Muhammed Mursi'nin şehadeti, AB'nin çok yüzlülüğünü gösterdi

Mısır'da ülkenin seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'nin şehadeti, ordunun yönetime el koymasını "darbe" olarak nitelendirmek bir yana "yeni bir fırsat" şeklinde görerek ülkede demokrasinin katlini meşrulaştıran Avrupa Birliğinin (AB) ikiyüzlülüğünü bir kez daha hatırlattı.

Ekleme: 18.06.2019 12:16:21 / Güncelleme: 18.06.2019 13:03:41 / Analiz
Destek için 

LONDRA

Mısır'daki darbe, sonrasındaki süreç ve Muhammed Mursi'nin vefatı, AB'nin "işine geldiğinde" insan hakları ve demokrasi ihlallerine karşı sessiz kalmasının en net örneklerinden biri olarak kayıtlara geçti.  

AB, Mısır'da Mursi'yi Cumhurbaşkanlığından zindana götüren, nihayetinde de mahkeme salonunda öldüren süreçteki tavrıyla "meşhur" insan hakları söyleminin zamanı geldiğinde bir laftan ibaret olduğunu gösterdi.

Mursi'nin vefatıyla ilgili henüz bir açıklama yapmayan AB ve kurumlarının, Mısır'da neredeyse darbeyi alkışlayan hatta çağıran tavrı, ordunun yönetime el koymasından önce ortaya çıktı.

Darbe tehdidi varken Mursi eleştirildi

3 Temmuz 2013'daki darbeden saatler önce Avrupa Parlamentosu (AP) Genel Kurulu'nda yapılan Mısır'daki olaylara ilişkin oturumda, "Mursi'nin halkının beklentilerine cevap veremediği, sadece Müslüman Kardeşler'in Cumhurbaşkanı gibi hareket ettiği ve AB desteğini hak etmediği" mesajı verildi.

Oturumda Hristiyan Demokratlar adına konuşan Jose Ignacio Salafrancas, "Mısır, kaderine terk edemeyeceğimiz bir ülke." derken, karar taslağında ordunun ültimatomu not edilmekle yetinildi.

Ne "darbe" ne de "askeri müdahale" dendi

AB'den ordunun müdahalesi sonrası, yapılan ilk açıklamada ise ne "darbe" ne de "askeri müdahale" ifadesine yer verildi.

Dönemin AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton, "Umarız yeni yönetim bütünüyle kapsayıcı olur." diyerek ülkenin seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı Mursi hükümetini sonlandıran yapıyla çalışmaya hazır oldukları mesajını verirken, orduyu eleştirmekten de kaçındı.

"Ordu, Mısır toplumunun yeterli desteğiyle reaksiyon gösterdi"

Ashton'ın sözcülerinden Maja Kocijancic de Mısır'da ordunun müdahalesiyle ilgili "Silahlı kuvvetler yükselen tansiyon ve artan kutuplaşmaya cevap olarak Mısır toplumunun yeterli desteğiyle reaksiyon gösterdi." ifadesini kullandı.

"Darbe, yeni bir fırsat"

AP Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Alman Hristiyan Demokrat Elmar Brok da Mısır'da ordunun yönetime el koymasıyla gelişen süreci, "yeni bir fırsat" olarak gördüğünü belirtti. Almanya Başbakanı Angela Merkel'e yakın bir isim olan Brok, yaptığı yazılı açıklamada, AB'nin Mısır'da demokrasi için yakalanan bu "ikinci şansa destek vermesini" istedi.

Mısır halkı için "bu yeni fırsatın" hızla serbest ve özgür demokratik seçimleri beraberinde getirmesi gerektiğini söyleyen Brok, AB'nin darbeci yönetime en kısa sürede yardım önerisi yapmasını da talep etti.

"Ordunun müdahalesini memnuniyetle karşıladım"

AP Dış İlişkiler Komitesi'nde Muhafazakarlar ve Reformistler Grubu adına konuşan İngiliz üye Charles Tannock, "Mısır'da ordunun müdahalesini memnuniyetle karşıladım." dedi. Tannock, Mısır ordusunun, kan dökülmesini ve muhtemel bir iç savaşı engellemek için büyük halk desteğiyle müdahalede bulunduğunu savundu.

"Olan oldu"

Dönemin Fransa Dışişleri Bakanı Laurent Fabius, "darbe" ifadesini kullanmaktan kaçınırken, orduyu da kınamadı. Fabius'nun açıklaması, "özgürce seçim yapılabilecek bir takvim" çağrısıyla sınırlı kaldı.

Dönemin İngiltere Dışişleri Bakanı William Hague da kınamadıkları darbeye ilişkin, "İleriye bakmak durumundayız. Olan oldu." değerlendirmesinde bulundu.

Eski İngiltere Başbakanı ve Ortadoğu Dörtlüsü Temsilcisi Tony Blair da ordunun başka şansı olmadığını, aksi halde ülkenin kaosa sürükleneceğini iddia ederek kanlı müdahaleyi meşrulaştırdı.

İdamların ardından AB ile zirve

AB ve üye ülkelerin darbe yanlısı tavrı, Mursi idamla yargılanırken hatta birçok muhalif dar ağacına yollanırken de devam etti. Bu ikiyüzlü tavır, geçen şubat ayında, 9 gencin idamından sadece bir hafta sonra Mısır'da Avrupa Birliği-Arap Birliği Zirvesi düzenlenmesiyle iyice ayyuka çıktı.

Darbeci Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi ile AB Konseyi Başkanı Donald Tusk'un beraber başkanlık ettiği zirvenin katılımcıları arasında AB Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker, AB Dışişleri ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini, Almanya Başbakanı Angela Merkel, İngiltere Başbakanı Theresa May, İtalya Başbakanı Giuseppe Conte, Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras ve Macaristan Başbakanı Viktor Orban yer aldı. Bazı AB ülkeleri ise dışişleri bakanı düzeyinde katılım sağladı.

AB, diktatörlerle yan yana

AB Komisyonu Başkanı Juncker, zirvede kendisine yöneltilen "diktatörlerle bir araya gelmekten rahatsızlık duyuyor musunuz" şeklindeki soruya sadece "evet" diyerek konuyu geçiştirirken, AB Dışişleri ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Mogherini de eleştirilere karşı insan hakları konusunu sürekli gündemde tuttuklarını savundu.

Ancak AB liderleri, zirveye katılımlarıyla sadece eli kanlı Sisi yönetimini meşrulaştırmakla kalmadı, yapılan zulümler karşısında da susacaklarını gösterdi.

"İkiyüzlüyüz" itirafı

AA muhabirinin, "AB'nin, Mısır'da 9 gencin idam edilmesinin ardından Şarm es-Şeyh'te düzenlenen zirveye üst düzey katılımını ve konuya ilişkin resmi açıklama yapmaktan kaçınarak sessiz kalmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?" şeklindeki sorusu üzerinde AP Başkan Yardımcısı Pavel Telicka itirafta bulunmak zorunda kaldı.

AB'nin bazen ikiyüzlü davrandığının söylenebileceğini kaydeden Telicka, "Biz dünya polisi de değiliz. Sorumluları cezalandırmakla yükümlü değiliz. Aynı zamanda Birleşmiş Milletler (BM) var. BM ile daha yakın çalışarak girişimlerimizi güçlendirebiliriz." dedi.

Mısır'daki darbe, sonrasındaki süreç ve Mursi'nin vefatı, AB'nin "işine geldiğinde" insan hakları ihlallerine karşı sessiz kalmasının en net örneklerinden biri olarak kayıtlara geçti.

Kaynak, AA