HÜDA PAR Gaziantep İl Başkanlığı tarafından Kurtuluş Savaşı döneminde sömürgeci Fransızlara karşı Gaziantep Savunması’nın 98’inci yılı münasebetiyle bir program düzenlendi.
Şahinbey Belediyesi Kültür Merkezi’nde düzenlenen program Ekrem Kaplan’ın Kur’an-ı Kerim tilaveti ile başladı. Program Antep Savunması sırasında şehir halkının yaşadıkları, işgalin nasıl engellendiği ve işgalin ardından yaşananları konu sinevizyon gösterimi ile devam etti.
Halkın yoğun ilgi gösterdiği programın açılış konuşmasını HÜDA PAR Gaziantep İl Başkanı Faruk Göçer yaptı.
Programa konuşmacı olarak katılan Gaziantep Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Halil İbrahim Yakar da işgalci Fransız ve İngilizlerin gelişiyle beraber Antep'te yaşanan olayları, Fransızların, İngilizlerin ve Ermenilerin durumlarını fotoğraf destekli bilgiler ve belgelerle katılımcılara anlattı.
Yakar, Anteplilerin işgalci güçlere karşı koyduğunu ve yaptıkları eşsiz savunmayla dünyada emsaline az rastlanır bir direniş gösterdiklerini belirterek, Gaziantep halkının, işgalcilerin top ve tüfeğine değil, açlığa teslim olduğunu, yaklaşık 11 ay Fransız ve Ermeni kuvvetlerine direnen Antep halkının, yarı aç şekilde işgalcilerle mücadele ettiğini söyledi.
"Şehri açlığa teslim ediyorlar"
Antep Savunması’nın şehir merkezindeki 18 kilometrelik mesafede yaşandığını belirten Yakar, 9 kilometresinde Müslümanların, 9 kilometresinde Fransızların olduğunu belirterek, "Fransa dört defa muhasara yapıyor. Dört defa yaptığı muhasarada muvaffak olamıyor. Antep düz bir arazi ve öyle büyük silah ve tanklarla geliyorlar ki tankla tüfekle başarılı olamayacağını anlayınca şehri açlığa teslim ediyorlar." dedi.
"Müslümanlar yüreğindeki inanç ve azimle Fransızlara teslim olmadı"
Dönemin modern silahlarıyla yürütülen ve 20’inci asrın en uzun şehir kuşatmalarından birine sahne olan Antep Savunması’nın yüzyılın en dikkat çeken direnişleri arasındaki yerini aldığını belirten Yakar, "Küfür tek millettir. Bizi ilk olarak küçülttüler. Antep'in çevresini tamamen kuşattılar. İçeriden dışarıya ve dışarıdan içeriye hiçbir şeyin girmesine izin vermiyorlar. Dört taraftan Antep’i çevirmişler. Antep'in nüfusu o zaman 20 bin ve Fransızlarda 20 bin askerle gelmiş. Bizdeki her bir kişiye karşı bir asker yani 20 bin kişiye 20 bin asker ve o dönemki Ermenileri de saymıyoruz. Bütün bu güç ve kuvvete rağmen rağmen Müslümanların yüreğindeki o inanç ve azim onlara teslim olmamış. Antep halkı Fransızlara teslim olmamış." ifadelerini kullandı.
Fransızların Antep’i işgale kendi vatandaşlarını getirmediğini belirten Yakar, "İngiliz ve Fransız gavuru öyle bir gavur ki kurmay heyeti dışında kendi vatandaşları yok. Müstemlekeler, Cezayir, Senegal'den ve Hindistan'dan getirdikleri insanlar var. Ama kurmay heyet ve subaylar onlardan ve Antepliler ise bunlar ilk defa görünce çekiniyorlar. Çünkü daha önce hiç zenci ve iri yarı insan görmemişler." diye konuştu.
İngilizlerin asıl hedefinin petrol bölgesi olduğunu ve bundan dolayı da Antep’i işgal ettiklerini belirten Yakar, yaklaşık 2 yıl Antep’te kalan İngilizlerin petrol bölgesine olan Musul ve Kerkük’e yöneldiğinde kenti düzenledikleri tören ile Fransızlara teslim ettiğini belirtti.
"Teknolojiye ne kadar sahip olursanız o kadar güçlü olursunuz"
Antep'in hem İngilizler hem de Fransızlar tarafından işgal edildiğini ifade eden Yakar, "Siz siyaseten, güçlü olmaz, otorite yoksa, birliğiniz, dirliğiniz yoksa, sizi kendi memleketinizde bölerler, parçalarlar ve tören yaparlar. Sizin sesiniz bile çıkmaz. Çünkü gücümüz, kuvvetimiz yok. Mondros Antlaşması ile İngilizler Osmanlı ordusunu çökerttiler. Silahları topladılar, hiçbir askeri güç kalmadı. Sadece bir avuç 20-30 bin Antep’teki güçler var. Biz yiyecek bulamazken adamların ambulans uçakları var. Teknolojiye ne kadar sahipseniz o kadar çok hükmedersiniz. Bizim yiyecek ekmeğimiz yok. Ama onlar ise arabası ve topuyla geldiler. Hafif yaralıları Antep’teki Amerikan Hastanesinde tedavi ediyorlar, ağır yaralıları ise Abdülhamit Han tarafından Halep'te yaptırılan Hamidiye Guraba Hastanesinde tedavi ediyorlar. Bu öyle bir acı durum ki ceddimizin ve atamızın binlerce liralık para ile yaptırdığı bu hastanelerde de Fransızlar cirit atıyorlar. Çünkü güçsüzüz, ümmet, millet bölünmüş ve devlet yok." şeklinde konuştu.
Antep savunmasında binlerce kişinin şehid ve gazi olduğunu, onlarca caminin tahrip edildiğini belirten Yakar, halen camilerde saldırıları izlerinin olduğuna dikkat çekti.
Programda bir konuşma yapan Tarihçi Kenan Çelik ise Antep Savunması’nın tarihte eşine çok az rastlanır bir bağımsızlık ve kahramanlık mücadelesi olduğunu belirterek, bu direnişin temelinde ve kaynağında imanın olduğunu söyledi.
Antep Savunması’nın, kurtuluş mücadelesine katılan binlerce isimsiz kahraman tarafından, azim ve inançla tarihe altın harflerle yazdırılan bir destan olduğunu ifade eden Çelik, savunmasız ve yokluk içerisindeki halkın, kendisinden silah ve asker bakımından daha güçlü olan bir orduya karşı verdiği destansı mücadelenin iyi anlaşılması gerektiğini belirtti.
"Bu direniş kaynağını İslam’dan ve imandan aldı"
Antep Savunması’nın iman gücüyle kazanıldığının altını çizen Çelik, "Bu direniş kaynağını İslam’dan ve imandan alıyor. Çünkü iman insanı insan eder, belki sultan eder. Bediüzzaman Hazretleri ‘hakiki imanı elde eden tek başına da olsa kâinata meydan okur’ diyor. Evet, Gaziantepliler o gün asrın en müthiş ve son model silahlarıyla teçhiz edilmiş Fransız ordusuna karşı büyük bir meydan okuma içine girdi. İngilizler ve Fransızlar, o dönemin süper güçleri ama Fransızların topları, tankları ve teyyareleri Antep halkına boyun eğdirmedi. Antepliler bu anlamda eşine az rastlanır bir direniş ortaya koydu. Bundan dolayı bu direnişin altında iman İslam ve ümmet şuuru var. Bunun dışında böyle bir direnişi vermek mümkün değil." dedi.
"Fransızlara benzemek en büyük mağlubiyettir"
Anteplilerin destansı bir mücadele ile bu topraklardan def ettikleri işgalci Fransız ve İngilizlerin "sanat ve moda" adı altında bu topraklarda hakimiyetini halen sürdürdüğüne dikkat çeken Çelik, şunları dile getirdi:
Çelik, "Müslüman kadının tesettürüne el uzatıldığı için direniş başlıyor. Ama çok değil, bir 10 yıl sonra 1929 yılında dönemin Cumhuriyet gazetesi tarafından güzellik yarışmaları düzenleniyor. Bu yarışmalar üç yıl art arda düzenleniyor. Nihayetinde 1932 yılında Keriman Halis Ece, Belçika'da Türkiye’nin dünya güzeli olarak seçiliyor. Müslüman kadının örtüsüne, Müslümanların namusuna el uzatıldığı için ortaya konulan bir direniş var. Ama diğer taraftan güle oynaya davul zurna ile kızlarımızı Belçika'daki güzellik yarışmalarına göndermişiz. İşte Fransızlaşmayı burada da görmek lazım. Acaba kendilerini rahmet ile andığımız o şehitler, gaziler, bugün kabirlerinden kalksalar acaba bize nasıl nazar edecekler. Onlardan daha ötesi de Rabbimiz acaba bize nasıl nazar ediyor. O gün ortaya konulan bu direniş, bugün hepten öldük, bittik ve yok olduk demiyorum. Ama bu anlamda kendimizi sorgulamamız lazım. O gün direnişi neden verdik? Onca insanı neden şehit verdik? Onca insan neden gazi oldu? İşte 70 binden fazla top mermisi şehre düşüyor. Camiler, hastaneler, okullar, vuruluyor ve insanlar öldürülüyor. Evet, o gün Fransızları kovduk ama bugün Fransızlara benzemişsek, bizim için en büyük mağlubiyet bu olacaktır." diye konuştu.
Program Abdulkadir Üstündağ’ın yaptığı dua ile sona erdi. (İbrahim Koçyiğit-İLKHA)