istanbul / AA / Zeynep Karataş / Analiz
Lübnan’da hükümetin WhatsApp’a iletişim vergisi koyma girişimine tepki olarak 17 Ekim’de başlayan gösteriler hızla yayılarak 29 Ekim’de Başbakan Saad Hariri’nin istifasına sebep olmuştu. Fakat bu istifaya rağmen istenen uzlaşma zemini oluşmadı ve protestolar ekonomik sorunların sebebi olarak görülen mezhepsel sisteme tepkiye dönüştü. Ülkenin farklı şehirlerinde, farklı mezhep gruplarından insanların aynı anda dillendirdiği siyasal sistemin değişmesi talebi, ülkedeki köklü siyasal elitlerinin direnciyle karşılaştı. Siyasi figürler üst üste açıklamalar yaparak göstericileri ikna etmeye çalışsa da meydandakilerin net talepleri var: İç savaştan bu yana yönetimi elinde bulunduran politikacıların yerine teknokratlardan oluşan daha küçük bir kabinenin oluşturulması, erken seçime gidilmesi ve yolsuzlukla mücadele kapsamında suça bulaşmış siyasetçilerin yargılanması.
Hariri’nin istifasıyla özgüven kazanan protestocular Cumhurbaşkanı Mişel Avn’ın da istifasını istediler. Avn istifa etmese de "mezhepsel siyasetin verdiği zararlardan" ve "teknokratlar hükümetinin gerekliliğinden" bahseden bir ulusa sesleniş konuşması yaptı. Hizbullah kanadından ise gösterileri sürekli "dış güçlere" bağlayan ve göstericileri töhmet altında bırakan açıklamalar geldi. Bu süreçte sokaktaki tansiyon gittikçe şiddetlendi ve yer yer Emel ve Hizbullah bayrakları taşıyan kişilerle göstericiler arasında çatışmalar yaşandı.
Göstericiler sokakları bütün kışkırtmalara rağmen terk etmezken, halkın genel olarak gidişattan pek umutlu olmadığı ve evlerde gıda istiflenmeye başladığı iddia ediliyor. Yine halkın olası çatışmalara karşı evlerinde gerekli olabilecek her türlü ilacı bulundurmaya başladıkları ve bankaların iflas etmesi riskine karşı paralarını bankalardan çekip yastık altında tutmaya başladıkları aktarılıyor.
Teknokratlar hükümeti mi tekno-politik hükümet mi?
Başbakanın istifa etmesinin ardından hem siyasi partiler arasında hem de yöneticilerle göstericiler arasında yeni hükümetin kurulmasına yönelik uzlaşma girişimleri sürüyor. Aslında yeni hükümetten ziyade, kurulacak hükümetin göstericilerin talep ettiği gibi bir teknokratlar hükümeti mi olacağı, yoksa geçmiş hükümetler gibi mezhep grupları arasında bir denge tutturmaya mı çalışacağı tartışılıyor. Göstericiler eski yüzlerin küçük rötuşlarla tekrar hükümette yer almasını katiyen istemezken Hizbullah, Emel ve Özgür Yurtseverler Hareketi gibi partiler mezhepsel dengeyi bir nebze koruyabilecek bir tekno-politik hükümet öneriyorlar. Bu teklife göre altı bakanlık siyasi figürlere, 14 bakanlık ise teknokratlara bırakılacak. Bu hususta siyasi tarafların yaklaşımlarına bakılacak olursa, Hariri teknokratlar hükümeti fikrine yakın duruyor; ancak diğer grupların bunu kabul etmemesi halinde, en azından tekno-politik bir hükümet kurulmasına razı olacak gibi görünüyor.
Göstericiler ise tekno-politik hükümet önerilerine kapılarını kapatarak ve önemli devlet binalarının önünde toplanarak tepki göstermeye devam ediyorlar. Fakat halkın bir teknokratlar hükümetine ne kadar hazır olduğu da tartışmalı. Zira göstericilerin teknokratlar hükümetine yönelik net talebine rağmen, siyasi grupların sloganlarına da yansıyan, liderleri aşırı yüceltme sorunu var. Hizbullah taraftarlarının “Allah, Nasrallah ve Dahiye” sloganı, Müstakbel yanlılarının “Allah, Hariri ve Cedide Yolu” sloganı gösteriyor ki lidere bağlılık hâlâ çok güçlü. Ayrıca bu gösteriler Lübnan halkının ulus kimliğinin oturmasına önemli bir katkı olarak yorumlansa da Lübnan’ın demokrasiyi içselleştiremediğini ve grup aidiyetlerinin daha da sivrileceğini öngören analizler de bulunuyor. Washington Institute’ta yayınlanan David Pollack imzalı analizde, grup aidiyetinin Şiiler arasında arttığı belirtiliyor. Günün sonunda, uzlaşma çabaları başarılı olmadığında, bireylerin kendi mahallelerine çekilmesi ve “bizi bizden başkası anlamaz” psikolojine bürünmesi riski de var.
Siyasal elitler arasında ise (en azından Hariri’nin yeniden hükümeti kurma görevini üstlenmesi gerektiği hususunda) şaşırtıcı bir şekilde bir fikir birliğinin olduğunu söylenebilir. Hizbullah, Cibran Basil’in Özgür Yurtseverler Partisi ve Velid Canbolat’ın İlerlemeci Sosyalist Partisi, Hariri’nin tekrar hükümeti kurmasını istiyorlar. Çünkü Hariri’nin geri dönmemesi, göstericilerin teknokratlar hükümeti taleplerinde ısrarcı olmasını sağlıyor. Ayrıca Hariri’nin gitmesi aynı zamanda gösterilerde en çok protesto edilen siyasi figürlerden biri olan (Mişel Avn’ın damadı) Dışişleri Bakanı Cibran Basil’in de gitmesi anlamına geliyor. Ancak Hariri dönebilirse Cibran Basil de kendine kabinede tekrar yer bulabilecek.
Diğer yandan Cumhurbaşkanı Mişel Avn’ın kendisi de göstericilerin hedefindeyken yeni hükümet için istişare sürecine damgasını vurması, özellikle eski Sünni başbakanlardan tepki topluyor. Eski başbakanlar cumhurbaşkanının yetkilerini aştığını ve süreci kendi siyasi çıkarları için kullandığını iddia ediyorlar. Aslında Sünnilere bırakılan başbakanlık makamına kimin getirileceğine dair Sünniler dışında herkesin öneride bulunması karşısında Sünni siyasete yön veren “patronlar” rahatsızlık duyuyor diyebiliriz. Uzlaşma görüşmelerinde başbakanlık için adı geçen iş insanı Semir el Hatib siyasi tarafların üzerinde anlaştığı bir isim gibi görünse de, geçmişteki yolsuzluk davaları sebebiyle göstericiler nezdinde kabul görmedi. Bu da Sünniler arasında aday çıkarma konusunda bir kriz yaşandığını ve Hariri’nin tekrar sahneye dönebileceğini gösteriyor.
"Lübnan’ın dostları” yardım edecek mi?
Maliye Bakanı Ali Hasan Halil’in açıklamaları Lübnan’da ekonomik durumun hiç de iç açıcı olmadığını gösteriyor. Halil “Kriz basit bir kriz değil ve yetkili bir hükümet olmadan çözülmesi mümkün olmayan ekonomik, malî ve bankacılık sorunlarımız var” dedi. Ekonomik krize ülkedeki sektörlerin tepkisi de gitgide sertleşiyor. Örneğin Yakıt İstasyonları İşverenler Sendikası doların iki ayrı kurdan işlem görmesinin doğurduğu zarara tepki olarak kapsamlı greve gitmiş ve bu da ülkede uzun benzin kuyruklarının oluşmasına sebep olmuştu.
Lübnan’daki krizlerde geçmişte de inisiyatif almış olan Fransa, siyasi sonuçları da olan son ekonomik krizle ilgili olarak Lübnan İçin Uluslararası Destek Grubu'na toplanma çağrısı yaptı. Ancak geçen yılki CEDRE konferansında kararlaştırılan 11 milyar dolarlık kredi ve hibe karşılığında Lübnan’dan istenen reformların yürürlüğe konulamaması, kredi ve borç veren ülkeleri endişelendirdi. Reformların yapılması bir hükümetin kurulmasına bağlı olduğu için, siyasi sorunu aşmadan, Lübnan’ı yaşadığı ekonomik krizden çıkarabilecek bir çözümün henüz bulanamadığını belirtmek gerekir. Hariri’nin çağrılarına rağmen, krizin atlatılması için Lübnan’ın ihtiyacı olan 5 milyar doları bu şartlar altında verebilecek gönüllü bir ülke görünmüyor. İstenen reformlara gelince, reformlar Lübnan halkı tarafından protesto edildiği için, paradoksal bir şekilde, ekonomik kriz siyasi bir krize dönüşüyor ve siyasi kriz çözülmedikçe de ekonomi bir türlü toparlanamıyor.
Son olarak Hariri tekrar uluslararası topluma seslendi. Ülkenin ciddi dolar sıkıntısı çektiğini belirten Hariri, hammadde ve gıda gibi ithalat kalemlerinde, dost devletler olarak tanımladığı ve Türkiye’nin de aralarında bulunduğu Fransa, Suudi Arabistan, ABD, Çin, Mısır gibi ülkelerden yardım istedi. Bu yardım talebinin Hariri’nin istifa ettiği bir dönemde gelmesi, tekrar hükümeti kurma görevini üstleneceği şeklinde yorumlandı. Bununla birlikte, Türkiye açısından bu süreçte Lübnan’la ilişkilerin geliştirilmesi için bir fırsat oluştuğunu da söylemek mümkün. Çünkü daha önce Lübnan, kısmi olarak Türk mallarının ithalatına sınırlama getirmiş ve bunun ülkedeki Ermeni lobisiyle ilişkili olduğu iddia edilmişti. Ayrıca Lübnan’daki Türkiye algısı da çeşitli mezhep gruplarında ciddi farklılıklar gösteriyor. Lübnan’ın yaşadığı ekonomik ve siyasi sorunlara olumlu katkı yapılabilirse, bu uzun vadede Türkiye’nin Lübnan halkı nezdindeki imajını da güçlendirecek işbirliği fırsatları doğurabilir.
Uluslararası toplumun siyasi krize yaklaşımı
Fransa, hamisi gibi görünmemek adına Lübnan’ın siyasi sorunlarına açıktan müdahale etmemeye özen gösteriyor; fakat bu biraz da Fransa’nın kendi içinde yaşadığı ekonomik sorunlarla ilişkili. Fransa kendi iç işleriyle daha fazla meşgul olduğu için, Lübnanlı yetkililerin sorumluluk alarak ülkelerindeki ekonomik temelli siyasi soruna çözüm bulmasını bekliyor.
ABD ise (Fransa’nın aksine) Lübnan’daki ayaklanmaları ekonomik sorunlardan ziyade İran politikasıyla bağlantılı olarak ele alıyor ve Hizbullah etkeni üzerinde duruyor. Bu durum İran için de geçerli: İranlı yetkililer Lübnan’daki gösterilerin arkasında İsrail ve ABD'nin olduğunu ve bunun da İran’ı çevreleme politikasının bir tezahürü olduğunu düşünüyorlar. ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun attığı tweetlerle göstericilere destek vermesi de İran'ın tezini güçlendiriyor. Ayrıca ABD’nin Hizbullah’la ilişkili iş insanlarını kara listeye alması, Lübnan’ın ekonomisini etkiliyor ve bunun da siyasi sonuçları oluyor. ABD meselenin ekonomik boyutuna hiç girmeyerek bu hususu bölgesel politikaları üzerinden değerlendirmekle yetiniyor.
AB ülkelerinin genel tavrı Lübnan’da bir teknokratlar hükümeti kurulması yönünde olsa da bundan daha önemli olan mesele Lübnan’ın ekonomik sorunlarını çözebilmesidir. Fakat yapılan bütün görüşmelere rağmen, Avrupa kanadında bu soruna somut bir çözümün ortaya konulamadığını söylemek mümkün. Özellikle Almanya’nın Hizbullah’ı DEAŞ ile bir tutan son tutumunun, Lübnan’a yönelik Amerikancı yaklaşımın etkisiyle Hizbullah’ı güvenlikleştirdiği görülüyor.
Ekonomik sorunların çözümü siyasi istikrara bağlı
Lübnan ekonomik, siyasi ve toplumsal sorunlarla karşı karşıya olduğu bu günlerde, uluslararası toplumun doğrudan müdahalesini kabul etmese de ekonomik yönden desteklenmek arzusunda. Göstericiler ve siyasi elit arasındaki çekişmenin halihazırdaki mezhep dengesine bağımlı siyaseti değiştirip değiştirmeyeceği merak ediliyor. Teknokratlar hükümetinin mevcut siyasi ve toplumsal atmosferde tam karşılık bulmayacağı, ancak bir ara form olan tekno-politik bir hükümet için uzlaşma zemininin daha mümkün olduğu anlaşılıyor.
Hariri’nin istifası her ne kadar teknokratlar hükümeti ihtimalini güçlendirmişse de yerine önerilen Semir el Hatib’in kabul görmemesi ve Hariri’nin tekrar hükümeti kurma görevini üstleneceği iddiası tekno-politik hükümet ihtimalini güçlendiriyor. Lübnan’ın ekonomik sorunları aşabilmesi siyasi istikrara bağlı olsa da, siyasi figürlerin değişmediği bir kabinenin ekonomik sorunları çözmekte başarılı olamayacağı geçmiş deneyimlerden anlaşılıyor.
***Kaynak: Bu analiz “AA”dan alıntıdır. Tüm “alıntı analizler” gibi yazıdaki ifadeler ve görüşler sahibine aittir.