktada, Kuzey İrlanda’daki istihbarat şefi Raymond White kendisini Başbakan Margaret Thatcher’la yaklaşık 10 dakika görüşerek meseleye önem verilmesi gerektiğini, neler yapılmasına dair “yol gösterici hiçbir işaret olmadığını” anlatmak zorunda hissetti.
Bir süre sonra kendisine gayrı resmî bir şekilde meselenin çözülemeyecek kadar zor olduğu, “şu ana kadar davranıldığı gibi davranılmaya devam etmesi” söylendi. White’a verilen sözlü tavsiye “sakın yakalanayım demeyin” oldu.
Belfast’ta Cinayet
Düzeltilmesi için hiçbir şey yapılmayan mesele, 1989 Şubat ayında bir pazar akşamı, işini çok iyi yapmasıyla tanınan ünlü savunma avukatı Pat Finucane’in kapısının önüne kadar geldi.
Finucane, hanımı ve üç çocuğuyla birlikte akşam yemeğine başlamak üzereydi. Yüzleri maskeli iki silahlı şahıs kapıyı kırıp içeri girdi ve avukatı altı kez başından, üç kez boynundan ve üç kez de göğsünden vurdu.
Daha sonra yapılan soruşturmada, bu saldırıyı planlayan kişinin İngiliz Askeri İstihbaratına çalışan ve aynı anda İngiltere Savunma Bakanlığında görev yapan bir şahıs olduğu ortaya çıktı. Saldırıda kullanılan silahlar bir muhbir tarafından sağlanmıştı. Olay yerinden failleri kaçıran arabanın sürücüsü de suç işlerken yakalanınca, mahkemeye çıkarılmamak karşılığında CHISE olmayı kabul eden bir şahıstı.
Gerçeklerin bulunması için vaka hakkında üç ayrı soruşturma başlatıldı ve soruşturmalar neticesinde askeri istihbaratın, polisin ve MI5’in aynı zaman dilimlerinde Finucane’i öldürmek için plan yaptığı ortaya çıktı.
Son soruşturma raporunun açıklamasının ardından o dönemki başbakan, David Cameron, “açıkça konuşmak gerekirse, devlet birimlerinin tezgâh kurması hususunda yeni bir seviyeye ulaşılmış” diyerek durumu özetlemişti.
Finucane’nin silahla öldürülmesinden 10 hafta sonra, Güvenlik Servisi Yasası isimli yeni bir hukuki düzenleme yapıldı. Bu yasanın hazırlanmasının ardındaki en etkili neden, Avrupa devletlerinin mahkemeleri tarafından kıtanın güvenlik ve istihbarat kurumlarının “reddetme” taktiği ile artık hukuki olarak var olamayacağına ve bu tür kurumların statülerinin kesin olarak şekillendirilmesi gerektiğine dair verdiği bir dizi karar oldu.
Bu yasadan beş yıl kadar sonra çıkarılan bir diğer yasayla da MI6 ve İngiltere’nin elektronik istihbarat toplama ajansı GCHQ artık tamamen karanlık bir üslupla çalışamayacak hale getirildi. İstihbarat Servisleri Yasası, kurumların sorumluluklarını bir çerçeveye oturtan, parlamentonun bu kurumlar hakkında tartışabilmesinin ve gerektiğinde sivil mahkemelerin hukuki işlem başlatabilmesinin önünü açan bir düzenlemeydi.
Güvenlik Servisi Yasası içinde “katılımcı muhbirlerin” “yetkilendirilmesi” hususuna dair herhangi bir ifade yoktu. Ancak, bu yasa MI5’in çekirdek faaliyetlerine devam edilmesini hukuki saydığı için, MI5 yetkilileri söz konusu meselenin dolaylı yoldan ima edildiğini varsaydı. Yani CHISE olarak kendi saflarına çektikleri insanların yetkilendirilmesi sürecinde değişiklik yapılmadan aynı yöntemlerle yola devam edildi.
Yapılan yasal düzenlemelerin ardından MI5 ajanlarına dağıtılan ve “Üçüncü Yol” olarak bilinen kılavuz 30 yıl boyunca halktan gizli tutuldu.
Bu kılavuz, resmî belgelerdeki karartmaların özensizce yapılması nedeniyle bir dava sırasında ortaya çıkar çıkmaz değiştirilmesi için hukuki olarak mücadele başlatıldı. MI5 bu mücadeleyi kazandı ve mahkeme kurumun bünyesindeki ajanlarına suç işlemeleri için izin vermesinin hukuka aykırı olmadığına karar verdi.
Aralarında ismini evinde öldürülen avukattan alan Kuzey İrlanda merkezli The Pat Finucane Merkezinin de bulunduğu dört Birleşik Krallık merkezli insan hakları grubu bu hukuki mücadelenin ön safında yer almaktadır. İlaveten, bazı diğer STK’lar da mahkemenin verdiği karara itiraz ettiler.
Diğer taraftan ise, 94’te çıkarılan İstihbarat Servisleri Yasası, ajanların suç işlemesine izin verilmesi hususunda biraz daha açık bir tutum içindedir. Yasanın 7. Maddesine göre, hükümette görevli bir bakanın, Birleşik Krallık sınırları dışında işledikleri suçlar nedeniyle İngiltere veya Kuzey İrlanda’da yargılanmamaları için istihbarat ajanlarını korumak amacıyla İngiliz yasalarını “hiçe sayarak” gerekli belgeleri imzalayabileceği senaryolar teknik olarak son derece sınırlı sayıdadır.
Parlamentoda görüşüldüğü sıralarda bazı bakanlar yasanın 7. maddesinin rüşvet, soygun ve şantaj suçlarının gizli kalmasını sağlamak için konulduğu kanısındaydı.
Ancak yasa tasarısını hazırlayan hukukçular ve bu hukukçuları denetleyen bakanların verdiği mesaj gayet açıktı. Bu mesele artık kapanacak yani İngiltere sınırları dışında işlenen tüm suçlar bu yasa üzerinden halledilecekti.
Adam kaçırma ve işkence
Bazı gazeteciler ve avukatlar tarafından 13 yıldır gündemde tutulan bir konu, parlamento komitesinin araştırmaları sonucu 2018 yılında doğrulandı. Hazırlanan rapora göre, İngiltere devleti, devletin güvenlik ve istihbarat servisleri, sözde teröre karşı savaş sürecinde sürekli bir şekilde adam kaçırma ve işkence suçları işledi.
Komite, MI5 ve MI6’nın en az 670 vakada insanları mağdur ettiğini ve “şüphelilerin” yargı yetkisi olmayan üçüncü ülkelere kaçırıldığı operasyonlardan 53’ünde yasaları çiğnediğini tespit etti.
Kurumların böylesine ciddi insan hakları ihlallerinde bulunduğunun kamuoyuna yansımasının ardından, bu kurumların çalışanlarını korumak amacıyla o günlerde 7. maddeye daha sık başvurduğu düşünülmektedir.
Söz konusu maddenin manası ilk bakışta anlaşılan türden değildir. Madde, “İngiliz Adaları (İngiltere ve İrlanda) sınırları dışında yapılan faaliyetlere hususunda koruma verilmesinden” bahsetmektedir.
Ancak herkesin bildiği üzere, modern demokrasilerin son derece kirli çamaşırları “doğru” araçlar kullanarak temizmiş gibi gösterebildiği tekrar ve tekrar kanıtlanmış bir durumdur.
7. madde (gerek görülmesi halinde) aslında James Bond stili bir öldürme ehliyetidir (iznidir).
Fevkalade karmaşık bir yapıya sahip olan Soruşturma Güçlerinin Tanzimi (RIPA) isimli yasa tasarısı ile birkaç yıl sonra mesele hakkında hukuki bazı düzenlemeler daha getirildi.
RIPA eliyle, yalnızca MI5 ve polisin değil aynı zamanda diğer kamu teşkilatlarının da “istilacı gözetleme” süreçleri belli bir kalıba oturtuldu. “Gizli insan istihbarat kaynakları” terimi işte bu yasa tasarı sonrası ortaya çıktı.
RIPA bir CHIS ajanına suç işleme salahiyetini teknik olarak vermemektedir ancak yasanın bir maddesinde, göreve başlatılmasının ardından bir CHIS’ın yaptığı bütün faaliyetlerin “her ne amaçla olursa olsun yasal olduğu” ifade edilmektedir.
Barışçıl aktivistlerin hedef alınması
Birkaç yıl sonra, Londra merkezli çevre duyarlılığı ve hayvan hakları aktivistleri, bağlı oldukları kuruluşlardan tanıdıkları bazı arkadaşlarının yavaş yavaş ortadan kaybolduklarını fark ettiklerinde bu arkadaşlarının aslında İngiliz Polisi’nin Özel Kolu ajanları olduklarını anladılar.
Bu ajanlar, casusluk yaptıkları aktivistlerle arkadaşlık kurmakla kalmayıp, bu ilişkileri bazen gayet ileriye götürdüler. Hatta “hedefinden” üç çocuk yapan bir ajan dahi vardı.
Bu meselenin resmi olarak soruşturulması uzun zamandır ertelenmekte olmasına rağmen, İngiliz polisi, bugün hala sebep oldukları psikolojik zarar nedeniyle hedeflerine büyük miktarlarda tazminat ödemeye devam etmektedir.
Günümüzde artık, İngiltere sınırları içinde istilacı soruşturma güçlerinin herhangi bir şekilde kullanımı, Soruşturma Güçleri Komiseri adı verilen üst düzey bir yargıç ve bu yargıcın liderliğini yaptığı müfettişlerden müteşekkil bir takım tarafından denetlenir. Bu komiser, gözetleme sürecini kontrol altında tutmak için getirilen yasaların uygulanıp uygulanmadığını ve bu yasaların bir tarafta güvenlik hususu diğer tarafta da mahremiyet ve hukukun üstünlüğü hususlarının olduğu terazinin dengesini nasıl etkilediğine dair rapor hazırlamakta yükümlüdür.
Üçüncü Yol ifşa olduğunda, David Cameron’un 2012 yılında o zamanki komisere bir mektup yazarak, söz konusu kılavuzun hukuka aykırı olup olmaması hususunda “kafasını yormamasını” ve “hükümetin söz konusunu politikanın hukuka uygun olduğuna dair onay vermesinin imkânsız olduğunu” söyledi.
Daha önce de zikredilen dört STK, politikanın hukuka aykırı olduğuna dair itiraz ettiğinde görülen davaya bakan beş kişilik yargıç heyeti MI5’in yaptıklarının hukuki olduğuna ve Soruşturma Güçleri Komiserinin raporunun görevi kötü kullanma vakalarını durdurmak için yeterli olduğuna hükmetmişti.
Verilen bu hüküm 3’e karşı 2 oyla kabul edilirken, hayır oyu veren yargıçlar devletin mesele hakkındaki tutumunu “kaprisli” ve “tehlikeli” olarak tanımladı.
Yeni casusluk yasası hakkındaki korkular
Bu nedenle, STK’lar itirazlarının eninde sonunda başarıya ulaşacağından emin olduklarını ifade ediyorlar. İngiliz devleti de bunu çok iyi bildiği için, hukuk dışı faaliyetlerin hukuki olarak devam ettirilebilmesi adına mümkün olan en kısa süre içinde “su geçirmez” bir düzenleme yapmak için çalışmaktadır.
Yapılan ilk oturumda, parlamento üyelerinden bazıları, CHIS ajanlarına hukuk dışı faaliyetlerde bulunmaları için izin verilmesinin örneğin ülkedeki hijyen standartlarından sorumlu olan Yiyecek Standartları Ajansı gibi devlet kurumları veya hatta sayıları binlerce olan haneye temel hizmet götürmekle sorumlu yerel konseyler tarafından bile kötüye kullanılabileceğinden endişe ettiklerini ifade etti.
Aralarında eski bakanların da bulunduğu bazıları da yasanın İngiliz devleti ile devletin güvenlik ve istihbarat servislerine istediği gibi cinayet, işkence veya cinsel şiddet suçları işleme gücü verdiğini söyledi.
Belfast milletvekili (parlamento üyesi) Claire Hanna, Ron Dudai’nin, CHISE ajanları kullanımının yerel topluluklar üzerinde uzun vadeli rahatsız edici etkileri olabileceğini hatırlatarak şöyle konuştu: “Cinayet dahil çok ciddi suçların devlet tarafından işlendiğini zikrederken, bunu Kuzey İrlanda’daki kendi tecrübelerime dayanarak söylüyorum. Böyle bir ortam, önce mağdurlar ve kurbanlardan oluşan bir nesil meydana getirir, bu insanlar devletten git gide daha fazla uzaklaşırken diğer yandan da devlet karşıtı mücadeleye olan bağlılıkları artar.”
Yasa, parlamentodaki onaylanma sürecinin ilk kısmını geçtikten sonra, daha önce bahsedilen dört STK’dan birisi olan Reprieve’in lideri Maya Foa, ciddi suçların derhal kapsam dışı tutulması gerektiğini söyledi.
“Hepimiz tekrar tekrar şahit olduk ki, gizli devlet operasyonlarında uyulacak kurallar çerçevesi iyi çizilmediğinde, birileri mutlaka görevini kötüye kullanmaktadır. Geçtiğimiz yıllarda, MI5 ve MI6 ajanları işkence ve yurtdışına şüpheli kaçırma suçları işledi. Ellerine düşen kadınları kendilerine verilen yetkilere dayanarak cinsel ilişkiye zorlayan polisleri gördük. Kuzey İrlanda hükümetinin ajanları gözünü kırpmadan sayısız cinayet işledi.
Hukuki sınırlar içinde çalıştıklarından emin olunması için, polis ve istihbarat servislerinin temel İngiliz değerleri (cinayete hayır, işkenceye hayır, cinsel sömürüye hayır, gizli tutukluluğa hayır) üzerine inşa edilmiş açık talimatlara ihtiyacı vardır.”