HÜDA PAR Genel Merkezi, iç gündeme ilişkin yaptığı değerlendirmede ekonomik sistem ve yüksek sınav ücretleri konularını masaya yatırırken dış gündem değerlendirmesinde ise Afganistan'daki saldırılar, işgal rejimiyle normalleşme adımları ve Büyük Dönüş Yürüyüşü başlıklarında önemli görüşleri dile getirdi.
TÜİK'in şubat ayı itibariyle açıkladığı ithalat ve ihracat istatistiklerine dair görüşlerin sunulduğu değerlendirmede, bir İslam ülkesi olan Türkiye'nin dış ticaretinin küresel sömürgeci ülkelerle olması eleştirildi.
TÜİK'in şubat ayına ait ihracat ve ithalat rakamlarının hatırlatıldığı gündem değerlendirmesinde "TÜİK, şubat ayına ait ihracat ve ithalat rakamlarını açıkladı. Bu rakamlara göre genel ticaret istatistiklerinde ihracat 2019 yılı şubat ayında bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 3.7 artarak 14 milyar 308 milyon dolar oldu. İthalat ise yüzde 19.2 azalarak 16 milyar 56 milyon dolar olarak gerçekleşti. Bu rakamlara göre, bu ayda ihracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 89.1 olarak gerçekleşmiş oldu. TÜİK'in bu rakamları, dış ticaretin iyi yolda olduğunu göstermekle birlikte, reelde de böyle olmasını ve sürdürülebilir hale gelmesini temenni ediyoruz. Ticaret yapılan ülkeler ise ithalatta sırasıyla Rusya, Çin ve ABD ilk sırayı alırken Almanya, Birleşik Krallık ve İtalya en fazla ihracat yapılan ülkeler oldular. Bir İslam ülkesi olan ve İslam coğrafyasının neredeyse merkezinde yer alan Türkiye'nin ithalat ve ihracatının binlerce km uzaklarda bulunan küresel sömürge sermayesinin temsilcileri olan ülkelerle olması, Türkiye ekonomisinin aslında iyi bir yolda olmadığının önemli bir göstergesidir. Hemen yanı başımızda yer alan komşu ülkeler ile ticaret yapmak maliyet, nakliyat ve zaman açısından çok daha avantajlı olduğu halde küresel ekonomiye bağımlı hale gelinmiş olması üzüntü vericidir." denildi.
"Türkiye ekonomisi yerli ve milli değildir"
Üretim ve ihracata dayalı yerli bir ekonomik sisteme geçilmesi tavsiyesinde bulunulan iç gündem değerlendirmesinde, "Her seferinde IMF gibi sömürgeci iktisadi kuruluşlarla çalışmak zorunda kalınmadığı ile iftihar ediliyor. Ancak yanı başımızda yer alan komşu Müslüman ülkelerle ticaret yapamayacak durumda olmamız görmezden geliniyor. Ekonomik sömürü sisteminin en büyük silahları olan temel ihtiyaçlarda dahi dışa bağımlı kalınması, faiz ile dolara olan mahkumiyet ve bankacılık sistemi Türkiye ekonomisinin de ana sacayakları halini almıştır. Dövizin günlük sert iniş çıkışları ile piyasaları rahatlatacak ekonomik düzenlemelerin uygulamaya konulamamasının nedeni yerli ve toplumumuza özgü bir ekonomik sisteme sahip olunmadığı içindir. Kabul edilmesi gerekir ki, Türkiye ekonomisi yerli ve milli değildir. İstisnasız her krizde, orta ve alt seviyedeki halk kitleleri daha da fakirleşip alım güçleri zayıflarken bankacılık sektörü ise astronomik kâr oranları ile her geçen gün devleşmektedir. Sahil-i selamete ulaşmak için üretim ve ihracata dayalı yerli bir ekonomik sisteme geçilmesi, küresel sermaye sisteminin cenderesinden kaçınılması gerekir." ifadeleri kullanıldı.
Öğrencilerden alınan yüksek sınav ücretleri
Eğitim sisteminin bir türlü istenilen mecrada gitmediğine işaret edilen değerlendirmede, "Türkiye'deki eğitim sisteminin açmazlarından bir tanesi de sınav sisteminin bir türlü mecrasını bulmamasıdır. Neredeyse her yıl değişen sınav mevzuatı, genel anlamda eğitimin mecrasını bulmamasının bir sonucudur. Veli ve öğrenciler açısından önemli bir sıkıntı da sınavlardan alınan yüksek ücretlerdir. Velilerin ve eğitim camiasının bu yüksek sınav ücretlerine gösterdikleri tepki, elbette ki yerinde ve haklı bir tepkidir." denildi.
"Sınav ücretlerinin ya devlet tarafından karşılanması ya da makul bir seviyeye çekilmesi gerekir"
ÖSYM'nin devasa bir finans kuruluşuna dönüştürüldüğüne dikkat çekilen gündem değerlendirmesinde şu ifadelere yer verildi:
"ÖSYM'nin 2018 yılı faaliyet raporuna göre kurum, yıl içinde merkezi sınavlardan 113 milyon 788 bin TL kâr elde etmiştir. ALES için 180, YDS için 240, YKS için de her oturumdan 50'şer TL ücret alınması, asgari ücretin açlık sınırı altında kaldığı ve bir milyon işsiz üniversitelisi olan bir Türkiye için ağır bir külfettir. Sınavların neredeyse tamamının merkezi sınav sistemi bünyesinde yapılması ve yerleşmelerin kahir ekseriyetinin zorunlu olarak sınavlara tabi tutulması, ÖSYM'yi aslında devasa bir finans kuruluşuna dönüştürmüştür. Bu ücretler nedeniyle oluşan toplumsal tepkilere ÖSYM'nin, girdilerin fazlalığını ve yüksek sınav maliyetlerini gerekçe olarak göstermesi kamuoyunu tatmin etmemiştir. İşsizlik oranlarının yüksek olduğu ve sürekli sınavların yapıldığı ülkemizde halkın gelir durumu göz önüne alınarak; sınav ücretlerinin ya devlet tarafından karşılanması ya da makul bir seviyeye çekilmesi gerekir. Sosyal devlet olmanın da gereği budur.
Afganistan'daki saldırılar
ABD'nin, Afganistan'daki saldırılarına değinilen dış gündem değerlendirmesinde, "16 Mart 2019'da Afganistan'ın Kunduz şehri Teluke bölgesinde sivillerin yaşadığı alanlara düzenlenen hava saldırısında, ülkenin başka bir bölgesinden çatışma nedeniyle ayrılmak zorunda kalan bir aileden 10 çocuk hayatını kaybetti. Kabil yönetimi tarafından, ABD ve Taliban arasında yürütülen barış görüşmelerinde; yabancı güçlerin Afganistan'dan çekilmesi ve ülke topraklarında başka grupların tehdit oluşturmaması konularında anlaşma sağlandığı açıklanmıştı. Ancak sivillere yönelik düzenlenen hava saldırıları, ülkede şiddetin sonlandırılmayacağına dair izlenim uyandırmaktadır." denildi.
Afganistan'da sivillerin bilinçli olarak hedef alındığına dikkat çekilen değerlendirmede, "ABD'nin istikrar vaadiyle gerçekleştirdiği Afganistan işgali, Afganistan'ı daha büyük bir kaosa sürüklemiş, yaşanan savaş ekonomiyi ve sosyal yaşamı tarumar etmişti. Ülkede; ABD, Taliban ve IŞİD saldırıları 2018 yılında 3 bin 804 sivilin hayatını kaybetmesine, 7 bin 189 sivilin yaralanmasına yol açmıştır. Ülkede, patlayıcılar sebebiyle yaşamını yitirenlerin 3'te birinin 18 yaşında olduğu açıklanmıştır. Söz konusu istatistikler, sivillerin bilinçli olarak hedef alındığını, amacın kaosu yaymak olduğunu ortaya koymaktadır. Tüm bölgelerde olduğu gibi Afganistan'da da hakimiyet savaşının en büyük bedeli sivillere ödetilmekte ve kaos, ülkeyi yeni silahlı gruplar için cazip duruma getirmektedir. Bu kaos sürecinin hızla sonlandırılması, Afganistan'ın istikrara kavuşması için antlaşmada yer aldığı gibi yabancı güçlerin ülkeden çekilmesi fiilen gerçekleşmeli, Kabil yönetimi ve Taliban arasında süresiz ateşkes sağlanmalıdır." çağrısında bulunuldu.
İşgal rejimiyle normalleşme adımları
Değerlendirmede Polonya'nın başkenti Varşova'da düzenlenen "Ortadoğu" konulu konferansla ilgili olarak şu görüşlere yer verildi:
"Şubat ayında, Polonya'nın başkenti Varşova'da düzenlenen Ortadoğu konulu konferans kapsamında Arap ülkelerinin dışişleri bakanları ilk kez siyonist işgal rejimi sözde başbakanı ve uluslararası yetkililerle aynı çatı altında bir araya gelerek Ortadoğu'daki 'İran tehdidi' meselesini görüşmüştü. Bugüne kadar İşgal rejimiyle 'gizli' yürütülen stratejik ittifak, işgal rejimi sözde başbakanının normalleşme kapsamındaki Ortadoğu turu ve Ortadoğu konulu konferansla ilan edildi. ABD tarafından Kudüs'ün işgal rejiminin başkenti ilan edilmesi ve son olarak Golan Tepeleri'ni işgal rejiminin toprağı sayan belgeye yönelik gelen cılız tepkiler bu gayrı meşru ittifakın boyutunu ortaya koymaktadır. ABD'nin Ortadoğu'da askeri varlığını sınırlandırma politikası, siyonist işgal rejiminin güvenliğini kalıcı kılmayı ve bölgesel etkinliğini arttırmayı da kapsamaktadır. Bu doğrultudaki ilk adım yüzyılın antlaşması denilen ihanet antlaşmasıyla başlamıştır."
Söz konusu konferansta onaylanan antlaşmanın, Kudüs'ün; siyonist işgal rejiminin hâkimiyetine girmesini kapsadığına vurgu yapılan değerlendirmede, "Arap partnerlerin onayladığı söz konusu antlaşma; Filistin hava sahası ve kara sularında işgal rejiminin egemenliğini hedeflemekle birlikte, Kudüs ve kutsal sayılan mekânların işgal rejimi hâkimiyetine girmesini ve yerleşim birimlerinin ilhakını kapsamaktadır. ABD'nin, siyonist işgal rejimini merkez alan yeni Ortadoğu projesinde hedefe İran oturtularak Arap ve işgal rejimi ortaklığı sağlanmaya çalışılmaktadır. Son günlerde BAE'nin dış işlerinden sorumlu devlet bakanı tarafından yapılan açıklamada Arap devletler işgal rejimiyle ilişkilerini geliştirmeye davet edilirken, Filistinlilere siyonist işgal rejiminde eşit yurttaşlık sağlanması teklifinde bulunuldu. Bu, gelinen durumun vahametini ortaya koymaktadır. Önümüzdeki süreçte Filistinliler var olan kazanımlarını dahi işgal rejiminin Arap partnerlerinin desteğiyle kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalacaklardır. Bölgede istenmeyen aktörler iç savaş ve ekonomik yaptırımlarla etkisiz hale getirilecek ve işgalin boyutu daha da arttırılacaktır." uyarısında bulunuldu.
"Müslüman kamuoyu Filistin direnişine destek olmalıdır"
Filistin Toprak Günü vesilesiyle başlatılan Büyük Dönüş Yürüyüşü ilgili yapılan değerlendirmede ise şu ifadelere yer verildi:
"30 Mart 2018'de, Filistin Toprak Günü vesilesiyle başlatılan Büyük Dönüş Yürüyüşü birinci senesini tamamlarken 277 şehit verildi. İşgal rejiminin müdahalesi sonucu 30 binden fazla kişi ise yaralandı. Filistin Sağlık Bakanlığı verilerine göre şehitlerden 50'sini yaralılardan ise 3 bin 175'ini çocuklar oluşturuyor. Ablukayı kırmak amacıyla başlatılan yürüyüş, Filistin meselesinin yeniden Dünya gündemine girmesine vesile olmuştur. Tüm baskılara, şiddete ve ihanete rağmen topraklarından ve kutsallarından vazgeçmeyen Filistinliler, Müslümanlara direniş dersi vermektedirler.
Normalleşme adına Mescidi Aksa'yı işgal rejiminin insafına terk eden İslam devletlerine karşın Filistinliler, Müslümanların onuru için direnişlerine devam etmektedirler. Son dönemde suni gündemlerle meşgul edilen Müslüman kamuoyu Filistin meselesini tekrar gündemine oturtmalı ve direnişe destek olmalıdır. Aksi durumda Kudüs'ü, Mescid'i Aksa'yı da kaybedecek İslam Ümmetinin birleşmesi ve kalkınması asla mümkün olmayacaktır." (Ramazan Casuk-İLKHA)