Asra ve zamana yemin etmiştir Allah-ü Teâla(Celle Celeluhu). Eskimeyene, kıymeti zamanla anlaşılacak olana, zaman ihtiyarladıkça hakikati gençleşene… Bir yıllık ürün bekleyenlerin hesap edeceği denli küçük değildi zira ulu çınar ağaçları. Rahmet yağmurlarıyla sulanmış toprağı eşmek gerekti, ter gerekti, emek demekti, zahmet gerekti, sabır gerekti, beklemek gerekti, zaman gerekti. Ve bunlardan da öte, meşakkatlere katlanacak yürek gerekti. Dağları paramparça edecek denli sorumluluğu yüklenecek bir yürek…
Nice nebiler, veliler, âlimler, şehitler geçti; bu yolda ilerleyeceklere rehber olmak için. Çerağ olup yandı o yürekler, ardından gelenlerin yolunu aydınlatmak için. Belki de kışta geldiler, bir cemre olup baharı müjdeleyerek ayrıldılar aramızdan, öylece. Ve Allah, her devirde, her asırda bu denli büyük müçtehit, bedi’ ve mürşitler göndermeye devam etti. Bu çağa nasip ettiklerinden biri de: Üstâd Bediüzzaman Said Nursi…
Üstad, birçok alanda bizlere saymakla bitirilemeyecek çok büyük önderlikler sundu. İlmiyle, ferasetiyle, yalnız hazirunu değil, nesl-i âtîyi de düşünen hamiyeti, kucaklayıcılığı, ileri görüşü, yapıcı tutumuyla… “İman, insanı insan eder. Belki de sultan eder. Hakiki manada bir imana sahip olan kimse, cihana meydan okur.” düsturunu hayatının her anında ispat etmesiyle… Her suale cevap verebilecek ve hiçbir soru sormayacak denli, hem dine hem fenne, hem dünyaya hem ahirete fayda sağlayacak ilimleri aslında ve müfredatında deruhte etmesiyle…
Geleceğin en büyük tehlikesini, Materyalizmi önceden sezinleyip, Kur’an’ın sönmez ve söndürülemez büyük nurundan kuvvetle yazdığı Risale-i Nur’larıyla… Belaların en şiddetli olduğu ahir zaman devrinde çarenin, sünnet-i Resulullah’a(Sallallahu Aleyhi Vesellem) tutunmak olduğu hakikatini hayatına tatbikiyle… Hakikatin susmaması adına eğilip bükülmeden ödediği bedelleri, insanüstü cehd-u gayretiyle… Dünyada yaşadığı halde dünyayı yaşamayan, hatta cemiyetin felahını görmek adına cenneti dahi ikinci plana atan şumullü bir i’sar ruhuyla…
Zalimlerin işkence, sürgün ve tazyiklerine karşı yılmaz ve şedit olduğu kadar, kardeşlerine karşı müşfik ve rikkatli muamelesiyle… İhlasın, tevekkülün, izzetin, uhuvvetin, ilmin, hizmetin ve himmetin en uç noktasında durması ve bu yönde güzel örneklikler barındırmasıyla…
Velhasıl, her bir özelliğiyle Said-i Nursi, asrın müceddidi, gönüllerin sevdiği, zamanın en gür sesi ve Üstâd Bediüzzaman’ı olmaya layıktır. Bu makamı, bizim gibi nakıs ilmiyle ona gönülden bağlanan şakirdleri değil, onun devrinin ve bu zamana değin ehl-i ilmin büyük âlimlerinden aldığını da bilmemiz gerekir.
Üstâd’ın hayatını, Risale-i Nur’u, Nur Cemaatini ve dönemi ele alan birçok eser vardır. Okuduğum, okumadığım, inşallah okuyacağım her bir eser, münbit bir topraktan hâsıl olan nadide mahsullerdir. Bu yazımda ele aldığım eser ise, Muhammed Şakir’in üç cilt halinde yazdığı Üstâd Bediüzzaman Said Nursî eseridir. Yazar Muhammed Şakir de 28 yılı aşan bir süredir Yusuf-i medresede olmasıyla elbette varisi olduğu Üstadı anlatma imkân ve liyakatini hak etmektedir. Eserde dikkatimizi çeken önemli detaylar var. Dilerseniz bunlara değinelim.
Üstâdın hayatı ve eserlerinin çoğu, Medrese-i Yusufiye ile meczolmuş haldedir. Üstâd’ın hayatını, mücadelesini ve eserlerini konu edinen varis yazarın da, eserini Medrese-i Yusufiye ortamında yazması, eserin iklimi belirleyen en önemli özelliği olsa gerek. Zira bildiğini değil, yaşadığını daha iyi hissettirir insan. Muhabbet, ispat, ispat da bedel ister. Bedeli ödenmiş hakikatler, en gür sedayla muhatabın kalbinde yankılanır.
Eserde dikkat çeken ikinci husus da, yazarın Üstâd’ı ele alırken yaşadığı dönemi ve tarihi de es geçmemesi; Osmanlı’nın son devirleri, Milli Mücadele ve tek parti devrinde yaşananları da harmanlayarak vermiş olmasıdır. Bu, meselelere biraz daha geniş bir perspektiften bakmamızı, Üstâd’ın hangi koşullar altında eserlerini meydana getirdiğini ve Risale-i Nurlarda daha önce üstünkörü okuyup geçtiğimiz bölümlerden sosyal ve siyasal çıkarımlarda bulunmamızı sağlıyor.
Yazarın dikkat çektiği üçüncü husus ise, Üstâd’ın her gittiği yerde insanları etrafında toplamasında, onda var olan ünsiyet kuvvetinin yanında, teşkilatçı yapısının da etkili olmasıdır. Allah’a tevekkülün yanında sebeplere sarılmanın ve doğru anda, doğru yerde, doğru kişilerle, doğru işi yapmanın önemine dikkatleri çekiyor. Yazar, eserin birçok bölümünde bunlardan demetler sunmayı ihmal etmiyor.
Yazmak nasib olursa, gelecek bölümde kitabın birinci cildiyle alakalı aldığım notları paylaşmaya çalışacağım. Allah’a emanetle…
Selam ve dua ile…
Abdullah Yıldız