İslami Siyaset ve Particilik

İslam`da siyasetin farz olduğunda kuşku olmadığını samimi Müslümanların bu konuda ittifak ettiğini düşünüyorum.

Ekleme: 05.08.2012 09:05:00 / Güncelleme: 05.08.2012 09:05:00 / Siyaset Gemisi
Destek için 
Emin Güneş / Analiz / doğruhaber

Bilerek ve isteyerek kirli siyaset yürütenlerin “Müslümanlar temiz insanlardır, siyaset kirinden uzak durmalıdırlar, siyasete bulaşmak hem Müslümanı hem İslam’ı kirletir” diyenler, Kur’ani ifade ile “SAĞDAN YANAŞANLARDIR” Bu kirli insanlar açıkça Müslümanlara temiz siyasetin yolunu kapatmak için önce telkin ve propaganda yöntemine sonra da zora müracaat ederler. Müslümanların İ’layı Kelimetullah için teşri hakkının Şari’i Mutlak’a teslimi için yaptıkları ve yapacakları faaliyetler çağın firavunları tarafından önce bel’amları vasıtasıyla günah, sonra da kendileri tarafından SUÇ olarak nitelendirilir. Bunlar kendi İslamlarını muvahhid, muttaki ve mücahitlerin İslam’ından ayırmak için kendilerinkine “KÜLTÜREL İSLAM” onlarınkine de “SİYASAL İSLAM” adını verirler. KÜLTÜREL İSLAM yandaşları aziz dinimizi siyasetlerine alet etmekten çekinmezler, din istismarcısıdırlar, SİAYASAL İSLAMCI olarak tavsif edilen müminler ise canları ve mallarını İslam’a feda (alet) ettikleri gibi siyasetlerini de İslam’a alet ederler.


Kültürel İslam’a itiraz etmeyen Tağutlar, siyasal İslam’ın önünün tıkanması için kültürel İslam’ın ateşli müdafileri olurlar. Onlara göre Şehid Hasan El Benna ve Seyyid Kutup ile Mevdudi kültürel İslam’ın baş düşmanları olup siyasal İslam’ın kurucularıdırlar. Daha sonra İmam Humeyni İslam inkılâbı ile siyasal İslam’ı tatbikata koymuştur. Bunların Türkiye’deki en belirgin takipçileri merhum Necmeddin ERBAKAN olup, ortak vasıfları sürekli yasaklı olmaları, yargılanmaları, sürgün ve zindanlara maruz kalmalarıdır. Bu mücahitlerin küresel emperyalizmin tağuti rejimlerinin düşmanları olduklarında ihtilaf yoktur. İmam’ın ABD için “Şeytanı büzorg”(büyük şeytan) sözü hala Müslümanlar tarafından kullanılır. Merhum Erbakan’ın mücadelesini “Hak –Batıl” mücadelesi olarak ifade etmesi “ve kul cael hakku ve zehekel batil” ayeti kerimesini sloganlaştırması manidardır.

Bundan sonra siyasal İslamcılar yerine mücahitler, kültürel İslamcılar yerine de işbirlikçiler ifadelerini kullanacağım. Mücahitlerin ortak vasfı dünya istikbarının bunları ortak düşman kabul etmesidir. Başta büyük şeytan olmak üzere AB ve diğer şer güçlerinin istihbarat ve güvenlik birimlerinin ortak hedeflerinde bu mücahitler ve takipçileri vardır. Arzu eden UTSAM’IN bahsi geçen ülkelerle yaptığı ortak çalıştayları inceleyebilirler. İşbirlikçiler bunlardan nefret ederler. Hatta dünyada en çok nefret ettikleri de en çok cihad eden en büyük mücahitlerdir. En büyük ve en vahşi operasyonlar bunlara karşı yapılırken, bunlar hunharca şehid edilirken işbirlikçiler sadece memnuniyetlerini ifade ederler. Mücahitleri barbarca katledenler işbirlikçilerine elleri ile bardaklarını yıkayarak su ikram ederler. Kafirler açısından bunlara düşmanlık için mücahit olmaları yeterlidir, mezhep ve ya tarikatlarının hiçbir önemi yoktur. Ancak işbirlikçiler için mezhepleri dinlerinden önce gelir. Ortak kültür için ortak mezhep sahibi olmak gerekir.

İşbirlikçilere göre İslam’ın siyaset ve yönetime ilişkin hükümleri Kur’an-ı Kerimin %5’ine tekabül eder. %95 için %5 ihmal edilmelidir. (32 dişimize karşılık sadece bir kalbimiz var demek gibi, kalpleri nifak dolu olduğundan bence de kalpleri sağlam bir diş etmez.) Bu düşünce işbirlikçilere ülkeler arasında sınırsız sorgusuz geçişler sağlarken mücahitlerin değil ülkeler şehirlerarası seyahatleri kontrol ve denetim altındadır.

Bu kısa açıklamadan sonra mücahitlerin Türkiye serüvenine bir başka ki yazımda değinmek istiyorum.

NİÇİN VE NASIL MSP’Lİ (PARTİCİ) OLDUM
MSP’nin yaygınlaşması ve tanınması öncesinde insanlarımız sağcılar ve solcular olarak bilinirlerdi. Müslümanlar ekseriyetle sağcı idiler. Tercüman gazetesini takip ederler ABD taraftarı ve SSCB karşıtlığı yaparlardı. Sürekli kominizim tehlikesi pompalanır, ABD komünizme karşı tüm sağcıların ve Müslümanların hamisi kabul edilirdi. Tercüman gazetesi o günlerde zaman zaman ABD ve Rusya’nın askeri güçleri arasında resimli kıyaslamalar yapardı. Diyelim ki ABD denizaltı sayısı Rusya’dan fazla ise mutlu olurduk. Ancak Rusya’nın tank sayısı ABD`ninkinden fazla ise Müslümanların uykuları kaçardı. Anti komünizm adeta din haline getirilmişti. Hatta Filistinde “sağcı falanjistler, solcu Müslümanlar” denilince hayret etmiştik. Solcu Müslüman olunur mu?

MSP “Biz ne sağcıyız ne solcuyuz” deyince herkes şaşırmıştı. Ya necisiniz? Sorusu akla gelmişti. Sağcılığın ve solculuğun Siyonizm’in şubeleri olduğunu MSP` den öğrendik. Bundan sonra “MSP ve diğerleri” ifadesi gündemimize girmişti.
MSP’nin yaygınlaştığı dönem İhvan kitaplarının özellikle “Fizilal” “Yoldaki işaretler" ve diğer eserlerin tercüme edildiği dönemlerdi. Bu dönemde Müslümanlar ya bu eserleri okuyarak ya da MSP`yi yakından takip ederek mücahitleşiyorlardı.
Biz bir Grup arkadaş İhvan eserlerinden etkilenmiştik. Ancak MSP aleyhindeki propaganda nedeniyle hem mücahitlerden yana hem de MSP karşıtı idik. Said Havva`nın “50.yılında Müslüman Kardeşler Hareketi” adlı eserinden İslami bir hareketin nasıl olması gerektiğini öğrenmiştik. MTTB`liydik ancak partici değildik. Particilik (hizipçilik) bize çok itici geliyordu. O dönemde Yılmaz Yalçıner Çıkardığı “Şura” dergisi ile Erbakan Hocaya muhalefet ediyordu. Şura açık açık Şeriat kelimesini kapağına taşıyor Hocaya da evet veya hayır cevabı verilmesi şartıyla şeriatçı olup olmadığını soruyordu.

İşte tam da İhvancı ve yerelde MTTB’li, Şura dergisini gönüllü dağıtıcısı olduğum bir sırada Konya’da MSP’nin eğitim semineri oldu. (10-11/05/1980)Bu seminere muhalif olarak katıldım. Hocanın kendimce açıklarını not almak için yanıma kâğıt kalem de almıştım. Ancak seminerin sonunda katıksız bir MSP’li oldum. Basına kapalı eğitim seminerinde gördüğüm MSP ile İhvan arasında hedefler ve çalışma metotları yönünden hiçbir fark olmamasıydı. MSP’ nin de günlük, haftalık, aylık ve yıllık hedefi belirlenmiş çalışma programları olduğunu, bu programların titizlikle uygulandığını emir komuta zinciri içerisinde çalışmayı aksatanlara hesap sorulduğunu müşahede ettim. 6 Eylül mitingini Tevfik Rıza ÇAVUŞOĞLU merhumun genel başkanı olduğu Akıncıların Konya şubesi olarak düzenlemek istedik. Tertip komitesinde bulunuyordum ancak sabıka kaydım zamanında Urfa’dan gelmediği için MSP gençlik kolları tertip komitesini oluşturdu.

O dönemde particiliğin İslam’la bağdaştıramadığımız yönlerini büyüklerimize sorduğumuzda tatmin edici cevaplar alıyorduk. Mesela Mehmet GÜNEY bu konuları müzakere ettiğim biriydi. İslami yaşantısını beğenmediğimiz kızları tesettüre riayet etmeyen vekil veya vekil adaylarına itirazlarımız şu şekilde cevaplandırılıyordu. – “Şimdi fetret dönemindeyiz. Bu beğenmediğiniz vekillerin aşiret oylarına veya paralarına ihtiyacımız var. Bunlar hocamız için birer parmaktan ibarettirler. Mecliste Hocanın emri ile parmaklarını kaldırıp indirmekde öte bize bir katkıları ve zararları olamaz.” diyorlardı. Fetret dönemi şöyle sona erecekti. Anadolu’dan gelen gençler partinin gençlik kollarında eğitilecek Merhum Mehmed Zahit Kotkuya intisab ettirilecek ve gittiği il veya ilçenin gençlik kollarında siyasete başlayacaktı. Kabiliyetine göre ilçe ve il başkanlıklarına geldikten sonra vekilliğe aday olacaktı. Bu gençlerimizin aşireti partimizin muhipleri, parası da onlardan toplanan cüzi aidatlardan oluşacaktı. Aşiret mensupları para babalarının meşruiyeti tartışmalı katkılarına ihtiyaç kalmayacaktı. Bizler buna inandık ve çok bekledik.

NİÇİN VE NASIL MSP`DEN AYRILDIM
Sonunda gördük ki üzerinden geçene kadar ayıya dayı dediğimiz köprü köprü değil uçsuz bucaksız bir yol imiş. Parti iktidara yaklaştıkça iktidar nimetlerine kavuştukça ilkelerinden taviz vermeye, ilkeli insanları dışlamaya başladı. Sabır terk edildi. Bir an önce iktidar olmak için keyfiyet kemiyete feda edildi. Milli ve manevi değerlere bağlı necip Fazıl Merhumun hayalindeki gençliği oluşturmanın zorlukları karşısında aşiretlerin sürü gibi insan depolarına yönelme tercih edildi. Şuurlu insanı gütmenin zorlukları nedeniyle güdülmeye elverişli kişiler kilit noktalara getirildi. İslam ahlakı yerine politik ahlak tercih edildi. Mesela bir seçim öncesi 20 -25 kişilik bir üst düzey partili arasında şöyle bir mülakata şahit oldum.
MU:- Dr. A.İ. aday olacakmış,
AB: - Hangi partiden bizden mi beygir partisinden mi?
MU:- Daha belli değil.
MC:- Ne diyeceğiz?
MU:- Bizden olursa, ehli tariktir, ehli virddir, A. abinin kardeşidir, deriz.
AK:- Beygir partisinden girerse ne diyeceğiz?
MU:- Cellâttır, bıçak parası almadan ameliyata girmez, para için önüne geleni bıçak altına yatırır vs.

Bu konuşma herkese çok cazip gelmiş, başarılı bir politika belirlenmişti. Ancak bu beni fena halde rahatsız etmişti. Bu İslam ahlakı ile bağdaşır bir davranış değildi. Ancak maalesef benden başka buna itiraz eden olmamıştı. Ben de siyaset bilmemekle acemilikle, sapla samanı karıştırmakla itham edilerek susturulmuştum.

1984 seçimlerinde Şanlıurfa belediye başkan adayı seçim propagandasında suyu yetersiz olan mahallelere “seçimden sonra suyunuz akmazsa ben elimle evinize su taşırım” sözünü veriyor. Tabi başkan olduktan sonra su eski tas eski hamam. Gel evime su taşı diyen vatandaşa başkanın cevabı :- “ben senin karın mıyım ulan defol git. O seçim öncesi bir sözdü”. (Bu şahsa minnettarım çünkü onun sayesinde particilikten kurtuldum). İlk belediye başkanımızın şenaatleri nedeniyle Merhum Molla D. Hoca kendisine “biz seni kuzu sandık, kuzu postunda kurt çıktın” demişti. Urfa’nın bütün parti teşkilatı alimi ile tabanı ile başkana karşı karargah kurdu. Müslümanlar ne partilerinden vazgeçip başka partilere gidebiliyorlar ne de Bizans oyunları ile baş edebiliyorlardı. Anladığımız kadarı ile genel merkez de bu başkan gibilerinin tasallutu altına girmişti. Başkan partide yükselmesine devam etti, Milletvekili seçildi. O’na muhalif olup onun ayarında olanlar başka partilere törenle geçtiler. Ben bütün olup bitenleri o zaman ki genel başkan olan Ahmet TEKDAL’A uzun uzun yazdım. Olup bitenlere kayıtsız kalınması halinde davamıza telafisi zor zararlar verileceğini şer’i delillerin desteğinde izah ettim. Cevap vermeye tenezzül dahi edilmedi. Genel başkanın bu tavrı genel merkezin de belediye başkanına ortak olduğu kanaatini uyandırdı ve ayrıldım.

Bu saatten sonra artık partinin düzenin değil, iktidarın muhalifi olduğunu anladım. Müslümanlara karşı takiyye yapıldığı kanaatine ulaştım. Partinin eylemleri söylemlerini yalanlıyordu. Ayrıldığımda kalan arkadaşlarımla çok tartıştım. Particileri hiçbir zaman tekfir etmedim. Bunun siyasete ilişkin bir içtihat olduğunu içtihadımda yanılmayı istediğimi ancak parti icraatlarının gittikçe isabet ettiğimi gösterdiğini belirtiyordum. Partiye dışında olduğum dönemlerde beğenmediğim başkana rahmet okutacaklar alınıp meclise kadar taşındı. Parti eleğini almış müntesiplerini eliyor iyileri atıp kötüleri tutuyorlardı. Ben sabırsızlıkla iyiliğine inandığım dostlarımın dışlanmasını bekledim. Parmakla sayılacak kadar az arkadaşım kaldı.

İlk dönemlerden meşveret meclisi gibi müracaat ettikleri âlimlerimizi sonradan aksesuar gibi kullanmaya başladılar. Seçim bitince camilere adeta kovdukları hocaları seçim sırasında meydanlara köylere sürdüler. İslam’a zarar veren icraatları sorguladığımızda parti ile tekkeyi karıştırdığımızı alaylı bir üslupla ifade ettiler. Biz dinimize zarar veren bir icraata ortak olmak istemeyiz bundan sonra yokuz dediğimizde de davadan dönmekle itham edildik. Bu anlamda kendilerini eleştirecek alimleri de siyasetten anlamaz kişiler olarak seçime kadar partiden uzaklaştırıyor, seçim döneminde de bu dava büyük bu sorumluluk önemli ölçüde alimlerin omzundadır, buyurun göreve diyorlardı.

Hep birileri “Allah rızası için”! Belediye başkanı ve Milletvekili oluyordu. Hocaların, imamların bu konuda Allah’ın (CC) rızasına ihtiyacı yoktu!. İşin farkına varıp ayrılanlara da “İyiler kaçıp yerini kötülere bıraktığı için partimiz bozuluyor” diyorlardı. Yani kötüler her zaman masum iyiler her halükarda suçlu idiler. Sonuna kadar kötüleri sırtında taşımalı ve ecrini Allah’tan (cc) beklemeli idiler. Aptal yerine konulduğumuz kanaatine varıyorduk. Aptallığın indellahta bir ecrinin olduğunu bilmiyorduk. Aksine kötülere destek olmakla günahlarına ortak olacağımıza inanıyorduk.

İşte bu ve benzeri nedenlerle ayrıldığım ve ayrıldıktan sonra hiç oy kullanmadığım particiliğe ilişkin düşüncelerim bunlar.
Bir sonra ki yazımın başlığı “Mustazaflar hareketi ve partileşme” olacaktır.