Doğruhaber / Abdullah AYYILDIZ
2.
Beni, kamışlıktan kestikleri an,
Kadın erkek, inledi feryadımdan.
Sazlıkta bir kamıştır, önceki hali. Özü suyla, başı rüzgârla mezc olmuş halde. Cennet misal... Sonra alırlar onu ve keserler, kabuklarını soyarlar. Özünden de kopar, başından da… Ya yakar ya da güneş altında bekletirler ki fazlalıklarından arınsın. Sonra da içine delikler açar, demir halkalar yerleştirirler, ilim-edeple dolsun deyu. Ve arif bir kimse alır ve üfler neye. Ve o an bir hu nefesi çıkar neyden, haşyetle. Ama herkes anlamaz onu. Bazıları hikâyesinden haberdar… Mâsivâ muhabbetinin idrakine varanlar, hemdert olanlardı onlar. Bazıları bihaberlerdi neyin âşık olduğu sahadan, bu sebeple feryat ettiler. Feryatları henüz mâsivâdan kopamayışın saç baş yoldurtan pişmanlığıydı zira. Âşık olamıyorsa insan, en azından âşıklara muhabbet etsin ki, onun rahmetiyle belki felaha ere. Peki, amaç nedir? Amaç, evvelki hale, cesed hududunun içine sığmadığı deme, sükûn haline tekrar erişmektir.
3.
Geçmek için, aşk derdinin şerhine,
İsterim; hicranla yanmış bir sîne.
Âşıklık namına yakışan, yanmaktır, kolsuz kanatsız kalmaktır. Şerha şerha yarılınca içi, perişanlığa adım atar. Perişanlığın menziline giren, aşk kanadıyla uçar. Kulak asmaz o vakit, ağyarın dediklerine. Hiçbir şey korkutmaz onu gayrı. Zira “Ölmeden önce ölün!” sırrınca fenafillah olan, dünyevi metaın kölesi olmaz. Zira bilir ki Rabbinin vechine dayanmayan her şey fanidir. Ney de öyle bir vaziyette dost arar kendine. Damdan düşenin halini, ancak damdan düşen anlar. Aşk ile mezc olmuş derviş ister bu sebeple; yanmış, kurumuş, ciğerleri yarılmış ney. Bu sebeple zikrullâhın en derini, seher vaktindedir. Gönlün şerha şerha yarıldığı dem… Peki, neyin sedasıdır bu, niye yanar sine?
4.
Asıl yurdundan uzak düşen biri,
Kavuşma zamanını bekler, geri
Acılar, gurbetler, ayrılıklar ve dahi çilelerin en büyüğünü yaşayan kişi değil miydi Allah Resulü aleyhi selam… Hatırlayıverelim bir kere; babasından garip doğdu, annesine doyamadan ayrılık gamı girdi araya, dedesiyle de tam hasbihal edemedi. Evlendi, erkek çocuklarının mürüvvetini göremedi, kader hep kız çocuklarının ızdırâbını izhar etti O'na. Memleketi Mekke’den ay(ı)rıldı, habis ruhlar sebebiyle. Her dem vuslatı içinde sakladı.
Ya biz?.. Çeşitli dertlerle sınanıyorken insanlık; özlediği sükûneti, sâfiyeti, güzelliği aramıyor mu? Her arayan bulamaz. Lakin bulanlar, hep arayışın, vuslatın derdine düşenlerdir. Arıyorsak bir amacımız olmalı değil mi? Zira vuslatı hedef edinmeden gidersek, her rüzgâra kapılan yaprağa döneriz. Bu sebeple yol da mühimdir, yâren de, maksad da. Kişiyi Hakka çağıran vesileler edinmeli insan, kemali arzu ediyorsa. Namaz, oruç, hac, zekât, ezkâr, evrâd, Allah dostlarına muhabbet, ila ahir… Her hayrın peşine düşmeli; kurbiyete, vuslata muhabbetin nişanesi olarak. Gaye Rabbe kavuşmak, vuslata erişmek olmalı. Peki, Rabbimize vuslata giden yolda, yolu kolaylaştırıcı kimdir? Bunu Rabbimize sorarsak cevap belli: Yolumuzun rehberi, Naim kulların Serveri, Hâtem-ül Enbiyâ, Hazreti Muhammed Mustafa (Sallallahu Aleyhi Vesellem)… Bu hakikati Ahzab Suresi 21. Ayette “Gerçek şu ki, Allah'ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah'ı çokça ananlar için, Allah'ın peygamberinde, güzel örnekler vardır.” Buyuruyor, Allah-ü Azîmuşşân. Hz. Mevlânâ da: “Ben yaşadığım müddetçe Kur'an'ın kölesi ve Hz. Muhammed Mustafa'nın(Sallallahu Aleyhi Vesellem) ayağının tozuyum.” der bir beytinde… Öyleyse yolumuzu Resulullâh'ın(Sallallahu Aleyhi Vesellem) yoluyla birlemeli; Üstad Bediüzzaman’ın o latif ifadesiyle, Kevser-i Kur’anî’den süzülen tatlı, büyük bir havuzu kazanmak için, bir buz parçası nevindeki şahsiyetimizi ve enâniyetimizi, o havuz içinde eritmeliyiz.
Rabbim bizleri, hakikat yolunda fena bulan ve aşkın ateşiyle yanmayı en büyük murâdı eyleyen naim kullarından eylesin! -SON-