Muhammed Demir / Haber Analiz / doğruhaber
Dersim’le ilgili başlayan tartışmalarda katliamların gerisinde gösterilen devlet partisi CHP’nin ve katliamlardan haberdar olmadığı şeklindeki gülünç iddialarla Atatürk’ün rolünün gizlenmeye çalışılması, bu denli kapsamlı operasyonları basite indirgeme çabası olarak bugüne kadar sürdü.
Dersim’le ilgili başlayan tartışmalarda katliamların gerisinde gösterilen devlet partisi CHP’nin ve katliamlardan haberdar olmadığı şeklindeki gülünç iddialarla Atatürk’ün rolünün gizlenmeye çalışılması, bu denli kapsamlı operasyonları basite indirgeme çabası olarak bugüne kadar sürdü.
Ancak katliamlar şimdilik Dersim boyutuyla sınırlı olarak tartışılsa da ortaya çıkan detaylar, yapılan tüm katliamların oluşturulan resmi tarih anlayışının çatırdamaya başladığını göstermektedir. CHP kurucularının başta Dersim olmak üzere benzer katliamlardaki rolleri dillendirildikçe Kılıçdaroğlu ve ekibinin meseleyi “rejimle hesaplaşma” zeminine çekerek örtbas etmeye çalışmaları, eski alışkanlıklarla vaziyetin kurtarılması olarak yorumlanabilir.
Oysa her geçen gün ortaya çıkan yeni belgeler, özellikle Dersim harekatının Mustafa Kemal’den habersiz yapılmadığı, planlamanın bizzat kendisi tarafından yapıldığı gerçeğini gün yüzüne çıkarmaktadır. Son olarak Meclis arşivlerinden sızan belgeler bu durumu teyit etmektedir.
1 Kasım 1937 tarihinde Meclis’te açılış konuşması yapan Mustafa Kemal, bu gerçeğe şu şekilde işaret etmiştir:
“Kıvançla görmekteyiz ki, Cumhuriyet rejimi, yurdumuzda huzur ve sükunun en iyi biçimde yerleşmesini sağlamış bulunuyor. Vatandaşlar ve bu yurtta oturanlar, Cumhuriyet kanunlarının eşit şartları altında kendileri için hazırlanan özgür refah ve mutluluk imkanlarından en iyi bir biçimde yararlanmaktadırlar. Ulusumuzun layık olduğu yüksek uygarlık ve refah düzeyine ulaşmasının engellenmesinin düşünülmesine yer bırakılmadığını ve bırakılmayacağını huzurunuzda söylemekle mutluyum. Tunceli’de yapılan uygulamaların sonuçları bu gerçeğin belirtileridir.”
Bundan bir sene sonra, 1 Kasım 1938 tarihli –Celal Bayar’a okutulan- konuşma metninde ise yine Dersim harekatına değinilerek şu sözlere yer verilmiştir:
“Anayasamızın 36’ncı maddesi hükümlerine uyarak Cumhurbaşkanımız Atatürk’ten aldığım emir üzerine bu yıla ait nutuklarını okuyorum.(Atatürk adına Celal Bayar okuyor)
Her şeyden önce size kıvançla arz edeyim ki ulus ve ülke geçen yılı tam bir huzur ve sükun içinde yükselme ve kalkınma çalışmaları ile geçirmiştir. Uzun yıllardan beri süregelen ve zaman zaman gergin bir şekil alan Tunceli’deki toplu haydutluk olayları belli bir program içindeki çalışmalar sonucu kısa bir sürede ortadan kaldırılmış, bölgede bu gibi olaylar bir daha tekrarlanmamak üzere tarihe aktarılmıştır. Cumhuriyetin getirdiği bütün iyiliklerden yurdun diğer evlatları gibi oradakiler de tam anlamı ile yararlanacaklardır.”
Dersim harekatı için hazırlıklarını sürdüren Elaziz merkezli askeri birliklere “Çok gizli” ibaresi ile gönderilen “Tunceli Tenkil Harekatı’na Dair 04 Mayıs 1937 Tarihli Bakanlar Kurulu Kararı”nda ise meselenin sadece birkaç askeri ve siyasi kişinin işi olmadığı, meselenin bizzat devletteki konsensüs ile sağlandığını göstermektedir.
İki madde, bir mülahaza ve iki şerhten oluşan gizli bakanlar kurulu kararı aynen şöyledir:
“Son günlerde Tunceli’de vukua gelen hadiselere dair raporlar 4.5.1937 tarihinde Atatürk ve Mareşal’in huzurları ile tetkik ve mütalâa edilerek aşağıdaki sonuca varılmıştır.
1) Toplanan kuvvetlerle Nazımiye, Keçikezen (Aşağı Bor) Sin, Karaoğlan hattına kadar, şedit (şiddetli) ve müessir (etkin)bir taarruz (saldırı) hareketi ile varılacaktır.
2) Bu defa isyan etmiş olan mıntıkadaki halk toplanıp başka bir yere nakil olunacaktır. Ve bu toplama ameliyesinde köylere baskın edilerek hem silâh toplanacak, hem bu suretle elde edilenler nakledilecektir. Şimdilik (2.000) kişinin nakli tertibatı hükümetçe ele alınmıştır.
MÜLÂHAZA:Sadece taarruz hareketiyle ilerlemekle iktifa ettikçe (yetindikçe) isyan ocakları daimi olarak yerinde bırakılmış olur. Bunun içindir ki, silâh kullanmış olanları ve kullananları yerinde ve sonuna kadar zarar vermeyecek hale getirmek, köyleri kâmilen tahrip etmek ve aileleri uzaklaştırmak lüzumlu görülmüştür.
NOT: Malatya’dan ve Ankara’dan gönderilen kuvvetlerin cepheye vasıl olmaları ve cephedeki kuvvetlerin ufak tefek talimleri ve istirahatları ve bundan başka Diyarbakır’dan gelecek taburun tavzifi (vazifelendirilmesi), bütün bunlar düşünülerek bir hafta sonra yani 12 Mayıs’ta ileri harekâta başlanabileceği anlaşılmaktadır.
NOT: Paraya acımaksızın, içlerinden çok adam kazanıp kullanmaya çalışmak lazımdır.”
Dersim’de yaşanan katliamın gerekçeleri, resmi tarih mülahazaları doğrultusunda diğer katliamlarla tamamen paralellik arzetmektedir. İnsanların rencide edilen onurları, yapılan baskı ve tahrik siyaseti, hepsinden de önemlisi cumhuriyetin dayattığı tektipleştirme projeleri halktaki huzursuzluğun temel kaynağı iken, meseleye “isyan eden bir grup eşkıya” ya da “cumhuriyetin getirdiği medeniyet ölçülerine riayetsizlik” üzerine resmi tarih tezleri ile katliam siyasetleri haklı çıkarılmaya çalışılmıştır.
1925 yılında çıkarılan “Şark Islahat Kanunu” ile bölge insanının canına okuyan cumhuriyet yönetiminin uygulamaları biliniyor iken 1935’te çıkarılan Zorunlu İskan Kanunu ile 1936’da çıkarılan Tunceli Kanunu, Dersim’de katliama giden süreçte Dersimlilerin terörize edilmesi ve harekat, katliam ve sürgünlerle tedip edilmesinin ön hazırlıkları olmuştur.
Harekatla birlikte en vahşi metodlarla insanların öldürülmesi yetmiyormuş gibi yaşanan toplu sürgünlerin, medenileştirmekle izah edilmeye çalışılması, insanların yaşadığı dramla alay etmenin başka bir metodu halini almıştır.
CHP’li Gülsüm Bilgehan Toker’in, “İyi ki sürülmüşler. Hiç değilse o kötü koşullardan kurtulmuş, adam olmuşlar” sözü, resmi tarih ideologlarının aslında katliam ve sürgün politikalarına atfettikleri “önemi” gözler önüne sererken, herhalde Dersimlilerden özür beklentisi içerisinde olduklarını da zımnen göstermektedir.
Nitekim “İyi ki sürülmüşler, adam olmuşlar” tezi, faşist duyguların tezahürü olsa da bu tezin o dönemin de resmi tezi olduğu ve resmi tarih anlayışı olarak belleklere yerleştirilmeye çalışıldığı bilinmektedir.
Katliamın önemli tetikçilerinden Sabiha Gökçen, hayattayken verdiği bir mülakatta bu tezi şu “insani kılıfa” büründürerek Toker’e ilham kaynağı olmayı başarıyordu:
“Yaşadıkları yerler iptidai idi, konut denecek halleri yoktu. Onları daha iyi bir yaşama kavuşturmak için başka yerlere yerleştirdiler. Atatürk’ün gayesi buydu. Daha insanca yaşamalarını istiyordu.”
Arşivlerin açılması resmi tarihin iflası olacaktır
Elbette ne Dersim ne de benzer katliamlardan geçirilen diğer yerlerdeki dramların gerçek boyutuna resmi tarihin uyduruk zemininde rastlamak mümkün olmamaktadır. Piyasaya “tarih” diye sürülen bilgiler ise, bırakın gerçekleri ortaya koymak, talan ve katliamların çapını daraltmaya, ölü sayısını gizlemeye, sürgünler sonrası birbirlerini kaybeden aile efratlarının birbirlerini bir daha görmemesini sağlamaya dönük olmuştur.
Nitekim Latife Hanım’ın arşivini inceleyen kurulun, bilahare üst makamlara sunduğu raporda, bunların yayınlanmasının en az elli yıl daha ertelenmesinin gerektiği, aksi halde cumhuriyet tarihinin silbaştan yeniden yazılmak zorunda kalınacağını belirtmesi, günümüze aksarkan resmi tarihin aslında kocaman bir yalanlar manzumesi olduğunun göstergesidir.
Yalanlar ve çarpıtmalar üzerine kurulan bir tarihi aydınlatacak yegane araç ise, arşivlerin sansürsüz olarak açılması olacaktır. Dolayısıyla bugün Dersim özelinde katliamlar sorgulanırken arşivlerin açılmasına dönük çabalara verilecek cevap, yapılan tartışmaların samimiyetinin de ölçüsü niteliğinde olacaktır.
Dersim sadece bir halka
Katliam tartışmaları her ne kadar Dersim üzerine kilitlenmişse de aslında Dersim’deki katliam sadece silsilenin bir halkası niteliğinde. Hilafetin kaldırılmasıyla başlayan ayaklanmalar… Harf inkılabının sebep olduğu ayaklanmalar… Kılık kıyafet kanununun getirdiği dayatmaya isyan edenlere yönelik katliamlar… Uyduruk suikast veya provakasyon kokan eylemler sonucu yaşanan katliamlar… Kürtlerin yaşadığı bölgeyi baştan başa saran farklı dönemlerdeki katliamlar… Tektipleştirmeye dönük sürgün ve katliamlar… Türkleştirme faaliyetlerine adanan katliamlar…
İstiklal Mahkemeleri ile adeta katliamlara dönüşen toplu idamlar… Ülkenin belli başlı aşiret reisleri, şeyhleri, büyük alimleri, kanaat önderlerini sevenleriyle beraber ipe sapa gelmez ithamlarla yok edilmeleri, idama mahkum edilmeleri veya uygulanan toplu sürgünler…
Tüm bunların ayrıntıları arşivlerde saklanan bilgi-belgeler doğrultusunda açıklanmalı ve devlet, kurumsal kimliğiyle vatandaşından özür dilemelidir. Elbette yaşanan katliamlar ve çekilen acılar, özür dilenmekle bertaraf edilmez. Ancak devletin kendi vatandaşıyla barışık olmaya başlama iradesi için iyi bir başlangıç olabilecektir.
Dolayısıyla bugün Dersim’le sınırlı tutulan ve devletin kurumsal kimliğinden arındırılarak sadece CHP’ye münhasır kılınmak istenen katliamlarla yüzleşme olgusu, kısır siyasi tartışmaların malzemesi haline getirilmekten sakınılmalıdır.
Bilinmelidir ki bu ülkenin Seyid Rıza’sı gibi Şeyh Said’i de vardı, Atıf Hoca’sı da vardır. Dersim’i de vardır, Ağrı’sı, Konya’sı, İzmir’i, Bingöl’ü, Palu’su, Rize’si, Trabzon’u da vardır.
Sınırlar içerisinde neredeyse tüm yerleşim birimlerini saran katliam, talan, sürgün ve idamların tek suçlusu, kurucu iradenin kanlı inşa projelerindeki agresif tutumudur. Dolayısıyla iyi bir başlangıç, yaşanan acıları tamamen kaldıramasa da bir nebze hafifletir. Bunda da ilk adımı, haneye tecavüz eden pozisyonuyla devletin kendisi olmalıdır.