Kendisiyle mücadele edilene benzeme tehlikesi

İbn-i Haldun, “mağlupların galipleri taklit ettiğini” söyler. Bu haklı tespiti doğrulayacak birçok örnek bulmak mümkündür. Ancak bunu bir adım daha ileri götürmek gerekmektedir.

Ekleme: 20.11.2019 20:53:12 / Güncelleme: 20.11.2019 20:53:12 / İnzar Dergisi
Destek için 

Çünkü mücadele, iki taraf arasında henüz galibiyet ve mağlubiyetle sonuçlanmamışsa bile, bir başına mücadele – çokça dikkat edilmezse – mücadele eden iki tarafı birbirine benzetir.

Tarihten ve günümüzden bu tespiti doğrulayan örnekler bulmak mümkündür.

İttihat ve Terakki Cemiyeti buna güzel bir örnektir. Onların örgütlenme modeli ve eylem biçimi, Makedonya’da mücadele ettikleri milliyetçi gruplardan büyük ölçüde etkilenmiştir. Esasen Osmanlı’da komitacılık geleneği bulunmamaktadır. İttihat ve Terakki bu anlamda ilktir. Komitacılık denilen çete tipi örgütlenmeler, Balkan milliyetçi hareketleri arasında yaygındı. İttihat ve Terakki’ye katılan çok sayıda subay, Balkanlarda bu milliyetçi çetelerle mücadele etmişti. İttihat ve Terakki’nin yapılanması da bu mücadele ve çatışmalar içinde şekillendi. Nihayet kısa bir süre sonra da İttihat ve Terakki’nin mücadele ettiği Balkan çetelerinin yapılanma tarzını ve eylem yöntemlerini, Abdülhamit yönetimine ve sonrasında da diğer muhaliflerine karşı kullandıklarını görmekteyiz.

Bu örneğin gösterdiği gibi, mücadele mağlubiyetle sonuçlanmazsa bile, mücadele eden taraflar, birbirlerinin yapılarından ve yöntemlerinden çokça etkilenmekte ve birbiriyle benzeşmektedirler.

Esasen bu da çok tabiidir. Çünkü “her temas iz bırakır” hükmünce, uzun süre bir şeyle ilişkili olup ondan etkilenmemek mümkün değildir. Dikkat edilirse devletlerin memur kadrolarında, yasadışı işlere ve suça en çok bulaşanlar, suçla mücadele etmek için kurulan güvenlik kuvvetleridir. Çünkü suçla en çok iç içe olanlar onlardır.

Tüm bunlardan suçla veya batılla mücadele edilmemesi gerektiği sonucu çıkarılmamalıdır. Elbette ki kötülükle mücadele edilmelidir. Ama bu arada kötülük sahiplerine benzememek için de azami bir gayret gösterilmelidir. Aksi takdirde benzeşme ihtimali oldukça güçlüdür.

Asr-ı Saadet’e baktığımızda Resulullah aleyhisselatu vesselamın mücadele halinde bulundukları müşrik ve Yahudilere benzememe konusunda azami gayret gösterdiğini görürüz. Çokça bilinen bir örnek; onun Yahudilerin aşure orucuna ilişkin tavrıdır. Bu durum Allah Resulü’ne bildirildiğinde, “Siz onlara muhalefet edin ve Aşure Günü’nü tek başına değil bir gün öncesi veya sonrası ile beraber tutun” diye buyurmuştur. Ancak sadece ibadet gibi temel konularda değil, saçın taranmasından, sarığın sarılmasına varıncaya kadar her konuda müşrik ve Yahudilere muhalefet etmiştir.

Ashabı Kiram da bu hassasiyetin farkındaydı. Yahudilerin beyazlaşan saçlarını boyamadıkları Allah Resulü’ne bildirildiğinde “Siz onlara muhalefet edin ve saçlarınızı boyayın” diye buyurduğu halde Hz. Ömer radıyallahu anh, sonraki yıllarda beyazlaşan saçlarını boyamamıştır. Kendisine Resulullah aleyhisselatu vesselamın bu emri hatırlatılıp niye saçını boyamadığı sorulduğunda da Yahudilerle iç içe yaşadıkları o dönemde, Yahudilere benzememek için bu emrin verildiğini, bugün ise böyle bir ortamın olmadığını, dolayısıyla boyamanın da icap etmediğini söyler.

Mücadele edilen yapıya benzeme tehlikesinin yanında başka bir tehlike de “onlara benzemeyelim” kaygısıyla, mücadele edilen kesimin savunduğu bazı hakikatlere mesafeli durmaktır. Bu da aynı oranda önemli bir tehlikedir. Öncelikle bir hakkın batıl ehli tarafından savunulması onu hak olmaktan çıkarmaz. Ve şayet bu kaygı ile hareket edilirse hakkın çoğuna sırt dönmek gerekecektir. Çünkü her batıl davada bazı hak unsurlar bulunmaktadır.

Esasen muhaliflerin sahiplendiği sembollere/değerlere karşı tereddüt her dönemde yaşanmıştır. Asr-ı Saadet’te Müslümanlar, müşriklerin Safa ve Merve’ye koydukları putlardan dolayı, burada sa’y yapmakta tereddüt etmişlerdir. Ancak nazil olan ayet-i kerimede (Bakara 2/158) bu yerlerin Allah’ın şeairinden olduğu ifade edildikten sonra bu tereddüt yok olmuştur. Dolayısıyla önemli olan, vahye ve sünnete dayanarak hakkı tespit etmek, sonra da onu sahiplenenlerin kimliğine bakmaksızın bu hakkın yanında durabilmektir.

Sonuç olarak Müslümanlar, mücadele ettikleri yapılara, bırakın batıl fikriyatı, yöntem ve tarz olarak da benzememeye gayret etmeli ama bu arada onlara benzememe kaygısıyla, onların sahiplendikleri hak unsurlara da mesafeli durmamalıdırlar.