HÜDA PAR'dan haftalık iç ve dış gündem değerlendirmesi

​12 Eylül darbeci zihniyetin onur kırıcı uygulamalarının halen yürürlükte olduğuna dikkat çeken HÜDA PAR, değişken siyasi konjonktüre karşı “tesettürün anayasal güvenceye alınması” gerektiğini belirtti.

Ekleme: 24.09.2019 14:32:36 / Güncelleme: 24.09.2019 14:45:08 / Güncel / Diyarbakır Haberleri
Destek için 

HÜDA PAR Genel Merkezi tarafından yapılan haftalık iç gündem değerlendirmesinde; 12 Eylül darbeci zihniyetin onur kırıcı uygulamalarının halen yürürlükte olması, TÜİK’in açıkladığı işsizlik oranları, üniversite mezunu işsizlerin sorunları ve Suriyeli mültecileri hedefleyen nefret söylemleri gibi önemli konu başlıkları ele alındı.

CHP’li bazı belediyelerdeki kısıtlayıcı kuralların devreye konulmaya çalışıldığına dikkat çeken HÜDA PAR Genel Merkezi, İzmir’de "Gaziler Haftası" etkinliklerinde sunuculuk yapan başörtülü öğretmene yapılan protesto ile İBB’de sakal ve kılık-kıyafet konusundaki yasaklayıcı girişimlere tepki gösterdi.

2013 yılında Hükümetin açıkladığı “Demokratikleşme Paketi” ile kamuda başörtüsünü yasaklayan maddelerin kılık kıyafet yönetmeliğinden ayıklandığını ve böylece uzun bir süre bu yöndeki ayırımcı uygulamaların gündemden düştüğü hatırlatılan değerlendirmede, “Ancak CHP’nin eline geçen bazı belediyelerde medyaya yansıdığı kadarıyla yönetmelik hükümlerine dayanılarak sakal başta olmak üzere şimdilik erkeklerin kılık kıyafetlerini içeren yeni kısıtlayıcı kurallar devreye konulmaya çalışıldığı anlaşılmaktadır. Belediyelerde başlayan ve en son İzmir’de ‘Gaziler Haftası’ etkinlikleri kapsamında sunuculuk yapan bayan öğretmenin başörtülü olmasını gerekçe göstererek protestoda bulunan bir güruhun ortaya çıkması, başörtüsü ile ilgili yasak arzusunun hâlâ bazı kesimlerin hafızasında bir paranoya olarak diriliğini koruduğunu göstermektedir.” denildi.

“Yasal güvencenin oluşturulmaması başörtüsünü yeniden hedef haline getirmektedir”

“Yasal güvencenin oluşturulmaması başörtüsünü yeniden hedef haline getirmektedir. CHP’li belediyelerde sakal yasakçılığı ne yazık ki dayanağını yürürlükteki mevcut yönetmelikten almaktadır.” denilen değerlendirmede şu ifadelere yer verildi:

"1925’den 1960’lara, 1982’den 1997’deki 28 Şubat sürecine kadar farklı müdahalelerle değişikliklere maruz kalan ilgili yönetmelik, 1980 darbesi ve 28 Şubat post-modern darbesinin etkisiyle katı bir yasakçılık belgesi olarak uygulanagelmiştir. Yönetmelik, başörtüsü konusunda kesin yasaklayıcı hükümler içerirken, erkeklerle ilgili de son derece katı ve onur kırıcı denebilecek hükümler içermiştir. Mevcut hükümetin Ekim 2013’te başörtüsünü açıkça yasaklayan yönetmeliğin beşinci maddesindeki kısıtlamaları ilga etmesi olumlu bir adım olmasına karşın, sürekli mağduriyet alanı haline gelen kamuda başörtüsü hakkını yasakçılık karşısında güvence oluşturacak yasal bir zemine kavuşturmamış olması, değişken siyasi konjonktüre karşı tesettürü ve tesettürüyle kamu görevi yapmak isteyenleri savunmasız halde bırakmıştır.”

“12 Eylül darbeci zihniyetinin onur kırıcı uygulamaları halen yürürlüktedir”

Darbeci zihniyetin dayattığı kimi uygulamaların halen yürürlükte olduğuna dikkat çekilen değerlendirmede, “12 Eylül darbeci zihniyetinin saç boyundan ense tıraşına, bıyık ölçülerinden zorunlu günlük sakal tıraşına, kravattan giyilecek elbisenin rengine kadar çalışanlara onur kırıcı uygulamalar dayatan yönetmelik hükümleri ise halen yürürlüktedir.” denildi.

Hükümete, başörtüsünün anayasal güvence altına alınması çağrısında bulunulan değerlendirmede, “Aileyi koruma yasası olarak bilinen kanunda toplumumuzun örf ve adetleriyle asla bağdaşmayacak hal ve tavırlar karşısında bile kadına yönelik sözde ayırımcılığı önleme adına yasal dayanaklar oluşturan hükümet, dayatmacı yönetmeliği yürürlükten kaldırmalı ve bugün için fiili olarak uygulanan başörtüsü serbestliğini güvenceye alacak kanuni düzenlemeler yapmalıdır. Yapılan tüm çağrılara rağmen başörtüsüne yasal güvence sağlamaktan kaçınılması, yasakçılığı tekrar dayatmak için fırsat kollayan kesimlere açık kapı bırakmaktadır.” diye kaydedildi.

Artan işsizlik oranları ve üniversite mezunu işsizler

İşsizlik oranının bir önceki yıla göre yüzde 2,8 artarak yüzde 13’e yükseldiğini, işsiz sayısının da son bir yılda 938 bin kişi artarak 4 milyon 253 bine ulaştığını hatırlatan HÜDA PAR, “Genç işsizlik oranı da yüzde 24,8 olmuştur. Her dört gençten biri işsizdir. Üniversite mezunu olup iş bulamayanların sayısı milyonu aşmış vaziyettedir. Üniversite mezunlarına iş sahaları oluşturulmazsa beyin göçü kaçınılmaz olacaktır.” denildi.

İşsizliğe bir çözümün bulunması gerektiği ifade edilen değerlendirmede şöyle devam edildi: “Daha önce de defalarca dile getirdiğimiz gibi işin ehemmiyetine tekrar vurgu yapıyor ve diyoruz ki, bir an önce işsizliğe bir çözüm bulunmalı, özellikle diplomalı gençler başta olmak üzere işsizleri iş sahibi yapacak çözümler hayata geçirilmelidir. Artan nüfus, her gün büyüyen mezunlar kitlesi sosyal ve siyasal sorunlara sebep olmadan iş olanakları ile buluşmalıdır.”

“İktisat politikasının merkezinde sermaye değil insan olmalıdır”

İşsizlikle mücadelenin ve istihdam oluşturmanın, çok zor ve içinden çıkılmaz bir mesele olmadığına işaret edilen değerlendirmede, “Güven ortamının tesisi, öngörülebilirliğin oluşması gibi çoğu psikolojik bariyerlerden oluşan engellerin ortadan kaldırılması ile olumlu neticeler elde edilebilir. İktisat politikasının merkezinde sermaye değil insan olmalıdır. İnsan merkezli iktisat politikasında ekonomik büyümenin hedefi de istihdamı artırarak işsizliği mümkün olan en alt seviyeye indirmek ve refahı tabana yaymaktır.” ifadeleri kullanıldı.

Suriyeli mültecileri hedefleyen nefret söylemi linç kültürüne dönüşüyor

Geçtiğimiz gün Adana’da Suriyelilere yönelik saldırılara ilişkin yapılan değerlendirmede, “Türkiye’de birçok ilde Suriyeli sığınmacılara karşı gelişen linç girişimleri tehlikeli boyutlara varmış bulunmaktadır. En son geçtiğimiz Cuma akşamı Adana’da ortaya atılan taciz girişimi bahane edilerek hiçbir ilgileri olmadığı halde sığınmacılara yönelik sergilenen linç girişimi, büyüyerek toplumsal bir boyuta vardırıldı. Sığınmacıların ev ve işyerleri hedef alındı, dükkânları ve araçları ateşe verildi. Uzun bir zamandır Suriyeli sığınmacılara karşı planlı şekilde bazı siyasi figürlerin başını çektiği nefret söylemi, kimi medya organları ve sosyal medya platformları üzerinden planlı bir şekilde topluma pompalanmaktadır.” denildi.

“Tahrik edici iddialar sığınmacılara karşı toplumda bir nefret psikolojisi oluşturmaktadır”

Suriyelilere yönelik artan nefret söylemlerinin doğurduğu sonuçlara değinilen değerlendirmede, “Nefret söyleminin özü asılsız iddialar üzerine kurulu iken, bu tür iddialara teşne olan belli bir toplumsal kesimin Türkiye’de her zaman için mevcut olması, nefret söylemlerinin hedeflediği toplumsal linç kültürünü canlı tutmaktadır.  Son dönemde belirgin hale gelen ekonomik darboğaz ve buna bağlı artan işsizlik oranlarında nefretçi söylem sahiplerinin öncelikli sebep olarak Suriyeli sığınmacıları göstermeleri, ayrıca körüklenen nefret söylemlerine güç katmaktadır. Sığınmacıların tek kuruş vergi vermeden işyerleri işlettikleri, işe alındıkları, tüm masraflarının devlet tarafından ödenen vergilerle karşılandığı, üniversitelere sınavsız yerleştirilerek yerli öğrenciler karşısında avantajlı duruma yükseldikleri gibi aslı olmayan iddialar birer tahrik unsuru olarak sıklıkla tedavüle sokulmaktadır. Devlet yetkililerinin defalarca yalanlamış olmasına karşın sürekli şekilde bu tür tahrik edici iddialar piyasaya sürülerek sığınmacılara karşı toplumda bir nefret psikolojisi oluşturulmaktadır.” ifadelerine yer verildi.

“Örgütlü linç girişimleri daha dramatik sonuçlar doğurmadan etkili önlemler alınmalı”

Mültecilere yönelik saldırıların sonlandırılması için etkili önlemler alınması gerektiği belirtilen değerlendirmede “Nitekim en ufak bir hadisenin bile sığınmacılara karşı şiddete dönüşen toplumsal olaylara dönüşmesi, özenle döşenen nefret söyleminin ne denli tehlikeli bir öfkeye yol açtığını göstermektedir. Yaşanan toplumsal kalkışmalar bu olumsuz durumun kendiliğinden oluşmadığını, bunu organize eden örgütlü bir yapının var olduğunu da göstermektedir. Bu tür provokatif söylemler ve beraberinde getirdiği örgütlü linç girişimleri daha dramatik sonuçlar doğurmadan etkili önlemler alınmalıdır. Yargı makamları da kendiliğinden gelişen toplumsal hadiseler olmayan bu tür linç girişimlerini örgütlü suçlar kapsamında ele almalıdır.” ifadelerine yer verildi. (Ramazan Casuk-İLKHA)