İstanbul / AA / Doç. Dr. Mehmet Özkan / Analiz
Latin Amerika son 20 yıldan beri ilk defa iç bölünmeye, siyasal rekabete ve tam dağılmışlık sürecine girdi. Bir taraftan Venezuela’da yaşanan siyasal kriz devam ederken, Brezilya’da Bolsonaro ülkedeki siyasi kültürü popülist bir şekilde yeniden yorumlamaya çalışıyor. Son birkaç haftada Kolombiya’da yerel seçimler, Arjantin, Uruguay ve Bolivya’da genel seçimler gerçekleşti. Şili, Haiti ve Ekvador sokak gösterileriyle gündeme oturdu. Bütün bu gelişmelerin hepsi tek başına kendi bağlamında anlamlı olsa da toptan bakıldığında Latin Amerika’da neler oluyor? Latin Amerika siyasetini önümüzdeki dönemde neler bekliyor?
Amerika Birleşik Devletleri’nin kıtayı kendi haline bıraktığı, Çin’in etkisini genişlettiği ve Rusya’nın hem kıtayı yeniden keşfi hem de ABD ile Venezuela üzerinden bir sistemsel kavgaya girme niyeti; Latin Amerika ülkelerini kıtadaki gelişmeler konusunda bir özne değil nesne konumuna indiriyor. Önümüzdeki dönemde siyaseten parçalanmış bir kıta bizi beklerken, sosyal taleplerin protestolar veya başka formlarda arttığı bir süreci göreceğiz.
Hatırlanacağı gibi Latin Amerika siyasetinde 1999-2015 arasındaki ana belirleyici etken sol hareketlerdi. 2015 sonrası sol siyaset alan kaybetmeye başlayınca sağ siyaset seçimle tekrar iktidara gelmeye başladı ve bu dönem sağın geri dönüşü olarak yorumlandı. Fakat 2019 itibarıyla Latin Amerika siyaseti başka bir evreye giriyor. Bu ne birçok kişinin Arjantin örneğine bakarak vurguladığı gibi sol siyasetin geri dönüşü; ne de bazılarının Ekvador örneğine bakarak söylediği solun sağa dönüşümü. Latin Amerika’da “hibrit” bir siyasete alan açılıyor; bu dönemde klasik anlamda ne sol ne de sağ siyasete yer var. İlk defa sağ-sol siyaset arasında bir sarkaç gibi gidip gelen Latin Amerika siyasetinde bir üçüncü yola alan açılıyor.
Siyasette süreklilik sorunu
Bu siyaset tarzını birkaç noktada ele almakta yarar var. Birincisi, Latin Amerika siyasetinde sağ ve sol siyasette süreklilik olmuyor, en azından halef-selef ilişkisi maya tutmuyor. Venezuela’da Chavez-Maduro, Brezilya’da Lula-Rousseff, Kolombiya’da Uribe-Santos ve şimdilerde Uribe-Duque, Ekvador’da Correa-Moreno örneklerinde olduğu gibi aynı ideolojiden gelse bile yeni gelen, eskisinin yerini dolduramıyor. Bu durum siyasette bir krize yol açıyor ve en sonunda o ideoloji bunun ana sorumlusu olarak siyaseten cezalandırılıyor.
Kolombiya’da yapılan yerel seçimlerde Duque’nin partisinin ana destekçisi Uribe’nin kendi memleketi Medellin başta olmak üzere ana şehirlerde yaşadığı oy kaybı açıkça bunu gösteriyor. Kolombiya’da sağın kaybettiği yerlerde sol kazanmadı; aksine, “yeşiller” denilebilecek üçüncü yol kazandı. Arjantin’de yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerini sol aday Alberto Fernandez kazandı. Fernandez’in yardımcısı önceki dönemlerde (2007-2015) iki kez cumhurbaşkanlığı yapmış olan Cristina Kirchner olacak. Çoğu analist yeni dönemde en etkili kişinin Kirchner olacağını düşünüyor. Fakat diğer ülkelerde olduğu gibi, bir Fernandez-Kirchner kavgasının yaşanması muhtemel görünüyor. Bunun örnekleri Ekvador, Kolombiya ve diğer Latin Amerika ülkelerinde yaşandı. Arjantin’de de yaşanacak, dolayısıyla Fernandez-Kirchner birlikteliği seçimi kazandırmış olsa da kolay işlemeyecek.
Sağ ve sol siyasetin açmazları
İkinci temel nokta, Latin Amerika’da sol iktidarların en büyük faydası sağ siyaseti dönüştürmesiydi. Sağ siyaset eğer eskisi gibi seçkinci olmaya devam eder ve sosyal politikalara önem vermezse iktidarda rahat kalamaz. Kıtadaki çoğu sağ iktidar bunu anlamış değil. Haiti ve Şili’de yaşanan protestoları bu çerçevede okumak lazım. Latin Amerika’da artık sesini duyurabileceğini bilen bir sosyal taban var ve bu kitle, kendisini yeniden üretemeyen ve sosyal konulara duyarsız sağ iktidarların baş belası olacak. Ekonomik anlamda kıtanın en gelişmiş ülkesi olan Şili’de haftalardır süren protestoların tek talebi sosyal gelir dağılımı eşitsizliğinin çözülmesi. Şili Cumhurbaşkanı Sebastian Pinera tam bir tipik sağ siyasetçi. Daha önce de sağ siyasetçi olarak cumhurbaşkanlığı yapmış olan Pinera çok zengin bir iş adamı. İktidara yeniden gelince eski dönemden kalma sağ politikaları devam ettirmeye çalışınca protestolara maruz kaldı. Bu açıdan, kendisini dönüştürmeyen sağ siyasetin nelerle karşılaşacağına en iyi örnektir Şili.
Üçüncü olarak, kıtadaki sağ siyaset kendisini dönüştürürken aynı dönüşüme uğramayan sol siyasetin de kıtada geleceği yok. Bolivya’da yapılan seçimleri çok küçük bir farkla tartışmalı bir şekilde yeniden kazanan Evo Morales’in işi artık kolay değil. Aynı şekilde klasik sol politikayı devam ettiren Venezuela ile kimse kendini yan yana bile koymak istemiyor. Söylemsel olarak kendisini dönüştürmeyen ne Kolombiya solu ne de Ekvador eski Cumhurbaşkanı Rafael Correa’nın yaklaşımı kıtada yeni bir solun önünü açacak. Peru yeni sol siyasetin referans noktası olabilir ama orada cumhurbaşkanı adaylarından Veronica Mendoza eğer seçimi kazanır ve yeni bir söylem üretebilirse Latin solunun yeni merkezi Peru olabilir. Artık insanlar sol-sağ jargonunu kıtada duymak istemiyorlar. Özellikle bu jargonun ötekileştirici ve birbirlerini suçlamaları dolayısıyla iş üretmeyen tarafı, artık insanlar tarafından daha net görülüyor.
Lula modelinin başarısı
Latin Amerika siyasetinde en başarılı model Lula modeliydi. Yeni dönemde bu modeli hem sağ hem de sol siyasetin yeniden incelemesi gerekir. Lula modelinin özü, içeride dışlayıcı olmadan bir yerel-bölgesel-küresel denklem kurmaktı. Sosyal politikalara önem verdiği kadar ekonomik açıdan dünyayla bütünleşmeye de alan açan Lula modeli, hatırlanacağı gibi 2003-2010 arasında Brezilya’yı sıradan bir ülke olmaktan çıkararak küresel bir oyuncu haline getirmişti. Bugün Lula’nın cezaevinde olmasını bile sembolik olarak o modelin zorla hapsedilmesi olarak görmek gerekir.
Latin Amerika ülkeleri genellikle kendi aralarında hem yarış içerisindedirler hem de birbirlerine üstten bakarlar. Şilililer Arjantinlilere, Kolombiyalılar Ekvadorlulara, Venezuelalılar Kolombiyalılara üstten bakarlar. Brezilya ve Arjantin her şeyde yarış içerisindedir. Son 20 yıllık dönemde Latin Amerika siyaseti kısmen de olsa belli ülkeler arasındaki kutuplaşmalarla siyasi bir rekabet ve model üretme yarışına girmişti. Fakat bugün gelinen nokta itibarıyla kıta son derece parçalanmış durumda. Sağ ve sol siyasete ait grupların kendi içlerinde ve kendi aralarında rekabet halinde olduğu bir zamanda kıtadaki halk daha hızlı bir şekilde örgütlenip taleplerini dile getirebiliyorlar. Kıtanın siyaseten parçalanmış olmasına rağmen, Latin Amerika’nın sorunları artık kıtasal. Başta Venezuelalı göçmenler olmak üzere, eğer bütün ülkeler beraber hareket etmezse, herkesin kaybedeceği bir dönem Latin Amerika’yı bekliyor.
Amerika Birleşik Devletleri’nin kıtayı kendi haline bıraktığı, Çin’in etkisini genişlettiği ve Rusya’nın hem kıtayı yeniden keşfi hem de ABD ile Venezuela üzerinden bir sistemsel kavgaya girme niyeti; Latin Amerika ülkelerini kıtadaki gelişmeler konusunda bir özne değil nesne konumuna indiriyor. Önümüzdeki dönemde siyaseten parçalanmış bir kıta bizi beklerken, sosyal taleplerin protestolar veya başka formlarda arttığı bir süreci göreceğiz.
Kaynak: Bu analiz “AA”dan alıntıdır. Tüm “alıntı analizler” gibi yazıdaki ifadeler ve görüşler sahibine aittir.