Suudi Arabistan'ın Çin ve Rusya'yla ilişkileri taktik mi strateji mi

Suudi Arabistan, Kral Selman bin Abdulaziz'in yönetime geçmesinden bu yana ABD'nin desteğini arkasına almak için Çin ve Rusya ile olan ilişkilerini geliştirme taktiği izliyor.

Ekleme: 23.06.2019 18:39:11 / Güncelleme: 23.06.2019 18:41:52 / Dünya
Destek için 

İstanbul / Muhammed Abid / Analiz

Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdulaziz'in 2015'te iktidara gelmesinden bu yana Suudi Arabistan ile Rusya ve Çin arasındaki ilişkilerde hızlı bir dönüşüm yaşandı.

ABD merkezli CNN'nin 5 Haziran tarihli haberine göre, Beyaz Saray, Riyad yönetiminin, Pekin'in desteğiyle balistik füze programı geliştirme konusunda hızlı adımlar atmaya başladığı yönünde istihbarat bilgilerine ulaştı. Bu durum ise ABD'nin son yıllarda bölgede balistik füzelerin yayılmasını sınırlandırma çalışmalarıyla çatışıyor.

Suudi Arabistan, Kral Selman bin Abdulaziz'in yönetime geçmesinden bu yana ABD'nin desteğini arkasına almak için Çin ve Rusya ile olan ilişkilerini geliştirme taktiği izliyor.

Söz konusu haberde, Suudi Arabistan'ın, Çin'le yaptığı büyük anlaşmalar kanalıyla balistik füze alanındaki teknolojik kapasitesini geliştirdiği ve altyapısını genişlettiği ifade edilirken, istihbarat kaynakları bunu Riyad yönetiminin, nükleer bombaya sahip olma çalışmasıyla ilişkilendirdi.

Pekin'in, altyapı ve teknolojik destek sunması ikili ilişkilerde büyük bir gelişme yaşandığını gösteriyor zira Suudi Arabistan özellikle 2007'den bu yana Çin'in balistik füzelerinin müşterisi sayılıyor. Ancak atılan son adım, alışveriş sözleşmelerini fazlasıyla aşan bir çeşit "ortaklık" eğilimini yansıtıyor.

ABD, İran ile ilişkilerin gerildiği bir ortamda Suudi Arabistan ile ilişkilerinin bozulmasını istemediğini ifade ederken Riyad yönetimi de bölgesel meselelerde ABD'nin oynayacağı role bel bağladı.

ABD 1990'lı yıllarda, Çin'in, bu füzeleri üretebilme kabiliyetini Pakistan'a ihraç etme çalışmalarına yaptırım uygulamıştı. Çünkü bu füzelerin yayılımı ABD nezdinde hassasiyete sebep oluyor ve dış politikada önemli bir yer işgal ediyor. Bu da Riyad yönetiminin, attığı bu adımla ABD'nin kırmızı çizgilerini aştığı anlamına geliyor.

Aslında ABD için, Suudi Arabistan-Çin yakınlaşmasında bundan daha tehlikeli gelişmeler de yaşandı. İki ülke geçen yıllarda ticari işlemlerde (2017 yılı itibarıyla ticaret hacmi 47,4 milyar dolar) dolar yerine yuan ve riyali kullanma konusunu ciddi bir şekilde gündeme almaya başladı, bu da ABD ulusal para biriminin uluslararası sahadaki prestijini sarsan bir durum.

Bunların yanı sıra Kral Selman Çin'e resmi ziyarette bulunan ilk Suudi Arabistan kralı oldu. Mart 2017'de gerçekleşen ziyarette taraflar, aralarında Suudi Arabistan'da insansız hava araçları (İHA) üretecek bir Çin fabrikası kurulmasının da olduğu 65 milyarlık anlaşmalar imzaladı.

Kral Selman Çin'in ardından aynı yıl ekim ayında Rusya'ya tarihi bir ziyaret gerçekleştirdi. Bu ziyaret, iki ülke, Suriye'de karşı saflarda yer almalarına, petrol piyasasındaki mücadeleye ve Suudi Arabistan'ın Sovyetler Birliği'ne karşı "mücahitleri" desteklediği 1979-1989 Afganistan savaşı döneminde yaşanan düşmanlığa rağmen gerçekleşti.

Taraflar Moskova'da, silahlanmanın 3 milyar dolarla aslan payını oluşturduğu bir dizi anlaşmaya imza attı. Suudi Arabistan bu anlaşmalarda, Rus savunma teknolojilerini ülkeye getirme ve ABD'nin, Türkiye'nin elde etmesini istemediği S-400 savunma sistemlerini satın alma üzerinde odaklandı.

İki ülke ayrıca ABD Başkanı Donald Trump'ın petrol fiyatlarının düşürülmesi talebine ve Suudi Arabistan'ın ağırlığı bulunan Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütünün (OPEC) oynadığı role sürekli olarak saldırmasına rağmen uluslararası piyasada petrol fiyatlarını yüksek tutma konusunda yakın bir koordinasyon içine girdi.

Bunları, Rusya ile Suudi Arabistan arasında yakınlaşma emareleri izledi. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı'nın 2018'de İstanbul'daki Suudi Arabistan Başkonsolosluğunda öldürülmesi olayında Veliaht Prens Bin Selman'ı destekleyen bir tavır sergiledi.

Washington'la ilişki dengesi

Suudi Arabistan ile ABD arasındaki stratejik ortaklık ve Suudi Arabistan'ın bu ortaklığı geliştirme çalışmalarının ışığında tüm bu gelişmeler bazı soru işaretleri doğuruyor.

ABD, Suudi Arabistan petrolünün en büyük ithalatçısı olmamasına rağmen bu petrolün uluslararası piyasaya ulaşmasını garanti altına alan bir ülke konumunda. Bunun yanı sıra Washington, geçen yıllarda yaşanan sıcak gelişmelerde Suudi Arabistan'ın ulusal güvenlik denkleminde de önemli rol oynadı.

ABD-Suudi Arabistan ortaklığı soğuk savaş döneminde stratejik ittifaka dönüşmüştü. Riyad yönetimi, o dönemde, Moskova'nın bölgedeki nüfuzuna karşı Washington ile doğrudan iş birliği yapmıştı. Bugün gelinen noktada bu ittifakın İran'ın nüfuzu karşısında yeniden kurulması konuşuluyor.

Bunun da ötesinde, özellikle Bin Selman'ın sahneye çıktığı 2017'den sonra yayımlanan pek çok haberde, onun hanedan ailesi içinde geniş bir muhalefetle karşılaştığı ve rakipleriyle mücadelede ABD desteğini arkasına almaya çalıştığı, bu nedenle Arap dünyasında hassasiyeti bulunan, Filistin meselesi gibi konularda çok büyük tavizlerde bulunabileceği bilgisi yer aldı.

Tüm bu hesaplar göz önüne alındığında iki taraf arasındaki ilişkilerin halihazırda en üst seviyede olması gerekiyor. Üstelik Riyad da hiçbir şekilde bu ilişkiye bir zeval gelmesini istemiyor. Bu da Suudi Arabistan'ın Rusya ve Çin ile olan yakınlaşmalarının stratejik bir eğilim değil taktik hanesine yazılması gerektiğini gösteriyor.

Eksik güven

Körfez ülkeleri ile Trump liderliğindeki ABD yönetimi arasındaki güçlü ilişkilere rağmen, Washington, elinde Suudi Arabistan'ı tehdit edeceği kozlar olduğunun sinyalini veriyor.

Bu kozların ilki, Suudi Arabistan ile terörün ilişkilendirildiği 2009 yılında gün yüzüne çıktı. 2016 yılında ise 11 Eylül 2001'deki saldırılarda ölenlerin yakınlarının Suudi Arabistan'a dava açabilmesine olanak sağlayan Terörizme Destek Verenlere Karşı Adalet (JASTA) adlı yasa çıkarıldı. Bu yasa Kongre'deki Cumhuriyetçiler ve Demokratların tamamı tarafından desteklendi.

ABD 2015'te İran ile nükleer anlaşmaya imza attı ve Tahran yönetimine yönelik ekonomik yaptırımlara son verildi. Bu da, İran'ın, bölgedeki nüfuzunu Suudi Arabistan'ın çıkarlarını tehdit edecek şekilde genişletme çalışmalarında en üst noktayı temsil ediyordu.

Kaşıkçı davası da ABD'ye Suudi Arabistan aleyhinde başka bir koz -henüz kullanılmamış olsa da- sundu. Suudi Arabistan'ın Yemen'de işlemiş olması muhtemel suçlarla ilgili yürütülen soruşturmalar ve ülkenin insan hakları konusundaki genel durumu da ABD'nin elindeki diğer kozlar arasında yer alıyor.

Ancak Trump, "İran ile gerilimin yaşandığı, Suudi Arabistan yatırımlarını kaybetmenin göze alınamadığı ve yine Suudi Arabistan'ın Rusya ve Çin lehine anlaşmalara imza attığı bir dönemde Riyad ile ilişkilerini bozmak istemediğini" gerekçe göstererek bu meseleleri görmezden geldi.

Bu da, Suudi Arabistan'ın, Batı'nın onunla müttefik kalmasını sağlamak için Doğu'ya yöneleceği sinyalini veriyor. Ama bu, hesaplarda yapılacak en ufak bir hatada beklenmeyen sonuçlar doğurabilecek hassas bir oyun. Ayrıca ABD, 1970'lerde olduğu Suudi Arabistan petrolüne ilgi göstermiyor. Yine ABD ile Tahran da bir gün yeni bir nükleer anlaşmaya imza atabilir.

Suudi Arabistan ise bölgedeki politika ve eğilimlerine muhalefet edecek herhangi bir tarafın yanı sıra İran'ı da köşeye sıkıştıracak herhangi bir adım atmayıp ABD'nin rolüne güveniyor. Bu durum da, ABD'nin, Suudi Arabistan da dahil olmak üzere bölge ülkelerinin kaderi üzerindeki tahakkümünü derinleştiriyor.

Bu eksik güven ilişkisine rağmen Suudi Arabistan'ın politikaları ABD'nin eğilimlerine bağlı. Bu da ülkenin çıkarlarının korunmasının uzun vadede seçeneklerin ve ortaklıkların gerçek anlamda çeşitlendirilmesi ve taktikten stratejiye geçilmesini gerekli kılıyor.

Kaynak, AA