Hüseyin Sağlam / Analiz / doğruhaber
Kanada gazetesi Toronto Star`a mülakat veren Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, hükümetin başörtüsü uygulamasını düzenleyen ceberut yönetmeliğiyle ilgili ilginç cümleler kullandı. Hükümeti katılık ve demokratik olmamakla suçlayan Gül, şu görüşlere yer verdi:
“Başörtüsü Türkiye`de hiçbir zaman bir direnişin sembolü ve bir mücadele unsuru olmamıştır. Bazı ailelerin kimi fertleri başörtüsü takarken diğerleri takmayabiliyor. Bu kişisel bir tercihtir ve son derece demokratiktir. Asıl, başörtüsünü yasaklayan hükümet katıdır ve demokratik değildir.”
Siz buna “Hükümete “Gül” Gibi Cevap!” deyin. Ama ben, “Yarabbi aklıma mukayyed ol!” diyeyim.
Niye mi?
Çok değil, daha iki sene önce Londra gezisine çıkan Abdullah Gül ve eşi Hayrunnisa Hanım, Ewrupa’nın cazibesine mi kapılmışlardı, ne? Hayrunnisa Hanım Londra’da gençlerin sorularını yanıtlarken bir gazetecinin ilköğretimde başörtüsü takma eğilimleri konusundaki görüşlerini sorması üzerine şu yanıtı vermişti:
“Siz buna inanıyor musunuz? Niye böyle bir şey yapsınlar ki? Cehaletten oluyor. Eğer öyle aileler var ise, biz onlara konuşarak ulaşacağız. Onları eğiteceğiz. Böyle bakmanız lazım. Önyargıyla bakarsak hiçbir sonuca varamayız. Hem niye o yaşta kız çocuğu başını örtsün? Farz olursa örter. O yaşta örtmez.”
Epeyce yankı uyandıran bu açıklama çokça tartışılmış, açıklamasıyla Hayrunnisa Hamın, başörtüsünü takanları aileleriyle beraber “Cuhela” kategorisine alarak hem “mükellefiyetin” yaşını ötelemiş, hem de adeta “başörtüsünü ben takıyorum ya, siz takmasanız da olur” demeye getirmişti.
Daha sonra yapılan açıklamalar bizzat Abdullah Gül’e de sorulmuş, “Hayrunnisa Hanım’a Gül gibi cevap” vermek yerine “Eşimin ilköğretimde başörtüsü olmaz sözlerine katılıyorum” cevabını tercih etmişti.
Bilahare bu mesele Başbakan Erdoğan’a sorulunca kendisinin bu konuda farklı düşündüğünü, seçimlerden sonra yapılacak yeni anayasayla herkesin istediği özgürlüğe kavuşacağını belirterek seçim ve seçim ertesi yeni anayasayı işaret etmişti.
Gün geldi, devran döndü. Seçimler yapıldı, yeni anayasa yılan hikâyesine döndü. Ama kılık-kıyafet yönetmeliği de yayınlandı. Neredeyse her şeye serbestiyet getirilirken başörtüsü bu kez Erdoğan hükümeti tarafından “Cuhela” çemberine alındı. Anlayacağınız, başörtüsü bir kez daha seçim malzemesi olarak tedavüle sokulduktan sonra AKP çöplüğüne atıldı.
Hafta içerisinde kendi partisinin istişare toplantısında konuşan Erdoğan, bakın mezkur yönetmelikle ilgili neler söyledi:
“Neymiş, laiklik elden gidiyormuş. CHP Genel Başkanı pedagogdan bahsediyor. Okullarda üniforma uygulamasının nerelere dayandığını bir gör. Okullardaki üniforma uygulamasıyla ilgili birkaç kitap karıştırırsan Hitler’i, İsmet İnönü’yü göreceksin… CHP bırakın ilkokulu, üniversitede dahi tek tip kıyafeti zorbalıkla savunmuş bir siyasi partidir…”
Evet, tektip üniforma konusunda Başbakan’ın CHP’ye söyledikleri sonuna kadar haklı. CHP, İnönü ya da Hitler faşizmi.
İyi de yayınlanan yönetmelikle beraber okullarda harekete geçen yönetmelik magandalarının öğrencilere imzalatmaya çalıştığı sözleşmedeki “Hatamdan dolayı öğretmenim tarafından uyarıldım ama bu hatamı tekrarladım. Hatamı anladım, kılık kıyafet kurallarına uymadığım için özür diliyorum. Bir daha bu davranışımı tekrarlamayacağıma ve tüm kurallara uyacağıma dair söz veriyorum” cümleler, hangi partinin, hangi diktatörün, hangi milli şefin faşizmi olarak tarihe geçecek?
CHP’nin mi, İnönü’nün mü, Hitler’in mi? Yoksa..?
Ve Abdullah Gül. Dün eşinin hatırına başörtüsünden feragat ederken bugün yönetmelik çerçevesinde hükümeti katılıkla, demokratik olmamakla suçlamaktadır. Yarın kimin ne diyeceği ya da kimin ne yapacağı bu şekille meçhule sürüklenirken;
Yetti gayri! “Durdurun dünyayı, inecek var!” demekten başka ne diyebiliriz ki!