Güneydoğu Asya `Bahar`a Gebe!

"Ilımlı İslam" mübtelalarını saran seçim heyecanı sonucunda Obama yeniden başkan seçildi. Obama`nın seçilmesi, önümüzdeki dönemde de Amerikan müdahaleciliğinin "Yumuşak güç" şeklinde yürürlükte kalacağını gösterdi.

Ekleme: 25.11.2012 15:05:00 / Güncelleme: 25.11.2012 15:05:00 / Siyaset Gemisi
Destek için 
Hüseyin Sağlam / Analiz
 
Obama, seçildiği ilk dönemde ayağının tozuyla önce Türkiye, sonra Mısır’a ayak bastı. İslam dünyasına seslendi, sizinle barışmaya geldim mesajını vermeye çalıştı. Amerika’nın çoktan beri düşünüp de uygulamaya koymaktan korktuğu “İslamcı muhalefetle uzlaşma”nın startını verdi. “Bahar” tadında başlayan yeni süreç üzerinde ne derecede kontrol sağladığı ya da sağlayacağı henüz tartışmalı iken bölge meselelerinin merkezi konumundaki Filistin sorununa tatmin edici bir izahat getirmedi. Filistin üzerinden boşluğa düşen Obama’nın imdadına yine “Ilımlı cephe” yetişti ve israilin terörist politikalarından rahatsız olduğu fısıltıları kulaktan kulağa yayılmaya başlandı. Buna şahit olarak da derisinin/maskesinin siyahlığı gösterildi.

Oysa “Siyah maske”nin içinin aslında “israilin meşru savunma hakkıyla” dolu olduğu ortaya çıktı çıkmasına ama “Atı alan Üsküdar’ı geçti” misali, “Ortadoğu’yu karıştıran Güneydoğu Asya’ya geçmişti” bile.

Neticede Obama, Filistin’i de unutmuş değildi. Filistin sorununa biçtiği çözüm ise, stratejik ortaklar ile geleneksel Arap kralcıklarının ortak çabalarıyla çerçevesi çizilerek “Bahar”la eşleştirilen yeni küresel vizyona eklemlenmesini sağlamak olarak belirlemişti.

Ve Obama’nın ikinci dönemi. Başkan olarak seçilen ABD başkanlarının yapacakları ilk yurt dışı gezileri, aynı zamanda küresel vizyondaki politik gidişatın da habercisi niteliğini taşımaktadır. Bu nedenle Obama’nın yine İslam dünyasına yöneleceği, yine barış dolu mesajlar vereceği noktasında “Ilımlı cephe” hayli umutluydu. Ancak umutlar karşılık bulmadı ve Obama daha uzaklara, Güney Doğu Asya denilen bölgeye ayak basmayı yeğledi.

Aslında ABD’nin Güney Doğu Asya yönelimi sürpriz değildi. Nitekim Amerika’nın 2020 vizyonunun bu bölgeye ayarlandığı bilinmekteydi. Ekonomik potansiyelin parlayan yıldızına dönüşen bölgeye dadanmanın ön hazırlıkları olarak Amerika, askeri alanda bir takım planlamalara gitmişti. Dünyadaki askeri üslerinin ağırlığını bu bölgeye kaydırdı. Avustralya, Filipinler, Japonya gibi yerlerdeki üslerin kapasitesini artırma çalışmaları başlattı, bölgenin ekonomi devine dönüşen Çin’i çevreleyen irili ufaklı diktatörlüklerle iş tutmaya başladı.

Hindistan’la ilişkileri ilerletirken, aynı zamanda darbe sonucu ilişkisini bozduğu Myanmar’la çelişkilerini bir çırpıda düzeltiverdi. Önce Clinton bölgeye giderek kuyruk salladı. Şimdi de Obama, ilişkileri şekillendirmenin final müsabakası olarak seyahat gerçekleştirdi.

Gittiği ülkeler, Tayland, Myanmar ve Kamboçya. Çin’i abluka altına alma stratejisi için en uygun üç ülke. Obama’nın siyahi rengi hürmetine İslam dünyasında fırtınalar koparken, Tayland ve Myanmar’da son süreçte Müslümanlara yönelen asimilasyon ve katliam politikalarının pervasızca sürdürülüyor olmasını birbirinden ayrı değerlendiremezsiniz. Obama bu ülkelerde insan hakları ve demokratik gelişim süreçlerine övgüler yağdırdı, Myanmar hükümetine ayrıca maddi bağışta da bulundu. Çünkü Obama’ya göre Myanmar özgürlüklerin gelişiminde iyi yoldaydı. Aynı şekilde Tayland da Müslümanlara kıyım uygulayan ikinci bir ülke olarak Obama’nın göz bebeği olmuştu. Ne Tayland’da ne de Myanmar’da Müslümanlara uygulanan soykırım politikaları ise asla gündeme gelmedi, özgürlük ve insan hakları dairesinin içerisine alınmadı.

Peki Çin ne yapıyor? Aslında Çin, bu durumun farkında. Amerika’nın bölge kaynaklarına göz dikmesinin yanı sıra kendi çevresini kuşatmaya almasının kendisi için oluşturduğu tehlikeyi iyi sezmekte. Bölgeye Amerikan müdahaleciliğinin bizzat Çin’in içerisinde de yankı bulacağını, rejimin baskılarından kurtulmak isteyen özellikle özerk bölgelerin hareketleneceğini iyi kavramakta. Hatta bölgeyi tetikleyecek bir “Bahar” dalgasına karşı korunaksız olduğunun da farkında.

Bu bakımdan “Bahar” havasının Suriye sınırlarını aşmaması noktasında BM nezdinde takındığı tavır, aslında Suriye sahasından ziyade, kendi sınırlarında fırtınalar koparacak olası bir “Bahar” havasını bloke etme hesaplarına dayalı. Bundandır ki sadece ekonomik gelişime önem vermekten hareketle uluslararası siyasi meselelerde hep çekimser ya da geri planda kalmayı tercih eden Çin yönetimi, Suriye sahasında birden atağa kalktı ve Amerika’nın tüm ısrarlarına rağmen Suriye’ye yönelecek hiçbir karar tasarısının geçmesine müsaade etmedi.

Amerika, kem politikalarını gerçekleştirmek için hep diktatörlüklerle iş tuttu. İslam dünyasında Arap diktatörlerle iş yürüten Amerika, Güney Asya politikasında da Budist diktatörlerle iş tutma yoluna girmiş bulunmakta. Siyasi, ekonomik ve askeri alanlarda ikili anlaşmalarla ilişkilerin boyutunu artırmakta. Çin ise henüz belirgin bir reaksiyon vermiş değil.

Bakalım yeni dönemin güç merkezine dönüşecek bu bölgeyi ne tür badireler beklemektedir, hep beraber göreceğiz.
Ancak şimdiden şunu öngörmek mümkün. Bölgeyi ciddi bir felaket beklemektedir. Çünkü Amerika’yı memnun edecek düzen, eski düzenin dağıtılması, bu anlamda çatışmaları körükleyecek her türlü çelişkilerin piyasaya sürülerek bir kurtarıcıya gereksinim duyulmasının sağlanması olacaktır.