1994'de Birinci Çeçen Savaşı başladığında, bir Rus general 48 saatte Çeçenleri bozguna uğratacaklarını söylemişti. Fakat iki yılın sonunda felaketi yaşayan, büyük bir yenilgiye uğrayan, Rus silahlı kuvvetlerinin kendisi olmuştu. Aynı şekilde Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Suudi Arabistan öncülüğünde 2015 yılında kurulan “Arap Koalisyonu” da 2011'de Arap Baharı ile bir kez daha ortaya çıkan Yemen meselesini birkaç ayda çözeceğini ilan etmişti. Fakat gelinen noktada savaş artık Suudi Arabistan içlerine taşınmaya başlamışken Koalisyon'un neredeyse adı kalmış vaziyette. Zira Koalisyon'un iki büyük ortağı olan Suudi Arabistan ve BAE arasındaki ihtilaflar ayyuka çıkmış durumda.
Dolayısıyla Yemen iç savaşının bölgesel-küresel aktörleri arasındaki ilişkilerde yeni bir konjonktür/evre kendisini derinden hissettiriyor. Bu durumda şu sorular bir kez daha gündeme geliyor: Yemen'de neler oluyor? Taraflar ne tür endişelere kapılmaya başlamış durumda? Yemen iç savaşı nasıl bir geleceğe doğru evriliyor? Taraflar nasıl bir Yemen hedefliyor ve bu farklı hedefler krizin seyrini nasıl etkiliyor? Söz konusu gerilim, bölge jeopolitiğinde nasıl bir değişikliğe yol açacak?
Bu sorulara cevap verebilmek için, hiç kuşkusuz aktörlerin Yemen krizindeki hedeflerinin ve süreç içerisinde çatışan çıkarlarının iyice anlaşılması gerekiyor. Bu aktörlerin başında ise ABD ve Çin gibi küresel güçler, bölgesel anlamda ise İran, Suudi Arabistan ve BAE geliyor. Tabii ki Rusya ve İsrail gibi arka plan aktörlerini de göz ardı etmemek gerekiyor. Fakat burada asıl dikkat çekici gelişme iki bölgesel aktör olan Suudi Arabistan ve BAE arasında yaşananlar. Zira bu iki aktör arasında yaşananlar Yemen iç savaşının gidişatını derinden etkilemeye başladığı gibi, bölgesel anlamda da yeni krizlere gebe bir görüntü sunuyor, özellikle de Suudi Arabistan ve Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) boyutuyla.
İTTİFAKTAN İHTİLAFA SUUDİ ARABİSTAN ve BAE İLİŞKİLERİ
Suudi Arabistan'ın Yemen sorununa dahil olmasının nedeni, her ne kadar bölgede İran'ı engellemek ya da “Şii Hilali”nin önüne geçmek olarak açıklansa da, aslında jeopolitik hayallerinin önemli bir parçası olan Arap Denizi'ne açılmak her zaman için Riyad'ın zihin haritasındaki yerini korumaya devam etmiştir. Riyad böylece Aden körfezini kontrolde önemli bir inisiyatif yakalayarak Kızıldeniz-Arap denizi güzergahında önemli bir aktör olmayı hedeflemektedir. Bundan dolayı da Suudi Arabistan ile doğrudan sınırı bulunan Yemen'in tamamını kontrol etmek kaçınılmaz görünmektedir.
Bugün BAE ile yaşadığı temel ihtilaf noktalarından biri de budur. Zira BAE (Suudi Arabistan'ın aksine) bölünmüş bir Yemen'den yana bir politika izliyor. BAE Suudi Arabistan'ın daha da büyümesini ve güçlenmesini çıkarlarına aykırı buluyor. Bunun daha da ötesinde, BAE Suudi Arabistan'ı kendisine karşı bir tehdit olarak görüyor. Bunu bizzat BAE'nin ABD'de görev yapan büyükelçisi Yusuf el-Uteybe de itiraf etmişti. El-Uteybe'nin sızdırılan ve yayınlanan e-postalarından birinde, Suudi Arabistan'dan “BAE'nin karşısındaki en büyük ikinci tehdit” olarak söz ediyor olması halen hafızalardaki yerini koruyor.
Husilerin son dönemde Suudi Arabistan'a yönelik gerçekleştirdiği operasyonlarda, İran'ın yanı sıra BAE'nin dolaylı tutumu/desteği de bundan dolayı dikkat çekiyor. Buradaki temel motivasyon, hiç kuşkusuz BAE'nin askerlerini çekeceğini açıklaması ve bunun yol açtığı psikolojik sonuçlar ve sahaya kaçınılmaz yansımaları olarak kendisini gösteriyor. Bu politikanın kendisi bile, aslında BAE'nin Suudi Arabistan'a karşı gerçek niyetini çok net bir şekilde ortaya koyuyor
BAE'NİN YEMEN ÜZERİNDEN SUUDİ ARABİSTAN HEDEFİ
Öncelikle, son dönemde tırmanışa geçen Suudi Arabistan-BAE ihtilafının sadece Yemen bazlı olduğunu söylemek ya da bu sorunla sınırlandırmak çok doğru olmasa gerek. Suudi Arabistan ile BAE arasındaki mezhepsel-ideolojik fikir ayrılıklarının daha ötesinde, taraflar arasında tarihi bir bölgesel hegemonya/liderlik mücadelesi var. Kuşak-Yol Projesi ile önemi daha da artan suyolları ve limanlar üzerinde hakimiyet sağlamak suretiyle, yeni jeopolitik ortamda iktisadi/ticari olarak daha da güçlenme arzusu da oldukça önemli bir yere sahip. BAE Suudi Arabistan'ın “ağabeylik” rolünü reddetmenin ötesinde, Arap dünyasının yeni ağabeyi olmaya soyunuyor. BAE'nin Körfez'den Kuzey Afrika'ya kadar uzanan ve Suriye dahil tüm kirli savaşların vazgeçilmez taşeron gücü ve alt taşeronların destekleyicisi olması da bu jeopolitik hırsından kaynaklanıyor.
Burada söz konusu ihtilafları Yemen ile birlikte göz önünde bulundurduğumuzda, karşımıza şöyle bir tablonun çıktığını görüyoruz: Suudi Arabistan, BAE'nin de katkılarıyla, Yemen ve bölgedeki diğer krizler üzerinden, aşamalı bir şekilde İran'la bir savaşa sürüklenmeye ve BOP'de öngörüldüğü üzere parçalara ayrılmaya çalışılıyor. BAE'nin Yemen'den askerlerini çekeceği açıklamasının akabinde gerçekleşen Aramco saldırıları ve “Allah'tan Gelen Zafer” operasyonundan sonra doğrudan doğruya İran'a işaret edilmesi bu açıdan oldukça dikkat çekici. Yemen, BAE'nin de dolaylı katkısıyla, Suudi Arabistan açısından bir bataklığa dönüşmeye başlamıştır.
BOP ARABİSTANI
Suudi Arabistan, amiyane tabirle “dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olmaya” başlamıştır. Daha da ötesi, “evini” kaybetmek üzeredir. Nitekim 4 Eylül 2019'da Suudi Arabistan'ın milli petrol şirketi Aramco tesislerine yönelik saldırılar ve Husilerin Suudi Arabistan'ın güneyindeki Necran'da 350 kilometrekarelik bir alanı 3 Suud tümenini etkisiz hale getirdikten sonra kontrol altına alması, Suudi Arabistan'ın ekonomik kayıplarından öte, çok daha ciddi bir güvenlik sorunuyla karşı karşıya olduğuna işaret ediyor. Savaş artık Suud topraklarında cereyan etmektedir ve Riyad'ın bunu bertaraf edebilecek bir askeri gücünün olmadığı anlaşılmıştır. Eğer böyle devam ederse, İran destekli Husiler üzerinden ülkede başlayan mezhep temelli çatışmalar, ekonomik temelli sosyo-politik birtakım kırılmaları, iktidar mücadelesini ve bir bölünmeyi beraberinde getirebilir.
Yukarıda da görüldüğü üzere Suudi Arabistan'ın, bölgedeki tüm krizlere dahil edilmek suretiyle, ABD-İsrail ikilisi ve bunların yürüttüğü proje karşısında, kaynakları bitirilmeye, gücü zayıflatılmaya, direnci kırılmaya ve önüne konulan “BOP Suudi Arabistanı” projesini kabul etmesi sağlanmaya çalışılmaktadır. İlginç olan ise İran ve BAE'nin izledikleri politikayla BOP'un hedeflerine, Suudi Arabistan boyutunda, dolaylı da olsa hizmet etmeleridir.
Yemen'deki iç savaşın Suudi Arabistan'ın geleceğini çok boyutlu bir şekilde tehdit etmeye başlaması, Riyad açısından Yemen sorununda farklı arayışlara yol açmış görünüyor. Zira “nasıl bir Suudi Arabistan” sorusu gündemdedir. Bundan ötürü Riyad önümüzdeki süreçte farklı birtakım adımlar atabilir. Zira Suud iç siyasetinde ve dış politikasında yaşanan birtakım gelişmeler de bunu fazlasıyla teyit ediyor. Nitekim İran'la başlatılan karşılıklı müzakere arayışları ve (ABD'nin yoğun baskılarına rağmen) bu ülkeyle doğrudan bir savaş ihtimaline karşı kendini gösteren temkinlilik dikkatlerden kaçmıyor. Son birkaç yıldır kendisini İran'la bir savaşa sokmaya çalışan her türlü provokasyonu ve girişimi şu ana kadar savuşturmuş olmakla birlikte, Suudi Arabistan'ın bu tavrı nereye kadar devam ettireceği bilinmiyor.
İRAN'IN YEMEN ÜZERİNDEN YÜRÜTTÜĞÜ BÖLGESEL HESAPLAR
Tam da bu noktada, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani'nin Birleşmiş Milletler 74. Genel Kurulu'nda, Suudi Arabistan'ın milli petrol şirketi Aramco'ya yönelik saldırıyla ilgili olarak “Suudi Arabistan'ın güvenliği Yemen'deki işgali sona erdirerek sağlanabilir; başkalarını davet ederek değil” demesi dikkatleri fazlasıyla çekmişti. Ruhani bu çıkışıyla Riyad'a müzakere elini uzatır görünüyor. Ruhani'nin bu çıkışı, hiç kuşkusuz Husiler ve ona destek veren İran'ın Yemen krizinde inisiyatifi ele geçirdiklerini bir kez daha gösteriyor. Tahran sahada elde ettiği bu avantajı diplomasi masasına taşımaya çalışıyor.
Körfez ülkeleri arasında güvenlik ve işbirliğini esas alan “Hürmüz Barış Girişimi”, bir diğer adıyla “Ümit Koalisyonu” da bunun bir sonucu. İran güvenlik doktrininin bir parçası olan girişim Basra körfezi, Hürmüz boğazı ve Umman denizindeki güvenlik ve barışın, bölge ülkelerinin katılımıyla gerçekleştirilmesini, enerji nakliyatı güvenliğinin bölge ülkelerince sağlanmasını garanti altına almayı vaat ediyor. Oysa İran bu girişimle, ABD'nin Körfez'de oluşturmaya çalıştığı ittifak/koalisyon girişimlerine karşı alternatif bir koalisyon öneriyor ve başta Irak ve Yemen'de olmak üzere, “Şii Hilali/Jeopolitiği” projesindeki kazanımlarını teminat altına almayı hedefliyor. İran'ın bu noktada bir taktik değişikliğine gittiği, tarafları tehdit etmek yerine, “ortak tehditler” üzerinden bir koalisyon çatısı inşa etmeye çalıştığı da ayrıca görülüyor.
NASIL BİR YEMEN? KİMİN YEMEN'İ?
Gelinen aşamada, Yemen konusunda iki tez bir kez daha gündemdeki yerini koruyor: Yemen'in bütünlüğü ya da ikiye bölünmesi. Suudi Arabistan Yemen'in bütünlüğünü savunurken BAE (denize bakan güney kısmını kontrol etmek kaydıyla) ülkenin ikiye bölünmesinden yana bir tutum sergiliyor. ABD ve İran ise üçüncü bir şıkkı gündeme getirmiş görünüyor: “Büyük Yemen”.
ABD'nin buradaki Suud topraklarının bir kısmını içine alan “Büyük Yemen” ile Suudi Arabistan'ı parçalara bölüp BOP'deki hedeflerinden birine daha ulaşmaya çalıştığını biliyoruz. İran da “Şii Hilali/Jeopolitiği” politikası kapsamında, Yemen'le Arap dünyasını bölme, Suudi Arabistan gibi güçlü bir rakibi bertaraf etme, Yemen üzerinden stratejik suyollarını kontrol etme ve Afrika'ya açılmayı hedeflemekte. Bu nedenle, kendi nüfuzu altındaki “Büyük Yemen” çıkarlarına daha uygun düşüyor. Hizbullah üzerinden “Lübnan Modeli” ve Haşdi Şabi üzerinden “Irak Modeli” paralel devlet inşalarında İran'ın büyük bir deneyim kazanmış olduğu görünüyor.
ABD ve BÜYÜK YEMEN PROJESİ
Yemen'de doğrudan müdahale yerine bölgedeki vekil aktörler üzerinden mevcut siyasetini mümkün mertebe devam ettirmeye çalışan ABD'nin hedefi ise yukarıda da ifade edildiği üzere “Büyük Yemen'dir”. ABD “Büyük Yemen” projesiyle şunları hedefliyor: 1. Arap dünyasındaki siyaseten bölünmüşlüğü daha da derinleştirmek ve aralarında yeni kan davaları oluşturmak; 2. İslam dünyasındaki bölünmüşlüğü pekiştirmek; 3. Kontrolden çıkma eğilimi gösteren Suudi Arabistan'ı BOP'de öngörüldüğü şekilde dizayn etmek ve bölgede yeni istikrarsızlık alanları oluşturmak; 4. Bölgeye daha güçlü bir şekilde yerleşmek ve “Amerikan Orta Doğusu”nda önemli bir jeopolitik/stratejik bölgeyi kontrol etmek; 5. Kritik suyollarını kontrol etmek ve böylece hem enerji güvenliğine hem de Kuşak Yol projesine yönelik elini kuvvetlendirmek.
ABD, bu hedeflerine ulaşıncaya kadar İran'ı kullanmaya ve gerekirse Yemen'i bölgenin Afganistan'ına dönüştüreceğe benziyor. Bu da Suudi Arabistan'ın Pakistanlaşması ile eşdeğer olacaktır. Yaşanan son gelişmelere bakıldığında, Riyad'ın sistematik bir şekilde her geçen gün daha da yalnızlaştırılması, başta ekonomisi olmak üzere çok boyutlu bir güç kaybına uğratılması, savaşın ülke içine taşınması, güvenlik sorunları ve iç siyasi krizler bu ihtimali güçlendiriyor. Bu da Yemen iç savaşına aslında BOP'de nasıl bir anlam/misyon yüklendiğini gözler önüne koyuyor.
Sonuç olarak, Yemen krizi bölgede yeni jeopolitik depremlere yol açacağa benziyor. Sorun Yemen boyutunu aşmış, bölgesel bir nitelik kazanmıştır. Suudi Arabistan üzerinden bölgesel bir savaş hedeflenmektedir ve ülke ciddi anlamda bölünme tehlikesiyle karşı karşıyadır. İran ve BAE Suudi Arabistan'a karşı adeta aynı safta bir görüntü arz etmektedirler. BAE'nin Yemen'den kuvvetlerini çekeceğini açıklaması, İran destekli Husilerin Yemen'in güneyinden çekilip kuzeye yönelmesinde ve Suudi Arabistan'a yönelik saldırılarını artırmasında moral-motivasyon bağlamında önemli bir rol oynamıştır. Şartlar Suudi Arabistan'ı Yemen krizinden/batağından çıkmaya zorlamaktadır. Riyad'ın bundan sonra atacağı adımlar kuşkusuz hem kendi geleceği hem de Yemen krizi açısından belirleyici olacaktır.