Rapor, Dr. Murat Yılmaz, Dr. Nergis Dama ve Dr. Arda Akçiçek koordinatörlüğünde hazırlandı. Raporda, sığınmacıların temel haklarının gasp edilerek, şiddete maruz kaldıkları ifade edildi.
Memur-Sen Genel Başkanı Ali Yalçın tarafından kamuoyuyla paylaşıldı. Yalçın, Türkiye’nin farklı zaman aralıklarında sosyal, ekonomik ve politik sebeplere bağlı olarak uluslararası göçün merkezlerinden birisi olduğunu belirtti.
"AB göç hareketliliğini Türkiye’ye hapsederek çözmeyi umuyor"
Yalçın, Suriye’deki insani drama karşı AB’nin tutumuna dikkat çekerek, “Suriye’deki insani dram karşısındaki pozisyonun göç hareketliliğini yalnızca Türkiye’ye hapsederek çözüm geliştiren AB ülkeleri ise göçmenlerin ekonomik ve sosyal maliyetin artması sonrasında Türkiye’nin aldığı sınır kapısını açma kararı karşısında insani değerlerle bağdaşmayan şiddeti araç olarak kullanan çözümlere başvurmuşlardır.” diye konuştu.
Çalışmanın içeriğiyle ilgili de bilgi veren Yalçın, “Bu çalışmada, Avrupa’ya geçme hakkı olan göçmenlerin Edirne’de Pazarkule ve İpsala sınırı kapılarında karşılaştıkları deneyimler araştırılmış, göçmenlere yönelik davranışın Türkiye ve AB açısından nasıl farklılaştığı göçmen tecrübelerine göre betimlenmiştir. Göçmenlerin Avrupa ülkelerine gidiş motivasyonunu belirleyen etkenler, sürecin nasıl şekilleneceğine dair yol gösterici niteliğindedir. Pazarkule’de ve civar köylerde süren bekleyiş ve sınırı geçme denemelerinin süresi ve devamlılığı, göçmenlerin cinsiyet, aile refakatinin olması, maddi yeterlik ve asgari ihtiyaçların karşılanmasına göre şekillenecektir. Suriye’deki insani krizin çözümüne odaklanmak yerine, AB ülkelerinin sınırlarını koruma telaşı ise Türkiye ve AB ülkelerinin göçmenlere yönelik yaklaşımındaki başlıca farkı oluşturmaktadır. Bunun yanı sıra, Türkiye’nin göç politikasını insan onurunu ve insan haklarını merkeze alarak uygulaması, göç politikalarında Türkiye kriterlerinin konuşulacağı bir dönemin başlangıcıdır.” ifadelerini kullandı.
Araştırmaların 6 Mart 2020 – 8 Mart 2020 tarihlerinde Edirne il merkezi, Pazarkule ve İpsala sınır kapıları bölgeleri ve Yunanistan – Türkiye sınırında bulunan Yenikarpuzlu, Sarıcaali, Doygar ve Elçili köylerinde yürütüldüğünü sözlerine ekleyen Yalçın, birebir görüşmelerle 66’sı erkek, 14’ü kadın olmak üzere 90 katılımcıyla da mülakat gerçekleştirildiğini ifade etti.
Raporda, Türkiye ve AB’nin göçmen politikalarındaki farkına da atıfta bulunulduğunu vurgulayan Yalçın, göçmenlerin Türkiye’de ekonomik ve kültürel olarak zorluk yaşamalarına rağmen hem toplum hem de devletin yaklaşımının merhametli ama sistemli olduğunun öne çıktığını, Yunanistan’ın ise AB’nin desteğiyle uyguladığı şiddetin göçmenlerin AB ile kodladığı kavramları değiştirdiğinin gözlemlendiğini aktardı.
“Şiddet politikaları göçmenlerde öfkeyi artırıyor”
Yalçın şöyle devam etti:
“Geçişe izin verilmemesinin yasal bir zemini olmamasına rağmen, sürecin geçişlere izin vermemekle kalmayarak insan onurunu aşağılayan uygulamalarla ilerlemesi, göçmenlerde çaresizlikle birlikte öfkeyi de arttırmaktadır. Göçmenlerin üzerindeki kıyafetlerin çıkarılması, tüm nakit para ve telefonlarına el koyulması, devlet gücünün kullanılarak göçmenlerin temel haklarını gasp etmek olarak öne çıkmaktadır. Yunanistan’ın sınırı geçen göçmenleri ayırarak, çocukların Yunanistan bölgesinde kalması, ebeveynlerin ise Türkiye sınırlarına bırakılması, AB göç politikalarında aile parçalanmalarının benimsendiğini ortaya koymaktadır. Bu şekilde, göçmenlerin göç direncinin kırılacağına dair kabul, göçmenlere yaklaşımın çocuklarına el koyma şeklinde değerlendirilmesine yol açabilir. Yunanistan tarafından atılan gaz ve sis bombaları, kadın, çocuk, engelli, yaşlı ve benzeri hiçbir kimliğe bakılmaksızın şiddetini ve kullanılma sıklığını arttırarak devam etmektedir. Araştırma kapsamında gaz bombasından dolayı nefes almakta zorlanan çocukların maruz kaldığı şiddete birçok kez şahit olunmuştur. İnsan haklarının yanı sıra daha özel bir grup olan çocuk haklarının, sınırları korumak adına hiçe sayıldığı sınır bekleyişi, AB’nin yazılı değerlerine ciddi zarar vermektedir. Edirne’de göçmenlere yönelik kamu, STK ve vatandaşlar tarafından yapılan yardımlar, Türkiye’nin insani yardım kapasitesinin hem kurumsal düzeyde niteliğini ortaya koymakta, hem de bu yaklaşımın toplum tarafından benimsendiğini göstermektedir. Ancak, geçişleri önlemek için her türlü şiddet aracının kullanılması, göçmenlere yönelik uygulamalarda AB standartlarının yerine Türkiye kriterlerinin konuşulacağı bir dönemi işaret etmektedir.” (Mehmet Sait Çelik –İLKHA)