Hüseyin Sağlam / Analiz
Türk uçağının düş(ürül)mesi etrafındaki tartışmalar ilginç bir boyut almış bulunuyor. Türk tarafının “Füze”ye dayalı tezleri, Esad yönetiminin “Uçaksavar” teziyle kıyasıya çekişirken, incelemeye alınan uçak parçaları üzerindeki araştırma sonuçları ile Washington kaynaklı açıklamalar, tartışmadaki bilinmezlerin sayısını artırıyor.
WSJ’nin bir Pentagon yetkilisine dayanan haberinden sonra TSK adına yapılan uçak araştırma sonuçlarının, yine ABD Dışişleri bakanlık yetkilisine dayandırılan Hürriyet’teki haberle aynı gün kamuoyunun bilgisine sunulması, tartışmaların kördüğüm şeklinde kalmasından medet uman tarafın Amerika olduğunu açıkça gösteriyor.
Ortaya çıkan uçak parçaları üzerindeki araştırma sonuçlarını açıklayan TSK, açıklamasında ilk defa “Suriye tarafından düşürüldüğü iddia edilen” cümlesini kullanması dikkat çekerken, şu detaylar paylaşılıyordu:
“Arama ve kurtarma faaliyeti sırasında su yüzeyinden toplanan malzemeler, Jandarma Kriminal Daire Başkanlığı’nca incelenmiş ve tanzim edilen rapora göre malzemeler üzerinde petrol türevi herhangi bir yangın başlatıcı ve hızlandırıcı madde profiline, organik ve inorganik patlayıcı madde artığına ve herhangi bir mühimmata ait olduğu değerlendirilen bir bulguya rastlanmamıştır. Ayrıca, Hava Kuvvetleri Komutanlığı tarafından elde mevcut parçalar ile halen deniz dibinde bulunan parçaların kamera görüntüleri üzerindeki teknik inceleme devam etmektedir.”
TSK adına yapılan bu açıklama, aslında uçakla ilgili hem “Füze” hem de “Uçaksavar” karşıt tezlerini boşa çıkarıyor. Burada olayın ilk gününde sorulan “Uçağın Suriye hava sahasında ne işinin olduğu” sorusu hala cevap beklerken bunun yerine uçağın ne şekilde düşürüldüğünün tartışmaların merkezine oturması, uçağın düş(ürül)müş olmasının birilerince irdelenecek yeterlilikte görülmesini beraberinde getiriyor.
Nitekim TSK açıklamasının yapıldığı gün Hürriyet’te Tolga Tanış imzasıyla çıkan haber, Amerikan yetkililerinin sahip olduğu “Önemli olan uçağın düşmesi, gerisi teferruattır” mantığının irdelenmesini gerekli kılıyor.
Türk yetkililerinin, uçağın düşüş şekli ile ilgili “müttefiklerden” talep ettiği teknik bilginin verilmemesine karşın ABD Dışişleri yetkilisinin, “Elbette bu olayın detaylarının neler olduğunu Amerikan Yönetimi’nde görev alan ve bilmesi gereken kişiler biliyor. Ama şu anda Türkiye’de tartışma konusu olan hiçbir detayın bizim için kesinlikle hiçbir önemi yok” yönündeki açıklaması, süren bunca tartışmaya rağmen meseleyi bilen Amerikalıların gerekli bilgi paylaşımında bulunmamış olmalarının sebebini yeterince açıklıyor. Süren tartışmaları “Teferruat” kabilinden sayan yetkilinin şu sözleri de, aslında uçağın düşmüş olmasının asıl olduğunu gösteriyor: “Uçak uluslararası sularda mı, Suriye karasularında mı vuruldu? Füzeyle mi vuruldu, uçaksavar ateşiyle mi ne fark eder. Sonuçta bizim için müttefiğimizin bir uçağının vurulmuş olması önemli. Türkiye, bu konuda ne kadar çok yüksek sesle konuşursa o kadar inandırıcı olacağını düşündü. Sanırım o yüzden Başbakan’a açıklama yaptırdılar. Bu tıpkı İngilizce bilmeyen birine bağırarak konuşan Amerikalıların durumuna benziyor. Ancak biz, bu tartışılan konularda hiçbir detayı açıklamayacağız.”
Yetkili, detayları açıklamamakta kararlı. Burada şu öngörü öne çıkıyor: Türkiye’nin tezleri doğru olsaydı, açıklamanın yapılmamasının hiçbir nedeni kalmazdı. O halde teknik bilgiler, Türk tezleriyle çatıştığından dolayı açıklanmıyor sonucu kendini ele veriyor.
Uçağın düşüşü, Suriye ile meselesi olan Amerika ve müttefiklerinin, bu sorunu Türkiye’nin önüne yığdığını gösteriyor. Bu da Türkiye’nin agresif Suriye politikasının “ödüllendirilmesinin” yanı sıra, bölgesel hesaplar üzerinden yürütülen Suriye krizinin, Suriye’nin Türkiye ile krizine dönüştürülmesini beraberinde getiriyor.
Son olarak, pilotların cenazesini bulan ve uçak enkazının yerini tespit eden Nautilus gemisi arama faaliyetlerine son vererek geri döndü. Gerekçe olarak da “kamera arızası” gösterildi. Oysa Nautilus’tan gelen açıklama, kamera arızasının sözkonusu olmadığı, görevin tamamlanmasından dolayı geri dönüldüğü yönündeydi. Yaşanan her gelişme, açıkçası 22 Haziran’dan beri öne sürülen resmi açıklamaların külliyen “hurafe” olduğunu gösteriyor.
Uçağın düşüşü ile ilgili Türk “Füze” tezi doğrulanmıyor. TSK açıklaması, Suriye’nin “uçaksavar” tezini de doğrulamıyor. O halde uçak nasıl düştü?
Burada öne çıkan bir ihtimal, füze algılama sistemine sahip uçağın, Suriye ateşinden kurtulmak için manevra yaparken denize çakılması ihtimalini öne çıkarıyor. Pilotların uçaktan atlayamamış olması da suya çakılma ile gelen ani kaza ihtimalini güçlendiriyor.
Ya da “çakılma” olgusunu başka sebeplere de hamletmek pekala mümkündür. Düşen uçağın israil’de “modernize edilen bir uçak olduğu biliniyor. Bunun yazılım kodları israil’in elindeyse, gerektiğinde uçağın denize çakılması veya rotasıyla oynanması acaba mümkün değil midir?!
Uçağın Suriye hava sahasında ne işinin olduğu sorusu ise tamamen cevapsız kalmaya devam ediyor.
Türk yetkililer, radar testleri için uçağın havalandığını belirtmişlerdi. Bilindiği kadarıyla Türkiye’nin test için yeni kurulmuş radar sistemi haberleri medyaya yansımadı. Bu durumda hangi radarların testleri yapılıyordu? Burada da öne çıkan başka bir iddia oluveriyor. Uçağın havalandığı yer Malatya! Malatya’da yeni kurulan radar sistemleri ise, Füze Kalkanı projesi kapsamında Kürecik’e kurulan NATO radar sistemleri… Acaba bu sistemin test edilmesi için mi Türkiye’nin en iyi pilotlarıyla uçuşa çıkıldı? Bu uçuş esnasında aynı zamanda Suriye hava savunma bataryaları da test edilmek istendi mi?
Bunlar sadece sorular… Cevap bulmaları mümkün olmadığı gibi, “Katil Esad” sloganları da bu sorulara cevap teşkil etmiyor. Kaldı ki, uçağın düşüş şeklini aydınlat(a)mayan irade, uçuş ve ihlal meselesini aydınlatacak durumda da olmaz.
“Suriye tarafından düşürüldüğü iddia olunan uçak”la ilgili neredeyse savaş kararı alarak Suriye sınırına mehteran eşliğinde koşan zevatın düştüğü duruma ne demeli? Bunun üzerinden değişen yeni “angajman” kurallarına binaen Başbakanı dahi savaşa hazırlayan “bilgi” akışının mimarları kimlerdi? Olayın ilk günlerinde savaş tamtamlarının çalınmasına sebep olan, bu yönde yalan yanlış bilgilerle Başbakanı bile yanlış yönlendiren asker-bürokrat takımını kimler oluşturuyordu?
Artık şu durum iyice kavranmalı. Dış politikada yanlışlık fark edildiği an dönüş yapılabilmeli. Dış politikadaki başarısızlığı örtmek için kamuoyunun duygularını manipüle etmek, çevre ülkelerden düşman desteleri oluşturmak çıkar yol değildir.
Ülkeler arasındaki ilişkilerde “çıkar” ilkesinin esas alındığı bir dünyada yaşıyoruz. Suriye’de olduğu gibi yaşanan dramlar üzerinden dış politikanızı savunabilirsiniz, ama tüm adımlarınızın iyilik melekelerinize binaen atıldığına herkesi ikna edemezsiniz. Keza diğer tüm ülkeler de öyle.
Suriye konusunda ortaya çıkan başarısızlığınızı, İran veya kısmen Rusya’yı suçlayarak örtemezsiniz. Devasa teknolojik silah gücü ve ekonomik kalkınmanın belirleyici olduğu dış politika manevralarında minik kuş kadar olan “Hürkuş”un icadını savunma sanayinin ağır hamlesine dönüştürürseniz, balistik füzelerle bölgede cirit atan rakiplerinize karşı bu denli komik duruma düşersiniz.