Bir portre Melayê Ciziri

Ekleme: 09.11.2016 13:48:00 / Güncelleme: 09.11.2016 13:48:00 / Kim Kimdir? / İstanbul Haberleri
Destek için 

Topraklarımızda yeşeren bir güldür Kızıl Medrese… Bahçesinde güller yetiştirmiş irfan bağıdır. Rivayet edilir ki; Cizre Akkoyunlular`ın eline geçmiş, Cizre beyleri sürgün edilmiştir. Emir Bedrettin oğlu II. Şeref ise Cizre`yi Akkoyunlular`dan almak için mücadele etmektedir. Boti aşiretleri etrafına toplar, halktan destek alır. Cizre`yi geri almak için harekete geçer. Dilinde şu dua vardır Şerefhan`ın: “Ya Rab! Cizre`yi almak nasip olursa senin Rızan için bir cami, medrese yaptıracağım.” Zafer nasip olur. Cizre Akkoyunlular`dan alınır. Şerefhan sözünü tutar ve Kızıl Medrese`yi (Medresa Sor) yaptırır. Kızıl Medrese`nin yapıldığı yerin, savaş esnasında Cizre surlarının delindiği yer olduğu söylenmektedir.

Aşk dergahında gönüllerini dolduran kimselerdir aşk ehli… Can pazarında canlarını Hakka satar aşıklar… Melaye Ciziri, Kürt edebiyatının öncü şahisyetlerinden biridir. İrfanla yoğrulmuş şiirleri asırlardır dillerden düşmeyen bir özelliğe sahiptir. Bir şiirin iyi olup olmadığıyla ilgili değerlendirme yapıldığı zaman; belirli bir ölçü konulur ve o ölçüye göre iyi olup olmadığına karar verilir. Melaye Ciziri şiirleri ise belirli bir ölçü içerisinde değerlendirilebilecek şiirler değildir. Belki iyi şiire ölçü olabilir. Fars edebiyatında Mevlana ne ise; Kürt edebiyatında Melaye Ciziri o dur. Bediüzzaman Said Nursi hazretleri iki zâtın aşk makamında denk olduğunu söylemiştir.

Melaye Ciziri… Aşkın Pîri… 1566`da Cizre`de dünyaya geldi. Asıl adı Ahmet b. Mela Muhammed el- Boti el- Cezeridir. Dindar ve köklü bir aileye mensup olan şair, ilk olarak babasından ders alır. Sonrasında bir çok şehirde ilim tahsilinde bulunur, Diyarbakır`da imamlık icazeti ve sonrasında da Diyarbakır`ın “Sıtrabas” köyünde imamlık yapmaya başlar. Uzun bir müddet burada imamlık yapacaktır. Diyarbakır`dan Cizre`ye gelen Melaye Ciziri ömrünün geri kalanını Cizre`de geçirir.

Melaye Cıziri`nin tek eseri olan divanı; edebi zenginliği ile asırlardır dilden dile okunan bir özelliğe sahip olup metaforik ve alegorik unsurlar taşımaktadır. Şiirlerinde Farsça, Arapça ve Türkçe kelimelerde kullanılmıştır. Divanın temelini irfan ve İlahi aşk vardır. Güzellik kavramını da eserlerinde işleyen Mela,  güzelliği Cemil olan Allah`a has kılar. Kainatta var olan tüm güzellikler Cemil olan Allah`ın güzelliğinin bir tezahürüdür.

İslam irfanının edebi şaheseri olan Divan`ı; döneminin en iyi edebiyatına sahip olmasıyla birlikte, sadece edebi muhtevaya sahip bir eser değildir. Deruni bir ilim ve marifet taşıyan eserde birçok farklı konu yer almaktadır. Astronomiden gramere, irfandan tarihe birçok meseleyi eserlerinden okumak mümkündür. Eserlerinden anlaşılacağı üzere Melaye Ciziri çok derin tasavvufi, kelami ve irfani birikime sahiptir. Her kelamını aşk ile söyleyen Melaye Ciziri; İlahi aşkı yoğun olarak işlemiştir. Melaye Ciziri okurken irfanda var olan sembolleri ve bu sembollere karşılık gelen anlamları bilmek gerekmektedir. Aksi takdirde eserlerindeki hikmeti kavramak mümkün değildir.

Fegiye Teyran Melaye Ciziri`nin talebesi olup karşılıklı birbirlerine şiirler yazmışlar. Mela, 1640 yılında vefat eder ve Kızıl Medrese`de (Medresa Sor) defn edilir.

ŞİİRDEN ŞERHE

Melayê Ciziri

“Gavek ji dengê zengilan êmin ci rûnîn menzilan

Hey hey bibînin mehmilan firyad e her qentarê çerx”

“Göç kafilesinin çanlarının sesinden dolayı bir an bile evlerimizde rahat ve huzur içinde nasıl oturabiliriz?

Oysaki biz kervan katarını daima görüyoruz, feleğin katarı yolculuğu haber vermek üzere bağırıp duruyor.”

ŞERHİ

Mela, bu beytiyle şu sorunun cevabını aramaktadır. Biz ölüme, yolculuk yapan göç kervanının çanlarının sesinden ötürü nasıl olur da bu dünya evlerinde huzur ve sukun içinde oturabiliyoruz? Halbuki her an develer uzerine kurulmuş mahfalarda ölüme yolculuk yapanları görüyoruz.

Sıra bize ne zaman mı gelecek? Aslında sıra bizde, dünyaya geldiğimiz gün bu kervana katılmışız. Zincirin bir halkasıyız ve zincirin sesini umursamamak, arkadan sessizce bizi takip eden ve tükenen zamanın tik takları, atan kalp atışlarının gün geçtikçe sönükleşmesini sadece alıştığımızdan dolayı umursamayız. Yoksa bir an düşünsek bin yıl uykumuz kaçmalı değil mi?