İslam’ın düşmanı “cahiliye” ise İslam, “ilim”dir; lâkin “Oku! Allah’ın adıyla oku!” diye başlayan ilim… Müslümanlar, evlatlarından emin olmak için onları ilim kurumlarına teslim etmişlerdir.
İmam Gazzâlî Hazretlerinin babası vefat etmeden evlatları Muhammed ve Ahmed’i bir sufi arkadaşına teslim eder. Sufi arkadaşı, onların hakkından çıkamayacağını görünce onları emin bir yere, ilim kurumlarına teslim eder. Muhammed, sufinin yanında belki bir yüncü olarak yetişecek iken ilim kurumunda büyük Gazzâlî olur. Ahmed de kıymetli bir şahsiyet olarak yetişir.
İmam Şafiî Hazretlerinin babası vefat ettiğinde annesi, evladını en iyi şekilde yetiştirmek için doğduğu Gazze’den derhâl Mekke’ye götürür ve onu iyi yetiştireceklerinden emin olduğu ilim kurumuna verir.
Biz, mürsel mecazla “fakih” olma yoluna giren çocuk, genç ve talebeye “faqi” demişiz. Fakih, dinde derin bilgi, şuur, fikir sahibi ve ahlâklı alimdir ama daha ıstılahî anlamıyla Müslümanlara yol gösteren rehber şahsiyettir.
İlim yoluna henüz girmiş çocuğa, gence, talebeye “faqi” diyerek ona dair hem “fakih” olma umudumuzu ifade etmişiz. Hem, hedefini ona vasıf yapmışız, hedefini adeta ona elbise yapmışız. Hem, ondan içinde bulunduğu anda beklediğimiz fakihçe ağırlık ve terbiyeyi dile getirmişiz.
Bu adlandırma tek başına, ümmetin yüksek şuuruna delil olarak yeter.
Bizde “faqi” mukaddestir.
Anne-babalar, çocuklarını “faqi” olarak ilim kurumuna teslim etmekten büyük onur duyarlardı. Öte yandan çocuk, “faqi” olmakla artık güven içinde olurdu; temizliğin, pâklığın simgesi olarak yetişirdi. Biri övüldüğü zaman “bir faqi gibi temiz ve titiz” denirdi ve ona ancak zındık olan zarar verebilirdi.
Seydaların bir yere tek başlarına gitmeleri ile faqileri ile birlikte gitmeleri arasında büyük fark vardı. Seydanın faqilerini alarak bir yere gitmesi, orası için büyük onurdu.
Denirdi ki “Seyda faqileri ile beraber geldi”. Bu, o gidilen yerin temiz, güvenilir ve mutlak İslamî olduğuna delaletti. Zira Seyda, o onuru hak etmeyen yere talebelerini götürmediği gibi talebelerini ifsattan etkilenecekleri mekânlara da götürmezdi. Onları haramın her renginden korurdu.
İlim kurumunun üç ana kazanımı vardır:
İlim sahibi yapmak
Edep sahibi yapmak
İrfan sahibi yapmak
Talebe, ilimle yolunu öğrenir; edeple davranışlarını düzeltir ve irfanla kalp gözü sahibi olur. Her üç husus için de Seyda talebeye örnek olurdu. Emin bir kılavuz olarak talebenin önüne verir ve onu faqi sıfatıyla fakihliğe doğru götürürdü.
Bunun için aile, çocuğunu eğitim kurumuna verirken her tür endişeden uzak bir emniyet içindeydi.
Ya şimdi?
Eğitim yılı yaklaştıkça her birimizi bir telaşın yanında bir sıkıntı kaplar… Kara kara düşünürüz, ne olacak diye. İçimizde bir endişe, hatta bir korku var çocuğumuzun geleceğine dair…
Zira biz hakikaten çocuğumuza verilen,
Bilginin mahiyetinden emin değiliz.
Edebin niteliğinden emin değiliz.
Ya irfan? O yüz yıl önce mektepleri terk edip gitti. “İrfan ehli olmak” bir nostaljidir artık… Geçmişe ait bir müzelik hâl… Olması gereken bu değil ama yapılan bundan ibarettir.
Evladımıza evimizde helal süt emdirir, onu tertemiz ve yüce Allah’ın buyruğu üzerine giydirir, “eğitim kurumu”nun kapısına bırakırız. Evladımız, oradan harama meyilli, garip ve haram giysiler içinde çıkar. Biz, ona bir hedef tayin ederiz; o, eğitim kurumundan bir bohem olarak ayrılır, eskilerin tabiriyle bir serseri olarak çıkar.
Ne bekliyoruz ki?
Adı “maarif”ti eskiden, “eğitim” oldu, durmadan eğip büküyor. Son yıllarda düzeltmeye çalışıyoruz ama esasından uğraşılmayınca istenen neticeyi vermiyor.
Müfredat yanlış…
Kadrolar sorunlu…
Yanlış bir müfredat sorunlu kadroların elinde ancak istenmeyen sonuçlar verir. Bir bakanlık ki fen dalında adam yetiştirememekten yakınıyor. Sosyal bilimlere dair henüz ne yaptığını dahi bilmiyor. Böyle bir bakanlık, nasıl ilim, edep ve irfan ehli insan yetiştirir?
Hayır, hiçbirimiz bu “eğitim”den emin olamayız. Çocuklarımızı güvendiğimiz bir hekimin eline teslim eder gibi bu “eğitim”e teslim edemeyiz.
Dün “eğitim” zorunlu değildi, bir kısmımız ondan kaçarak kurtulmaya çalıştık, “çıkmaz sokağa” saplandık.
Bugün eğitim “zorunlu”dur; kaçışı yok. O hâlde, biz, ona “zoraki” ortak olacağız, çocuğumuza bizzat kendimiz sahip çıkacağız.
Onu ilim, edep ve irfan sahibi kılmak için kendi müesseselerimizi oluşturacağız. Evimizi bir ilim, edep, irfan mektebine dönüştüreceğiz.
Allah’ın izniyle plan, ihlas ve kararlılık varsa bu çıkar yoldur…
İnzar Dergisi