İnkılâbın 34. yıldönümünde İRAN

Küfrün zirve dönemlerinde gerçekleşen İnkılâp`la dünyadaki tüm Müslümanlara umut olan 1979 İran İslam devrimi 34. yılını dolduruyor.

Ekleme: 01.02.2013 15:08:00 / Güncelleme: 01.02.2013 15:08:00 / Siyaset Gemisi
Destek için 
ANALİZ - Batının tüm ambargolarına rağmen gelişen İran, dünyanın süper güçlerine karşı dik duruşunu sürdürüyor. Ancak İran`ın özellikle son dönemlerde ümmetçi yaklaşımdan çok mezhepsel yaklaşımının ağır basması ve Suriye politikası, İslami camiaların tepkisini çekmeye devam ediyor.
 
İran inkılabı, 1 Şubat 1979`da Şah Rıza Pehlevi`nin İran`ı terk etmesi ve Ayetullah Humeyni`nin yıllarca sürgün hayatı yaşadıktan sonra Tahran`a geri dönmesiyle İran`da, İslam cumhuriyeti hakim olmuştu. 34 yıl önce gerçekleşen bu devrimle Şah Pehlevi Hanedanı sona ermiş, ülke İslami kanunlara dayalı bir sisteme geçmişti.
 
Babadan oğula geçişli bir sultanlıkla ülkeyi 60 yıla yakın bir zaman diliminde yöneten Şah rejimi, 1978-79 arası dönemde iktidarını halkın başkaldırısından koruyabilmek için gerekirse onbinleri, yüzbinleri öldürmekten geri durmayacağının sinyallerini veriyordu. Ancak karşısında `Allah`u Ekber, Humeyni rehber..` slogan ve feryatlarıyla yeri göğü inleten halk ise tanklara karşı güller atarak adeta ölüme razı olduklarını haykırıyordu. Bu durum karşısında daha fazla dayanamayan Şah Rıza Pehlevi, 1 Şubat 1979`da İran`ı terk etmiş Amerika`ya kaçmıştı.
 
Batı, Önemli Müttefikini Kaybetmişti
Şahlık rejimi zamanında İran, ABD`nin orta doğudaki en önemli müttefiki, jandarmasıydı. İran`ın tüm zenginlikleri ABD tarafından sömürülüyordu; öyle ki devrimin olduğu sene ABD ekonomisinin ciddi bir kriz geçirdiği kayıtlara geçmişti.
 
İnkılap, Tüm İslam Dünyasına Kazandırmıştı
İran`daki değişim, dostları sevindirirken düşmanları da çileden çıkarmıştı. Ülke içinde yapılan suikastlar sonucu devrimin öncü kadrolarından birçoğu aralıklarla şehid edildi. İran, iç karışıklıklara karşı uğraş verirken, ABD ve diğer batılı emperyalistler de boş durmuyordu. Sahaya Saddam`ı süren batılı işgalciler, Saddam eliyle İran`a savaş açtılar. Sekiz yıl süren bu savaşta karşılıklı tahmini bir milyonu aşkın insan hayatını kaybetti, milyonlarca kişi de yaralandı. Büyük yıkımların yaşandığı bu savaşta her şeye rağmen İran ayakta durabilmeyi başarmıştı.
 
İran İnkılabı Rehberi İmam Humeyni 1989`da vefat ettiğinde cenazesine katılan ve gözyaşı döken insan sayısının 10-15 milyon civarında olduğu belirtiliyordu. İmam Humeyni, tebliğ, hicret, fetih ve devrimle görevini ifa etti. İmam Humeyni`yi mezheplerin dar kalıpları içinde değerlendirmek büyük bir haksızlık olur. İmam Humeyni, antiemperyalist duruşu, tavizsiz kişiliği ve feraseti ile ümmete örnek bir önder olmuştur. O, yetiştiği kültür itibariyle bir Şia âlimidir; ama dünyanın hemen hemen her tarafında İslam`ı yaşamanın çok zor olduğu bir dönemde İslam`ın sesini yükseltmiş, gerçekleştirdiği inkılâp İslam âleminin uyanmasına, silkinmesine büyük katkı sağlamıştı.
 
34 Yıllık Süreçte İran`ın Geldiği Nokta
Devrim sonrası aradan geçen 34 yıllık süreçte İran`ın geldiği noktayı birkaç açıdan değerlendirecek olursak; İran, başta Amerika ve israil olmak üzere batılı ülkelerin 34 yıldır uyguladıkları ambargolara karşı hiçbir zaman boyun eğmemiş aksine siyasi, askeri, ekonomik olarak ve daha birçok alanda ülkesini geliştirmiştir.
İmam Humeyni, İslam inkılabı sonrası yaptığı açıklamalardan birinde uzun süreli hedeflerinin, İslam`ı dünyanın her tarafında tanıtmak olduğunu, İslam bayrağını dünyanın her yerinde dalgalandırabileceklerine inandığını belirtiyordu.
 
İmam Humeyni Sonrası Değişim
Ancak ekseriyetini şia mezhebine bağlı Müslümanların oluşturduğu İran`ın, İmam Humeyni`den sonra mezhebi olarak gerek ülke içi ve gerek ülke dışı politikası ümmetçi bir yaklaşımdan sürekli uzak durdu. İran`ın mezhepçilikten uzak, vahdet çerçevesinde İslam dünyasına verilen mesajları ise hep sönük kaldı. Günümüzde İran`ın Irak, Yemen, Azerbaycan, Bahreyn, Lübnan gibi ülkelerde yaşayan Şii Müslümanlara bakışı ile diğer bölgelerdeki Sünni Müslümanlara bakışı ve önceliği arasındaki farkı görmek mümkündür. Bu yüzden birçok Sünni Arap devleti İran`ı Şii politikacılığı yapmakla suçluyor. Bu konuda haksız da sayılmazlar hani. Öyle ki İran`ın kendi içinde bile mezhebi noktalarda aşırı gidenleri, birbirlerine düşenlerini görmek mümkün.
 
Bu durum zaman zaman devleti yöneten erkler arasında da sorunlar yaşanmasına vesile oluyor. Özellikle eski cumhurbaşkanlarından Haşimi Rafsancani, Muhammed Hatemi gibi isimlerin mevcut yönetime ters düşmeleri, Hatemi ve bazı önde gelenlerin taraftar toplayarak Ahmedinejad yönetimine karşı ayaklanmalara varan eylemler başlatmaları ülkeyi neredeyse bir kaosa doğru sürüklemeye götürüyordu. Şimdilerde ise görünür itibarıyla Ahmedinejad ile Hamaney arasında esen sert rüzgarlar etkisini zaman zaman gösteriyor.
 
İmam, Arap Baharına Işık Tutmuştu
İmam Humeyni, inkılap sonrası yaptığı bir duasında şunları ifade ediyordu; "Allah`ım! İnkılabımızı, yeryüzünün zalim ve diktatörlerinin zulüm kalelerini ve sultalarının yıkılması için bir başlangıç yap."
Gerçekleşen İslam Devrimi dünyadaki tüm Müslümanların yüzünü güldürmüş, mazlum ve mustazaf halkların umudu haline gelmişti. Dünya üzerindeki birçok İslami Hareket, daha bir aşka gelmiş, İran inkılâbından etkilenerek çalışmalarına hız katmıştı. İnkılâbın ardından geçen 34 yıl sonra bugün Arap dünyasındaki Müslüman halkların diktatörlere başkaldırısı, İmam Humeyni`nin ferasetini, yaptığı duanın kabul oluşunu da gösteriyor. Ancak Arap halkları direnişlerinin bölgeyi İslam Baharı`na çevireceğini beklediğimiz günümüzde İran`ın önemle üstünde durduğu küresel mezhepçilik kavramı, İran`ın diğer İslami camialarda bile izole olmasına sebep olurken, İmam Humeyni`nin Şii bir alim olmasına rağmen mezhepler üstü bakışından da ülkeyi uzaklaştırıyor.
 
Düşman Karşısında Sünni-Şii Birliği
İran`ın, Şii politikasını ön planda tutması her ne kadar ümmet çerçevesinde hareket eden Müslümanları rahatsız etse de, her şeye rağmen Amerika ve israil karşısındaki dik duruşu, Şii- Sünni tüm Müslümanları aynı safta birleştiren en önemli unsurlardan biridir. Özellikle İran`ın Filistin davasına verdiği destek takdire şayandır.
 
Suriye Çıkmazı
Bir diğer önemli konu ise, İran`ın Suriye konusundaki tavrıdır. Halkına yönelik yaptığı katliamlara rağmen Esad rejimine verdiği destek, İran`a bölgedeki stratejik çıkarları konusunda haklı da olsa, İslami çevrelerde bile bir nefret uyandırmıştır. Bir yılı aşan ve yaklaşık 50 bin civarında insanın hayatını kaybettiği Suriye`de iç savaş, ülkenin tüm dinamiklerini yerle bir ederken çevre İslam ülkeleri ve Müslümanları da ikiye bölmüş durumda. Tüm kesimler akıtılan kanın durmasında hem fikir. Ancak Esed rejiminin gitmesinden yana tavır ortaya koyan Türkiye`nin aksine İran ve Lübnan, bunun siyonist israil`le olan cephenin düşmesi anlamına geleceğini ve sonrasında sıranın kendilerine geleceğini belirterek Esed rejimine destek çıkmaları meseleyi kilitliyor.
 
Tam da burada Batılı haçlı işgal güçleri devreye giriyor. Batı`nın çok isteyip de bir türlü başaramadığı Şii-Sünni çatışmasının tüm İslam dünyasına yayılması planı, şu an için Suriye üzerinden yapılmak isteniyor. Ve bu planda başarı da sağlanmış gibi görünüyor ancak Allah`ın hesabı düşünülen bu oyunları boşa çıkaracaktır inşallah… Suriye`de 50 bin civarında insanın hayatını kaybettiği ve bir yılı aşan iç savaşa rağmen Batı`nın müdahale etmemesi; ancak Libya gibi Somali gibi ve Mali gibi İslam ülkelerinin sırf yeraltı ve yerüstü kaynakları için uluslar arası kamuoyunun olurunu bile beklemeden saldırı başlatılması, başka türlü izah edilemez.
 
Büyük Bir İmtihana Dönüştü
Suriye meselesi öyle bir çıkmaza dönüştü ki; Esed rejiminin zalimliği su götürmez bir gerçek. Ama Esed rejiminden kaçan askerlerce kurulan muhalif Özgür Suriye Ordusunun tutarsızlığı karşısında endişe etmemek de mümkün değil. Diğer yandan Suriye İhvan Hareketi`nin ülkedeki teşkilati yapısı ve gücünün zayıf olması, Esed sonrası yönetimde İhvan`ın ne derece nüfuza sahip olacağı konusunu da şimdiden sorgulatıyor. Ama her şeye rağmen takdir, gücü her şeye yeten kadir-i mutlak Allah`ındır. "O" nasıl dilerse öyle olur. Bu açıdan büyük bir imtihana dönüşen Suriye açmazında Müslümanların akl-î selim hareket ederek fevri davranışlardan uzak, ümmet profili çerçevesinde düşünerek hareket etmesinde büyük faydalar olacaktır.
 
Krizdeki Batıya Fırsat Doğdu
Suriye`ye her ne olursa olsun Batının müdahale etmemesi gerektiğini hassas tüm çevreler dillendirirken bilinmesi gereken önemli gerçekler de var ki, birincisi; batının müdahale edemeyecek kadar gücünün, girdiği ekonomik krizler dolayısıyla zayıfladığıdır. Ki Batı, bu güç ve refahı, işgal ettiği veya sömürdüğü İslam ülkelerinden alıyor. İkinci sebep de; Suriye meselesinde İslam ülkeleri ve Müslümanların geldiği nokta itibarı ile oluşan şartların tam da Batı`nın istediği tarzda gelişmesi. Müslümanların birbirine kırdırıldığı Suriye ortamı, Batıya başka İslam ülkelerindeki zenginlikleri hortumlama fırsatı verirken bu arada eski gücüne kavuşma olanağı da sağlayabilir.
 
Çözüm; Kur`an Ve Sünnet Çerçevesinde Bir Ümmet Olmaktır
Sonuç olarak; dünya üzerinde 2 milyara yakın Müslüman`ın yaşadığı tüm bölgelerde yaşanan tüm zulüm, katliam ve işgallere dur diyebilecek güce ulaşabilmenin yolu Müslümanlar olarak, bağlı bulunduğumuz mezheplerimizin ne olursa olsun ümmetçe hareket edebilecek birliğe ihtiyacımız olduğu gerçeğidir. Mezhebi farklılıklarımız biz Müslümanları birbirimizden ayırmamalı aksine İslam`ın zenginliğini idrak ettirmeli. Kur`an ve Sünnet çerçevesinde birleşen bir ümmet olarak kardeş olduğumuzu hatırlatmalı. Ancak bu şekilde ümmetçe bir diriliş sergilenebilir ve kanla beslenen işgalci batılı güçlerin karşısında dik durulabilir.
(Mehmet Özcan / İLKHA)