Uzmanlar, Covid-19’da bilgi kirliliğinin olumsuz etkilerine dikkat çekti

Gaziantep Sanko Üniversitesi Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı Öğretim Üyesi Dr. Halil İbrahim Öztürk, Coronavirus salgınında bilgi kirliliğinin, “felaketleştirme” eğilimini körüklediğini söyledi.

Ekleme: 05.04.2020 16:55:04 / Güncelleme: 05.04.2020 17:05:36 / Güncel / Gaziantep Haberleri
Destek için 

Yeni tip Coronavirus salgının kaynağı, bulaşma şekli, hastalığın seyri, tedavisi ve alınacak önlemler gibi konularda her geçen gün toplum bilgisinin daha da arttığını belirten Öztürk, ancak maruz kalınan bilgi kirliliğinin “felaketleştirme” eğilimini körüklediğine vurgu yaparak, bu durumun korku, kaygı, kızgınlık gibi herkes için evrensel duyguları açığa çıkardığına dikkat çekti.

Coronavirus salgınının hem bireysel hem de toplumsal düzeyde düşünce, duygu ve davranışlarda bir dizi değişikliklere de yol açtığını belirten Öztürk, “Hali hazırda bu yeni tehdit karşısında olması gereken bu değişimler, bir düzeye kadar amaca hizmet edip yeni durum karşısında uyumumuzu artırırken, aşırılıkları ise tam tersi zararlar vermeye başlıyor.” dedi.

Birbirleriyle iç içe geçen birbirine yakın olan kaygı, korku ve fobi terimleri arasında bazı farklılıklar bulunduğunu anlatan Öztürk, “Korku; bilinen, dış odaklı, belirli bir tehdide karşı gelişen duygusal bir yanıttır. Kaygı; bilinmeyen, belirsiz ya da çatışmalı tehdide karşı bir yanıttır, daha çok gelecekteki bir tehdidin beklentisidir. Fobi; bir nesne ya da durum karşısında ortaya çıkan aşırı korku ve bu korkuya ikincil olarak gelişen ısrarlı bir kaçınma davranışıdır. Korkudan farkı gerçek durumla orantısız biçimde aşırılığıdır. Örneğin bir gezintiye çıktığınızı düşünelim. Bu gezinti sırasında üzerinize koşarak gelen saldırgan bir köpek karşısında verdiğimiz tepki korkudur ve bu durum kendimizi korumamızı sağlar, tümüyle işlevseldir, bizi hayatta tutar. Hayat hepimiz için bir gezinti ve önümüze yeni Coronavirus salgını çıktı. Üstelik oldukça eşitlikçi bir salgın, hiçbir ayırımı yapmıyor. Yalnız değilsiniz.” şeklinde konuştu.

“Kaygı; kişinin tehditlerini engellemek ve azaltmak için gerekli önlemleri almasını sağlar”

Virüs salgını karşısında kaygı ve belki de korku duymanın doğal ve insani tepkiler olduğunu anımsatan Öztürk, “Hepimiz kaygı yaşarız. Kaygı kişinin tehditleri engellemek ve tehditlerin sonuçlarını azaltmak için gerekli önlemleri almasını sağlar. Dolayısıyla da bu salgında kaygılanmamız ve altı çizilen kurallara riayet etmemiz riski hem bireysel hem de toplumsal düzeyde azaltacaktır.” diye konuştu.

“Yardım almak için çekinmeyin”

Öztürk, yapıcı kaygının bir tehdit beklentisi ya da belirsizlik durumlarında yaşandığına, farkındalığı ve tedbirleri artıracağına işaret ederek, şunları söyledi:

“Yıkıcı ya da patolojik kaygı ise belirsizliğe tahammülsüzlük ve belirsizliği felaketleştirme gibi işlevsiz yorumlama durumlarında kendini gösterir, yaşamımızı olumsuz etkiler. Kaygı, tehdit beklentisine karşı orantısız biçimde güçlüyse, uzun süre devam ediyorsa, kişiyi aşırı derecede rahatsız ediyor ve günlük hayattaki işlevlerini yerine getirmesini engelliyorsa bir bozukluk olarak ele alınmalıdır ve tedaviyi gerektirir. Coronavirus salgını özelinde sürekli haber kaynaklarını takip ediyor, ellerinizi kozmetik sorunlara varacak sıklıkta yıkıyor, tekrar tekrar ateşinizi kontrol ediyorsanız, her öksürdüğünüzde de zihninize otomatik biçimde ‘kesin hasta oldum’ düşüncesi geliyor, umutsuzluğa kapılıyorsanız, günün büyük kısmını kaygı, keyifsizlik, sinirlilik gibi olumsuz duygularla geçiriyorsanız, bedeninizde de stresin olumsuz etkilerini hissediyorsanız ve bu durum günlük hayattaki rollerinize bile engel olacak boyuta gelmişse yardım almak için çekinmeyin.”

“Bazı kişiler biyolojik olarak kaygılanmaya yatkın mizaca sahip olabilirler”

Öztürk, “Genel olarak polikliniğimize başvuranlardan oldukça sık duyduğumuz bir etiketleme türü ‘ben zayıf biriyim’ şeklindedir. Bu etiketlemeyi Coronavirus salgınında ruhsal olarak daha olumsuz etkilenen ve salgın tehdidini bireysel olarak yönetmekte zorlanan kişilerden de duyar hale geldik. Bir olayın stres etkeni olarak algılanıp algılanmaması, olayın doğasına, kişinin kaynaklarına, psikolojik savunmalarına ve başa çıkma mekanizmaları gibi farklı etkenlere bağlıdır. Bazı kişiler biyolojik olarak kaygılanmaya yatkın mizaca sahip olabilirler. Erken çocukluk çağlarından itibaren yaşadıkları, sadece kendi hayatlarından değil diğer insanların hayatlarından da öğrendikleri, belki de geçmiş travmaları onları kaygılanmaya yatkın kişiler haline getirmiş olabilir. Bu durumu zayıflıktan ziyade duyarlılık ya da yatkınlık olarak tanımlamak daha gerçekçi olacaktır.” dedi.

“Bu salgında da yine bilgi kirliliği bombardımanına maruz kalıyoruz”

Bilgi kirliliğinin ruh sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerine değinen Öztürk, şöyle konuştu:

“Dijital çağın önemli sorunu haline gelen bilgi kirliliğinin bu global krizde olmaması şaşırtıcı olacaktı ama maalesef şaşırmadık. Bu salgında yine bilgi kirliliği bombardımanına maruz kalıyoruz. Bu durum hem bireysel olarak hem de toplumsal olarak süreci yönetmemizi olumsuz etkiliyor. Resmi ve güvenilir kaynaklardan teyit edilmeyen sansasyonel bilgilere bir şekilde kaçınılmaz olarak maruz kaldığımızda en azından bunun yayılmasına aracılık etmemek yapılması gereken en basit ve doğru tutum olacaktır. Sağlık Bakanlığınca yapmamız ve yapmamamız gerekenler konusunda yeterli düzeyde aydınlatıldığımıza inanıyorum. Bu tedbirleri önemseyip özen göstermek yapıcı kaygının ürünüdür. Hem fiziksel hem de ruhsal sağlığımıza olumlu etki ederek bu krizden en az zararla çıkmamızı sağlayacaktır. Bu tedbirlerin ötesinde aşırı çabalar, ek tıbbi katkı sağlamadığı gibi patolojik kaygımızı beslemekten ve ruh sağlığımızı bozmaktan başka bir işe de yaramayacaktır.”

“Bu süreç bir ötekine muhtaç olduğumuzu anlamamıza yardımcı olabilir”

“Belki bu salgın bizlere bir şeyleri anımsatmaya vesile olabilir ya da bu krizden öğrenmemiz gereken yeni şeyler var.” diyen Öztürk, “Mesela gezegende sadece insanoğlunun var olmadığını hatırlatıyor olabilir. Uzun zamandır sarılmayı unuttuğumuz, bu günlerde ise zorunlu olarak uzak durduğumuz aile büyüklerimizi ya da hastalığı olan riskli yakınlarımızın kıymetini anımsatıyor olabilir. Teknolojik cihazlarla iletişime geçmenin bağ kurmak olmadığını, sağlık çalışanlarıyla aynı safta yer aldığımızı ve bir ötekine muhtaç olduğumuzu anlamamıza yardımcı olabilir.” diye konuştu.

“Umut duygusunu koruyun ve olumlu düşünmeyi sürdürün”

Türkiye Psikiyatri Derneği’nin Coronavirus salgını ile ilgili önerilerine değinen Öztürk, sözlerini şöyle tamamladı:

“Covid-19’la ilgili medya yayınlarına gereğinden fazla maruz kalmaktan kaçının. Bedeninize iyi bakın. Sağlıklı, dengeli yemekler yemeye çalışın, düzenli egzersiz yapın ve bolca uyuyun. Rahatlamak için de zaman ayırın ve yoğun duyguların geçeceğini kendinize hatırlatın. Haberleri izlemeye, okumaya ya da dinlemeye mola verin. Tekrarlayan biçimde krizi duymak, görüntüleri görmek üzücü olabilir. Normal yaşamınıza dönmek için hoşlandığınız diğer bazı etkinlikleri yapmaya çalışın. Diğer kişilerle de bağlantı kurun. Endişelerinizi ve nasıl hissettiğinizi bir arkadaşınız ya da aile üyenizle paylaşın. Sağlıklı ilişkileri sürdürün. Umut duygusunu koruyun ve olumlu düşünmeyi sürdürün.”(İLKHA)