Van’da 54 sivil toplum kuruluşu tarafından oluşturulmuş olan Van Sivil Dayanışma İnisiyatifi (Van SDİ), dünyada ve Türkiye'de yaşanan güncel, ekonomik ve sosyal hayatla ilgili gelişme ve değişmelere dikkat çekerek, değerlendirmelerde bulundu.
Arvas, yaptığı değerlendirmede, dünyada ve ülkede meydana gelen gelişmeler ele alarak, yapılan yanlışlıklara dikkat çekti.
Covid-19 salgınının, küresel ekonomik krizi de tetikleyen fiili bir durum oluşturduğunu hatırlatan Arvas, "Sağlık sistemlerinin dayanıklılığı ile birlikte hâkim küresel siyasetin ideolojik argümanına dönüşen kapitalist ekonomi modelini de sorgulanır hale getirdi. Virüs bu noktada krize yol açan asıl sebep olarak değil, belki beklenen sistem krizini açığa çıkaran bir unsur oldu. Gelinen nokta itibariyle dünya servetinin yüzde 99’unun yüzde 1’lik bir kesim tarafından kontrol edilir hale gelmesi, mevcut sistemin insani ve ahlaki olmadığını tüm açıklığıyla gözler önüne sermiştir. Bu duruma paradan para kazanmayı esas alan yöntemi, üretim ve istihdamdan ziyade sistemin büyük oranda faizli ekonomik sistem neden olmuştur." dedi.
Arvas, "Birçok devlet ekonomik durgunlukla baş edebilmek için günü kurtaracak karşılıksız para basma işine girişmişlerdir. Sömürü ve emek hırsızlığıyla meşhur, mevcut ekonomi modelini pansuman tedbirlerle diri tutmak yerine sosyal adalet anlayışı ile hakça bölüşüm ve adil paylaşımın hedeflendiği, faiz ve rant yerine emek ve üretimin değer kazanacağı özgün modeller geliştirilmelidir. İslam ülkeleri, batının sömürü çarkını ayakta tutan Dünya Bankası, IMF ve DTÖ gibi kuruluşların kapitalist kuramları peşinden koşmak yerine sosyal adaleti emreden İslam’ın iktisat modelini hayata geçirerek bütün insanlığa çıkış yolunu göstermelidir." ifadelerini kullandı.
"Covid 19 salgını ile beraber iş dünyası da farklı bir sürece girdi"
Dünyayı etkisi altında alan Covid-19 pandemisinin risk ortamını da beraberinde getirdiğine dikkat çeken Arvas şöyle konuştu:
Yeni tip Coronavirus ’ün ortaya çıkmasıyla birlikte okulların tatil edildiği, seyahat kısıtlamalarının getirildiği, etkinliklerin iptal edildiği ve insanların mümkün olduğunca evde kalmaları konusunda uyarıldığı bir süreç içine girildi. Tüm bireylere ve kurumlara belirli sorumlulukların düştüğü bu süreçte iş dünyası da bazı zorluklarla karşı karşıya kaldı. Bu nedenle Coronavirus pandemisi sürecinde kurumların gerçekleştirdikleri kriz yönetimi ve kriz iletişimi önemli konular arasına girdi. İyi bir itibar, maddi varlıklardan bile daha değerlidir. Dolayısıyla, krizlerin itibar yıkıcı etkisi düşünüldüğünde, kriz yönetimi tüm kurumlar için önemlidir. Krizleri başarıyla atlatan kurumların itibar kazandığı, krizlerle iyi bir şekilde yüzleşemeyen kurumların ise itibarlarıyla birlikte tüm varlıklarını kaybedebildikleri geçmişte yüzlerce örnekle kanıtlanmıştır.
Pandemi ile beraber işsizliğin ülkenin en önemli sorunu haline geldiğini belirten Arvas, "Buna ilişkin bir çözüm üretilmezken insanların bankalara borçlanmasının teşvik edilmesini anlamak mümkün değildir. Açlık ve yoksulluk sınırı, temel gıda fiyatlarındaki artışlar nedeniyle yükselirken yoksulluk oranı da bu paralelde yükselmeye devam etmektedir. Ekonomi yönetiminin bu hususu gündemine alması gerekir. Bununla birlikte konut ve taşıt kredilerine yapılan teşvikleri ranta dönüştüren odaklara da fırsat verilmemelidir. Konut ve araç fiyatlarındaki artışlar için bir standart belirlenmeli ve fırsatçılığa engel olunmalıdır." dedi.
"Normalleşme sürecinde rehavet oluşmamalıdır"
Covid-19 salgınının ülkede geçirdiği 4 aydır süreçte ciddi anlamda etkisini gösterdiğini ifade eden Arvas, "Gelinen süreçte virüsün yayılım hızı, vaka sayısındaki düşüş ve hastalığın kontrol edilebilir aşamaya gelmesi sevindiricidir. Gösterilen özverinin ve ödenen bedellerin heba olmaması, salgının yeniden alevlenmemesi için normalleşme sürecinin doğru yürütülmesi çok önemlidir. Bu kapsamda ilk adım atıldı ve büyük oranda kısıtlamalar kaldırıldı. Atılan adımlar ve alınan mesafe elbette değerlidir. Bu noktaya toplum olarak tedbirlere uymakla geldik şüphesiz. Vatandaşlarımızın tedbirlere bir süre daha riayet etmesi, rehavete kapılmaması gerekir." şeklinde konuştu.
Salgın öncesi duruma dönüşün kısa vadede mümkün olmadığının anlaşıldığını ve bu süreçte tedbir ve destek paketleri noktasında da bir rehavetin oluşturulmaması gerektiğini belirten Arvas, yeni dönem uygulamaları ile toplumun sosyal ve ekonomik ihtiyaçlarının doğru tespit edilerek gerekli adımların zamanında atılmasının önemli olduğunu söyledi.
Arvas, yeni normal dönemde özellikle dar gelirli toplum kesimlerinde ve küçük esnafta ciddi ekonomik sıkıntıların baş göstermesinin muhtemel olduğunu söyleyerek, Bu kesimleri rahatlatacak alternatif çözüm yöntemlerinin geliştirilmesi gerektiğinin altını çizdi.
Arvas, "İl olarak Coronavirus ile mücadelede başta Van Valiliğimiz, İl Sağlık Müdürlüğümüz ve üniversite bünyesindeki hastaneler ve vefa sosyal destek grupları ile diğer kamu kurumları güzel ve başarılı bir mücadele süreci verdiler. Fakat gelinen noktada bir kısım vatandaşlarımız üzerlerine düşen sorumluluğu maalesef yerine getirmeyip örf, adet, gelenek ve göreneklerinden dolayı bu hassasiyete riayet etmediler. Halk olarak sağlık bakanlığının uyarıları dikkate alındığında sağlıklı günlerin daha yakın olacağı bilincinde olmalıyız." sözlerini kullandı.
"Sağlık sektöründeki çifte standart bitmelidir"
Sağlık çalışanları arasında adaletin sağlanması gerektiği söyleyen Arvas, "Covid-19 salgın sürecinde bazı aksaklıklar dışında ortaya konulan kriz yönetimi sağlık alanında gelinen nokta açısından önemlidir. Ancak bu seviyeye rağmen sağlık çalışanları içinde oluşturulan modern kast sistemini andıran uygulamalar halen devam etmektedir. Sağlık çalışanları arasında birden fazla statünün olması, aynı işi yapmalarına rağmen çalışanların farklı ücretler alması iş barışını ve sağlıkçılarımızın motivasyonlarını ciddi anlamda zedelemektedir. Salgın sürecinde ek ödemelerdeki iyileştirmelerin ciddi farklılıklarla çalışanlara yansıması, aynı birimde çalışanların bile birbirlerinden çok farklı ücretler alması, ek ödemelerin üç ay tavandan yatırılma sürecini gölgelemiştir." dedi.
Arvas, "Adil olmayan bu uygulama, geçmişte taşeron elemanı olarak görev yaparken, yasal düzenleme ile sürekli işçi statüsüne geçirilen temizlik, klinik destek (hasta bakıcı), veri kayıt ve güvenlik hizmeti çalışanlarını mağdur etmiştir. Sağlık hizmeti bir bütün olup, bu alanda görev yapan tüm çalışanlar yapının tamamlayıcı unsurlarıdır. Hizmet sunumunda bazı kesimleri küçümsemek, değersizleştirmek veya ötekileştirmek adil ve sosyal yönetim anlayışı ile bağdaşmaz. İşçi statüsündeki çalışanların mağduriyetlerinin giderilmesi sağlık hizmeti bütünlüğünün gereğidir. Bu anlamda mağdur edilen personeller için bir bütçe oluşturularak farklılığın giderilmesi adaletin gereğidir ve iş barışına hizmet edecektir. Unutulmamalıdır ki Sağlık işi bir ekip işidir." diye konuştu.
"Göçmenlere yönelik ırkçı tutum"
Covid-19 salgınının, ABD ve Avrupa’da zor şartlarda yaşamlarını sürdürmeye çalışan göçmenleri olumsuz etkilediğini ifade eden Arvas konuşmasının devamında şunları kaydetti:
ABD’de işsizlik yardımına başvuramayan kaçak göçmenler hastalığın yayılmasına sebep olacakları gerekçesiyle sınır dışı edilmek istenmektedir. Pandemik hastalık ile mücadelede göçmen doktorlar ön safta mücadele etmelerine karşın göçmenlere yönelik ırkçı tutum utanç verici boyutlardadır. Uluslararası kuruluşlar, göçmenlere yönelik kötü muamele ve ihmale karşı ivedilikle harekete geçmelidir. Göçmenlerin kayıt dışı olmaları, onların farklı ve insanlık dışı bir muameleye tabi tutulmalarına sebep teşkil etmemelidir. Başta gözetim merkezlerinde kötü şartlarda tutulan göçmenler olmak üzere sağlık hizmetlerinden mahrum herkes gerekli sağlık taramasından geçirilmeli, hastalığa yakalananlar tedavi edilmelidir. ABD’nin Minnesota eyaletinde polis tarafından gözaltına alınırken öldürülen siyahi George Floyd ırkçı politikalar yüzünde öldürülmüştür. Dünyanın farklı birçok bölgesinde milyonlarca insanı öldürme hakkını kendinde gören ABD kendi vatandaşı olan siyahileri de katletmeye devam etmektedir. Polislerin 2019 yılında binin üzerinde kişiyi vurarak öldürdüğü ABD’de özellikle siyahiler hedef alınmaktadır. ABD güvenlik güçlerinin siyahilere yönelik katliamlarına rağmen güvenlik politikasında reforma gidilmemesi, ırkçı politikaların yönetim tarafından desteklendiğini ortaya koymaktadır. Barbarlığı ve katliamları düstur edinen ABD’ye karşı insanlığın ve dünyanın sesi daha gür çıkmalıdır.
"İstanbul Sözleşmesi ve uyum yasaları acilen lağvedilmelidir"
Türkiye’de uzun süredir cinsel sapıklıkları teşvik edici faaliyetlerin yürütüldüğüne dikkat çeken Arvas, bu tür faaliyetlerin batı ülkelerinin sağladığı ciddi fonlarla desteklendiğinin de sır olmadığını belirterek, en son Diyanet İşleri Başkanı’nın şahsı üzerinden, okuduğu hutbe bahane edilerek doğrudan İslam’a saldırmaya cüret edilmesinin durumun vardığı boyutların vahametini gözler önüne serdiğini ifade etti.
İktidar partisinin, bazı baro idarecilerinin inanç ve ahlaki değerlerimize hakaret ve düşmanlıklarına karşı ortaya koyduğu tepkinin, hakaret ve düşmanlıklarının bu raddeye ulaşmasındaki sorumluluğunu örtemeyeceği dile getiren Arvas, hükümetin içine düştüğü bu çelişkili durumdan bir an önce kurtulması gerektiğini söyledi.
Arvas; "Sapıklığı özendirici faaliyetlerin bu denli siyasi, ekonomik ve sosyal destek bulması, netice itibariyle İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı kanun başta olmak üzere mevzuatta bu ve benzeri sözleşmeler gereği yapılan yasal düzenlemelerin oluşturduğu imkân ve dokunulmazlık sayesinde olmuştur. Bu noktadan sonra hükümetin sorumluluğu milletimizin inancına, ahlakına, örfüne ve aile yapısına taban tabana zıt bu sözleşmenin altına attığı imzasını çekmek ve uzantısı yasalardan bir an önce milleti kurtarmaktır. Bu yönde atılacak bir adım, aynı zamanda hükümet açısından içerisine düşülen çelişkiyi de bertaraf edecektir." şeklinde ifade etti.
"Toplumsal yapımızda derin yaralar açan diziler"
Gençlerin ahlakını bozan ve aile kavramına savaş açmış dizi ve filmlere muhakkak engel olunması gerektiğinin altını çizen Arvas şunları söyledi:
"Türkiye’de ahlaki ve kültürel değerlerimizi aşındıran dizi ve filmlerin sayısı her geçen gün artmaktadır. Planlı ve sistematik bir şekilde ahlaksızlık virüsünün topluma bulaştırılmaya çalışıldığını ve bu yapımların büyük bir sitayişle reklam edildiğini üzülerek müşahede etmekteyiz. Bu diziler üzerinden toplum mühendisliği yapıldığı açıktır. Temelinde ahlaksızlık bulunan bir kültürsüzlük dayatan bu diziler onarılması güç toplumsal tahribatlara yol açmaktadırlar. Evlilik dışı çarpık ilişkiler ve cinsel sapkınlıkları normalleştirmeye çalışan ve gençliği şiddet sarmalına iten bu film platformları ile televizyon dizileri üzerinde etkili bir denetim mekanizmamız yoktur. RTÜK’ün söz konusu dizi ve platformları sembolik maddi cezalarla denetlemesi mümkün değildir."
Her türlü sapkınlığın sanat adı altında icra edildiği yapımlardan hükümetin ve RTÜK’ün birinci derecede sorumlu olduğunu dile getiren Arvas, "RTÜK’ün mevzuatının değiştirilmesi dâhil bu diziler hakkında her türlü caydırıcı tedbir ivedilikle alınarak aile kültürümüzün ve manevi değerlerimizin tahrip edilmesinin önüne geçilmelidir. Diğer taraftan sinema, dizi ve diğer görsel sanat sektörünün inanç, kültür ve değerlerimizle barıştırılmasına şiddetle ihtiyaç vardır. Topluma karşı sorumluluk hisseden bütün yapımcı, yönetmen, senarist ve oyuncularımıza toplumumuzu medeniyet kökleri ile buluşturacak, erdemli bir neslin yetiştirilmesine katkıda bulunacak yapımlar üretmeleri çağrısında bulunuyoruz." dedi.
"Gençlik bir hayal olarak kalmasın"
"Toplumumuzda gençliğin adının yaşanan şiddet olayları ile anılması çok acı bir durumdur." diyen Arvas, "Toplumun ilerleyişini sanayi, askeri ve teknoloji hamleleri gibi maddi yönlerden ele alıp manevi kazanımlarımızı es geçmek maalesef bugün bizi ihmal ettiğimiz gençliğin açtığı yeni yaraları konuşmak zorunda bırakıyor. Televizyon dizilerinde racon kesip adalet dağıtan ağır abilerin, sansürlenmeden verilen uzun çatışma ve cinayet sahneleriyle mafya babaları, gençlerimize rol model olarak sunulmaktadır. Bu karakterlere özenen gençlerde adalet duygusu zedelenmekte, şiddet, cinayet ve düşmanca tavırlar gelişmektedir. Acilen bir tedbir alınmaması halinde ideal gençlik misyonundan uzak, manevi ve ahlaki bilinçten yoksun gençlerin sayısı her gün biraz daha artacaktır." ifadelerinde bulundu.
Arvas; "Medeniyetimizin bize miras bıraktığı erdem, iyilik ve güzellik olgularının neslimiz üzerinde etkisinin gittikçe azaldığını görmek, geleceğimiz ile ilgili derin endişeler uyandırmaktadır. Gençliğin anne-baba, toplum ve hatta diğer canlılarla iyilik, güzellik, yardımlaşma, paylaşma ve hoşgörü üzerine olması gereken ilişkileri bugün bencillik, çekişme, kin ve nefret üzerine şekillendirilmeye çalışılmaktadır. Gençliğin kimlik ve kişilik bunalımına sürüklenme tehlikesi ile yüzleşip tedbir almak; onları çağın manevi hastalıklarının pençesine ve medya iletişim araçlarının insafına terk etmek yerine, değerlerimiz ile barışık bir eğitim sisteminin çatısı altında, onlara kişilik ve kimlik kazandırmak, geleceğimiz açısından teknolojik hamlelerden önce gelmelidir. Unutulmamalıdır ki aydınlık bir geleceğin habercisi göz aydınlığı bir gençlik, erdem, güzellik ve iyilik gibi insani hasletler ile yetişmiş gençliktir. Yazarın dediği gibi "Şehri imar ederken nesli ihya etmeyi ihmal ederseniz ihmal ettiğiniz nesil imar ettiğiniz şehri tahrip eder." şeklinde konuştu.
"Kutsal mekânların saygınlığı turizme feda edilmemelidir"
Camilerin ve kutsal mekanların maneviyatına zarar verecek tutum ve davranışlardan kaçınılması gerektiğine dikkat çeken Arvas; "Diyarbakır Ulu Camii müdavimi Ramazan Pişkin’in mahkeme kararıyla akıl hastanesine yatırılmasının sosyal medyada yoğun tepki alması üzerine Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı yaptığı açıklamada; mahkeme kararının mezkûr şahsın Ulu Cami’ye giren kadının kıyafetinin ibadethane adabına uymadığı yönündeki uyarısıyla başlayan dava sürecinin bir sonucu olduğunu belirtti. Sonrasında şahıs hakkındaki işlem iptal edilerek mağduriyet sonlandırılmış olsa da bu mesele, camiler ve Müslüman şahsiyetlerin türbelerine yönelik uzun zamandır var olan sosyal bir yaranın gün yüzüne çıkmasına vesile oldu." dedi.
Ülkemizdeki camilerin önemli bir kısmının, kadim bir kültürü yansıtmaları itibarıyla hem inanç turizmi, hem de tarihi ve kültürel turizm açısından yoğun ilgi gördüklerini hatırlatan Arvas; "Peygamberlerin makamları, sahabe ve evliyaların türbeleri de inanç turizmi kapsamında teveccühe mazhar olan yerlerdendirler. Fakat maalesef ziyaret sırasında bu mekânların saygınlıklarının bazı ziyaretçiler tarafından ihlal edildiği sıkça görülmektedir. İslam’ın 5’inci Harem-i Şerifi olan Diyarbakır Ulu Camii, Eğil Peygamber Makamları, Şanlıurfa Peygamber Makamları, Diyarbakır’da metfun 27 Şehit Sahabe türbesi, İstanbul Eyüp Sultan Camii ve Türbesi, Ayasofya Camii, Cizre Hz. Nuh Türbesi, Konya Mevlâna Camii ve türbesi gibi önemli örnekleri sayılabilecek mekânlara yapılan ziyaretlerin, mekânların saygınlıklarına yakışır bir şekilde gerçekleştirilmesi sağlanmalıdır. Bu mekânların saygınlığını turizme feda etmeden de inanç ve tarih turizminin devamı sağlanabilir. Bu anlamda Diyanet İşleri Başkanlığı ile Kültür ve Turizm Bakanlığını göreve çağırıyoruz." diye konuştu.
"Ülkemizdeki kan davalarının sebepleri"
Cahiliye devri adetlerinden ve Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Vesellem) tarafından lanetlenen kan davalarının günümüz insanları tarafından halen sürdürüldüğünü hatırlatan Arvas konuşmalarına şöyle devam etti:
"Yüzyılların toplumsal hastalığı olan kan davası, Peygamber Efendimizin Veda Hutbesinde lanetlemesine rağmen, çağdaş bir cahiliye adeti olarak maalesef günümüzde de sürdürülüyor. Hala insanın insanı acımadan öldürdüğü, sırf aynı kanı taşıdığı için masum insanların dahi katledildiği günümüzde, dini ve manevi eğitime ağırlık verilerek insanlara kan davasının dini boyutunun anlatılması gerekiyor. Geçmiş yıllarda genellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yaşanan, kan davası son yıllarda ülke genelinde yaşanan sosyal değişikliklere rağmen halen büyük sorun olmaya devam ediyor. Çevre baskısı nedeniyle kan davasını yürütmek zorunda kalan aile bireyleri, kan davasından kaçmak için başka kentlere göç ediyor. Kan davalı ailelere mensup erkekler cinayet işlediği için cezaevine girerken, yakınları ise aynı aileye mensup olmaları nedeniyle ölüm korkusu yaşıyor. Kan davalılarıyla karşılaşmamak veya kurulacak pusulara düşmemek için adeta evlerinde hapis kalan aile üyeleri, büyük sıkıntı yaşıyor. Kadınlar dul, çocuklar ise yetim kalıyor. Annelerin yüreği yangın yerine dönüyor. Bu kan davalarının bitirilmesi için başta âlimler, kanaat önderleri ve yöneticiler olmak üzere toplumun tüm katmanlarının İslami ve insani sorumluluklarını yerine getirmeleri ve ellerinden gelen tüm çabayı ortaya koymaları gerekir." (İLKHA)